Rahman Ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla
1. Elif. Lâm. Mim..
*Kur’an surelerinden bazılarının başında “el hurufu’l-mukatta” denilen bir takım harfler vardır ve bunlar bulunduğu sureden bir ayettir. Böyle manası açık olmayan ayetlere “müteşabih” denir. Müteşabih olan ayetin gerçek manasını ancak Allah bilir. Baz alimler ise onları “tevil” ederler. Buna göre Elif, Lam, Mim harflerine şu manalar verilmiştir;
a) İşte elinizdeki Kur’an’ın kelimeleri bu harflerden teşekkül etmiştir. Elinizden geliyorsa buyurun siz de benzerini yapın!
b) Dikkatleri toplamak için bir edebi sanattır. Zira söze üstü kapalı olarak başlamak sonra onu açmak daha fazla ilgi uyandırır
c) Öğrenmenin harflerle başladığına işarettir.
2. O kitap (Kur’an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (Allah’tan sakınanlar ve günahtan arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.
3. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.
4. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar.
5. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.
6. Gerçek şu ki, kâfir olanları (azap ile) korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir; iman etmezler.
7. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır.
8. İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde “Allah’a ve ahiret gününe inandık” derler.
9. Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah’ı ve müminleri aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir.
10. Onların kalblerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elîm bir azap vardır.
11. Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, “Biz ancak ıslah edicileriz” derler.
12. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin anlamazlar.
13. Onlara: İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin, denildiği vakit “Biz hiç, sefihlerin (akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!” derler. Biliniz ki, sefihler ancak kendileridir, fakat bunu bilmezler (veya bilmezlikten gelirler).
14. (Bu münafıklar) müminlerle karşılaştıkları vakit “(Biz de) iman ettik” derler. (Kendilerini saptıran) şeytanları ile başbaşa kaldıklarında ise: Biz sizinle beraberiz, biz onlarla (müminlerle) sadece alay ediyoruz, derler.
15. Gerçekte, Allah onlarla istihza (alay) eder de azgınlıklarında onlara fırsat verir, bu yüzden onlar bir müddet başıboş dolaşırlar.
16. İşte onlar, hidayete karşılık dalâleti satın alanlardır. Ancak onların bu ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir.
Cenab-ı Allah bu suresinin başında önce yüce kitabı Kur’an’dan, onun müttakiler için bir yol gösterici ve hidayet kaynağı oluşundan, sonra da gayba iman dan ve İslam’ın temelini oluşturan ana vazifelerden söz etmiş ve bu arada insanları inanç yönünden üç gruba ayırmıştır.
Birincisi müminlerdir; onların vasıfları ilk beş ayette özetlenmiştir.
İkincisi kafirlerdir; onların durumu da altıncı ve yedinci ayetlerde özetlenmiştir.
Üçüncüsü, münafıklardır; bunların durumları da geniş bir şekilde ele alınarak 8. ayetten 21. Ayete kadar geçen ayetlerde açıklanmıştır.
Kur’an, insanlığa doğru yolu göstermek için gönderilmiş bir kitaptır. Bu itibarla ilk önce kendisine muhatap olan insanlığın doğru veya yanlış inanç durumunu bunların getirdiği mesuliyetleri, doğruya veya eğriye inanan insanın dünyada ve ahirette karşılaşacağı neticeleri izah etmiştir.
17. Onların (münafıkların) durumu, (karanlık gecede) bir ateş yakan kimse misalidir. O ateş yanıp da etrafını aydınlattığı anda Allah, hemen onların aydınlığını giderir ve onları karanlıklar içinde bırakır; (artık hiçbir şeyi) görmezler.
Ayet, münafıkların ilk anda İslam’ın nurundan aydınlanıp müslüman olmalarını, karanlık gecede yanan meş’aleye ve onda8n faydalananlara; sonra hemen küfre dönmelerini de o meş’alenin sönüvermesine ve oradakilerin karanlıkta kalmalarına benzetiyor.
18. Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple onlar geri dönemezler.
19. Yahut (onların durumu), gökten sağanak halinde boşanan, içinde yoğun karanlıklar, gürültü ve yıldırımlar bulunan yağmur(a tutulmuş kimselerin durumu) gibidir. O münafıklar yıldırımlardan gelecek ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Halbuki Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.
20. (O esnada) şimşek sanki gözlerini çıkaracakmış gibi çakar, onlar için etrafı aydınlatınca orada birazcık yürürler, karanlık üzerlerine çökünce de oldukları yerde kalırlar. Allah dileseydi elbette onların kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi. Allah şüphesiz her şeye kadirdir.
21. Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz. Umulur ki, böylece korunmuş (Allah’ın azabından kendinizi kurtarmış) olursunuz.
22. O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de (kubbemsi) bir tavan yaptı. Gökten su indirerek onunla, size besin olsun diye (yerden) çeşitli ürünler çıkardı. Artık bunu bile bile Allah’a şirk koşmayın.
23. Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah’tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.
24. Bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı, insan ve taş olan cehennem ateşinden sakının. Çünkü o ateş kâfirler için hazırlanmıştır.
25. İman edip iyi davranışlarda bulunanlara, içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele! O cennetlerdeki bir meyveden kendilerine rızık olarak yedirildikçe: Bundan önce dünyada bize verilenlerdendir bu, derler. Bu rızıklar onlara (bazı yönlerden dünyadakine) benzer olarak verilmiştir. Onlar için cennette tertemiz eşler de vardır. Ve onlar orada ebedî kalıcılardır.
Bu ayette, dünyada müslüman olup güzel işler yapan ve gerçekten mümin olarak ahirete göçen kimselerin alacakları mükafatlar anlatılmış, orada cennetliklere verilen nimetlerin dünyadakilere benzediğine işaret edilmiştir. Ancak, ahiret nimetlerinin dünyadakilerle aynı olduğu düşünülmemelidir. Nitekim, Buhari’nin “Bedü’l-halk” bahsinde rivayet ettiği bir hadiste “Cennet ehline gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kalplerden bile geçmeyen nimetler verilir.” Denilmiştir.
26. Şüphesiz Allah (hakkı açıklamak için) sivrisinek ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten çekinmez. İman etmişlere gelince, onlar böyle misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kâfir olanlara gelince: Allah böyle misal vermekle ne murat eder? derler. Allah onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola yöneltir. Verdiği misallerle Allah ancak fâsıkları saptırır (çünkü bunlar birer imtihandır).
Bu ayette, sivrisinek ve ondan daha zayıf yaratıklarla temsil getirilmesini küçümseyenlerin aslında kendilerinin küçük ve değersiz oldukları, o yüzden Allah’a iman etmedikleri anlatılmış, bunlara değer verip iman edenlerin ise akıllı ve değerli kimseler oldukları, o yüzden Allah’a iman etmedikleri anlatılmış, bunlara değer verip iman edenlerin ise akıllı ve değerli kimseler oldukları bildirilmiştir. Bunlar birer imtihandır. İnsanlardan bir kısmı iman eder, imtihanı kazanır, bir kısmı da kaybeder.
27. Onlar öyle (fâsıklar) ki, kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönerler. Allah’ın ziyaret edilip hal ve hatırının sorulmasını istediği kimseleri ziyaretten vazgeçerler ve yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar. İşte onlar gerçekten zarara uğrayanlardır.
Fasık, hak yoldan sapan kimsedir Kesin olarak verilen söz de ehl-i kitabın Tevrat ve İncil’de geleceği bildirilen ahir zaman Peygamberine iman edeceklerini söylemeleridir ki, gelince iman etmediler ve sözlerinde durmadılar. İslam’ın çak değer verdiği akraba, komşu ve yakınlarla ilgilenip bunlara yardım etmeyi terkettiler., fitne ve fesat unsuru oldular, böylece hem dünyada hem de ahirette zarar gördüler.
28. Ey kâfirler! Siz ölü iken sizi dirilten (dünyaya getirip hayat veren) Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizi öldürecek, tekrar sizi diriltecek ve sonunda O’na döndürüleceksiniz.
Bu ayette, insanın ilk yaratılmasından önceki haline ”ölü” denilmesi, bazılarının iddia ettikleri gibi tenasüh ile ilgili değildir. Ayette insan hayatının üç safhası anlatılmıştır. Yoktan yaratılma, ölüm, ahirette tekrar dirilme. Esasen tenasüh düşüncesi, her insanın kendi amelinden sorumluluğu ve dolayısıyla adalet ilkesine ters düşmektedir.
29. O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra (kendine has bir şekilde) semaya yöneldi, onu yedi kat olarak yaratıp düzenledi (tanzim etti). O, her şeyi hakkıyla bilendir.
30. Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.
Halife, vekil ve temsilci demektir. Allah, yeryüzünde iradesini temsil etmek üzere insanı yaratmış, orada ilahi hükümranlığı gerçekleştirme görevini de ona vermiştir.
31. Allah Adem’e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.
32. Melekler: Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin, dediler.
33. (Bunun üzerine: ) Ey Âdem ! Eşyanın isimlerini meleklere anlat, dedi. Adem onların isimlerini onlara anlatınca: Ben size, muhakkak semâvat ve arzda görülmeyenleri (oralardaki sırları) bilirim. Bundan da öte, gizli ve açık yapmakta olduklarınızı da bilirim, dememiş miydim? dedi.
34. Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem’e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.
Bundan sonra Hz. Adem ve nesli, aslı cinlerden olup, sonra şeytanların başı olan İblis ve nesline uyup uymamakta sınanacaklardır.
35. Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik.
36. Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları (cennetten) onları çıkardı. Bunun üzerine: Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır, dedik.
37. Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tevbe etti. Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.
Hz.Adem’in Rabbinden aldığı ilhamlar hakkında çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bu ilhamlar, onu ikaz ve irşat mahiyetinde tavsiyelerdir. İbn Mes’ud’a göre namazlara başlarken okuduğumuz “Sübhaneke”, Hz.Adem tarafından o zaman söylenmiş bir tesbih ve duadır.
38. Dedik ki: Hepiniz cennetten inin! Eğer benden size bir hidayet gelir de her kim hidayetime tâbi olursa onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler.
39. İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennemliktir, onlar orada ebedî kalırlar.
40. Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetlerimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vâdettiklerimi vereyim. Yalnızca benden korkun.
41. Elinizdekini (Tevrat’ın aslını) tasdik edici olarak indirdiğime (Kur’an’a) iman edin. Sakın onu inkâr edenlerin ilki olmayın! Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden (benim azabımdan) korkun.
42. Bilerek hakkı bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin.
43. Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin.
44. (Ey bilginler!) Sizler Kitab’ı (Tevrat’ı) okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?
45. Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah’a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.
Ayette geçen sabırdan maksadın oruç olduğu söylenmiştir. Oruç ve namaz, imanı takviye eder, nefsin kibrini kırar, tembelliği ve uyuşukluğu giderir, zor işler karşısında insanı güçlü kılar. Taberani’nin rivayetine göre, Resulullah (s.a) zor bir işle karşılaşınca hemen namaz kılardı. “Allah’a saygıdan kalbi ürperenler” diyen tercüme edilen “haşiin” zümresine namaz kılmak, oruç tutmak, sabırlı olmak, her yerde ve her zaman gerçekleri söylemekten çekinmemek zor gelmez, zira onlar Allah sevgisi ile kalpleri dolmuş kimselerdir.
46. Onlar, kesinlikle Rablerine kavuşacaklarını ve O’na döneceklerini düşünen ve bunu kabullenen kimselerdir.
47. Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi (bir zamanlar) cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın.
Kendi içinden peygamber gönderilen millet, o anda diğer kavimlerden üstündür. Zira Cenab-ı Allah, milletler arasından o kavmi ve onlardan da o şahsı seçmiştir. Dolayısıyla önce peygamber, sonra ailesi daha sonra da milleti bir şeref kazanmıştır. İçinden peygamber gönderilen milletin bir yönden üstünlüğü vardır, diğer yönden de sorumluluğu daha fazladır. Nitekim bu ayette üstünlüğü bildirilen Beni İsrail hakkında aynı surenin 61. Ayetinde onların zillet ve meskenete duçar oldukları, Allah’ın gazabına maruz kaldıkları anlatılmıştır.
48. Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz.
49. Hatırlayın ki, sizi, Firavun taraftarlarından kurtardık. Çünkü onlar size azabın en kötüsünü reva görüyorlar, yeni doğan erkek çocuklarınızı kesiyorlar, (fenalık için) kızlarınızı hayatta bırakıyorlardı. Aslında o size reva görülenlerde Rabbinizden büyük bir imtihan vardı.
Firavun, eski Mısır hükümdarlarına verilen bir ünvandır. Hz. Musa’nın gelmesine tekaddüm eden senelerde kahinler, İsrailoğullarından doğacak çocuğun, Firavun’un tacını tahtını yıkacağını söylediler. Bunun üzerine Firavun, yeni doğan erkek çocukların kesilmesini emretti. Allah bununla İsrailoğullarını imtihan ediyordu.
50. Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık, Firavun’un taraftarlarını da, siz bakıp dururken denizde boğduk.
50-Rivayetlerden, bu mucizenin Kızıldeniz’de geçtiği anlaşılmaktadır.
51. Musa’ya kırk gece (vahyetmek üzere) söz vermiştik. Sonra haksızlık ederek buzağıyı (tanrı) edindiniz.
Hz.Musa Tur-i Sina’ya gidince Samiri adında birisi, altından yaptığı bir buzağı heykelini getirir, “ Bu sizin Rabbinizdir. Musa bunu unuttu, o gelinceye kadar buna tapın” der. Hz. Harun buna mani olmaya çalışırsa da başaramaz. Bu kıssa Taha suresinde genişçe anlatılacaktır.
52. O davranışlarınızdan sonra (akıllanıp) şükredersiniz diye sizi affettik.
53. Doğru yolu bulasınız diye Musa’ya Kitab’ı ve hak ile bâtılı ayıran hükümleri verdik.
54. Musa kavmine demişti ki: Ey kavmim! Şüphesiz siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize kötülük ettiniz. Onun için Yaradanınıza tevbe edin de nefislerinizi (kötü duygularınızı) öldürün. Öyle yapmanız Yaratıcınızın katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah tevbenizi kabul etmiş olur. Çünkü acıyıp tevbeleri kabul eden ancak O’dur.
55. Bir zamanlar: Ey Musa! Biz Allah’ı açıkça görmedikçe asla sana inanmayız, demiştiniz de bakıp durur olduğunuz halde hemen sizi yıldırım çarpmıştı.
56. Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki şükredesiniz.
Yıldırım çarpmasından baygın düşen kavim Allah’ın iradesi ile yeniden canlanır ve istediklerinin yanlış olduğunu anlar. Ayette olay, ölme ve tekrar dirilme olarak anlatılmıştır.
57. Ve sizi bulutla gölgeledik, size kudret helvası ve bıldırcın gönderdik ve “Verdiğimiz güzel nimetlerden yeyiniz” (dedik). Hakikatta onlar bize değil sadece kendilerine kötülük ediyorlardı.
58. (İsrailoğullarına:) Bu kasabaya girin, orada bulunanlardan dilediğiniz şekilde bol bol yeyin, kapısından eğilerek girin, (girerken) “Hıtta!” (Yâ Rabbi bizi affet) deyin ki, sizin hatalarınızı bağışlayalım; zira biz, iyi davrananlara (karşılığını) fazlasıyla vereceğiz, demiştik.
Ayette geçen kasabadan maksat Kudüs veya Eriha’dır. “Muhsin” kelimesi ise, “ihsan” mastarında ism-i faildir. Yaptığı işi en iyi biçimde ve noksansız yapanların vasfıdır. Kur’an’ın pek çok ayetinde muhsinler övülmüştür. Meşhur Cibril hadisinde ise ihsan, Allah’ı görürcesine kulluk etmek diye açıklanmıştır.
59. Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik.
58, ayette kendilerine söylenenleri dinlemeyip kötülük eden yahudilere Allah Teala veba gibi bir takım kötü illet ve hastalıklar vermiştir.
60. Musa (çölde) kavmi için su istemişti de biz ona: Değneğinle taşa vur! demiştik. Derhal (taştan) oniki kaynak fışkırdı. Her bölük, içeceği kaynağı bildi. (Onlara:) Allah’ın rızkından yeyin, için, sakın yeryüzünde bozgunculuk etmeyin, dedik.
61. Hani siz (verilen nimetlere karşılık): Ey Musa! Bir tek yemekle yetinemeyiz; bizim için Rabbine dua et de yerin bitirdiği şeylerden; sebzesinden, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bize çıkarsın, dediniz. Musa ise: Daha iyiyi daha kötü ile değiştirmek mi istiyorsunuz? O halde şehre inin. Zira istedikleriniz sizin için orada var, dedi. İşte (bu hadiseden sonra) üzerlerine aşağılık ve yoksulluk damgası vuruldu. Allah’ın gazabına uğradılar. Bu musibetler (onların başına), Allah’ın âyetlerini inkâra devam etmeleri, haksız olarak peygamberleri öldürmeleri sebebiyle geldi. Bunların hepsi, sadece isyanları ve taşkınlıkları sebebiyledir.
61-Beni İsrail’e alçaklık ve yoksulluk damgasının vurulmasına sebep olarak hakkı inkar etmeleri ve onu söyleyen peygamberleri acımasızca öldürmeleri gösterilmiştir. Şuayb, Zekeriyya ve Yahya gibi pek çok peygamberi öldürmüşlerdir.
62. Şüphesiz iman edenler; yani yahudilerden, hıristiyanlardan ve sâbiîlerden Allah’a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.
Yahudi kelimesi, buzağıya tapmaktan tevbe ettikleri vakit İsrailoğullarına takılmış bir addır. Bir rivayete göre de Hz. Ya’kub’un en büyük oğlu Yahuza’ya nisbet edilmiştir. Nasara, Hz. İsa’nın indiği Nasıra kasabasına nisbettir, diyenler vardır. Bir rivayete göre Hz. İsa’nın Al-i İmran 52, Saff 14. Ayetlerinde geçen “menensari ilallah” sözünden alınmıştır. Sabiiler hakkında çeşitli rivayetler vardır. Bir görüşü göre,Hz. İbrahim ‘in dinini devam ettiren eski bir topluluk idi. Müfessirlerin bazıları da Sabiiliğin yahudilikle Hıristiyanlık arasında tevhidci bir din olduğunu belirtmişlerdi. Bazı yeni araştırmacılar ise, sabiilerin Babil’de yaşayan ve yarı Hıristiyan olan bir mezhep müntesibi olduklarını ve Hz.Yahya’nın tabilerine benzediklerini ifade etmişlerdir.
63. Sizden sağlam bir söz almış, Tûr dağının altında, size verdiğimizi kuvvetle tutun, onda bulunanları daima hatırlayın, umulur ki, korunursunuz (demiştik de);
64. Ondan sonra sözünüzden dönmüştünüz. Eğer sizin üzerinizde Allah’ın ihsanı ve rahmeti olmasaydı, muhakkak zarara uğrayanlardan olurdunuz.
65. İçinizden cumartesi günü azgınlık edip de, bu yüzden kendilerine: Aşağılık maymunlar olun! dediklerimizi elbette bilmektesiniz.
66. Biz bunu (maymunlaşmış insanları), hadiseyi bizzat görenlere ve sonradan gelenlere bir ibret dersi, müttakîler için de bir öğüt vesilesi kıldık.
Allah Beni İsrail’den kötülükte şuurlu olarak ısrar eden o bedbahtları önce maymun kılığına sokmuş, sonra da onları helak etmiştir. Bunun, insanların aslının maymun olduğu iddiasıyla ilgisi yoktur.
67. Musa, kavmine: Allah bir sığır kesmenizi emrediyor, demişti de: Bizimle alay mı ediyorsun? demişlerdi. O da: Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım, demişti.
68. “Bizim adımıza Rabbine dua et, bize onun ne olduğunu açıklasın” dediler. Musa: Allah diyor ki: “O, ne yaşlı ne de körpe; ikisi arasında bir inek.” Size emredileni hemen yapın, dedi.
69. Bu defa: Bizim için Rabbine dua et, bize onun rengini açıklasın, dediler. “O diyor ki: Sarı renkli, parlak tüylü, bakanların içini açan bir inektir” dedi.
70. “(Ey Musa!) Bizim için, Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın, nasıl bir inek keseceğimizi anlayamadık. Biz, inşaallah emredileni yapma yolunu buluruz” dediler.
71. (Musa) dedi ki: Allah şöyle buyuruyor: O, henüz boyunduruk altına alınmayan, yer sürmeyen, ekin sulamayan, serbest dolaşan (salma), renginde hiç alacası bulunmayan bir inektir. “İşte şimdi gerçeği anlattın” dediler ve bunun üzerine (onu bulup) kestiler, ama az kalsın kesmeyeceklerdi.
72. Hani siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. Halbuki Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktır.
73. “Haydi, şimdi (öldürülen) adama, (kesilen ineğin) bir parçasıyla vurun” dedik. Böylece Allah ölüleri diriltir ve düşünesiniz diye size âyetlerini (Peygamberine verdiği mucizelerini) gösterir.
Bu ayetlerde geçen sığır kesme kıssası, daha ziyade İsrailoğullarından iki gencin, mirasına konmaları için amcalarını öldürmelerine bağlanır. Olay Hz. Musa’ya arz edilir. Hz. Musa bir türlü katilleri bulamaz ve Allah’a sığınır. O da bir sığır kesilmesini, onun bir parçasıyla ölüye vurulmasını, ölünün dirilip katili haber vereceğini bildirir. Neticede böyle olur. Ayetlerin zahiri de buna işaret eder. Ancak eski Mısırlıların ineğe tapmaları, bir ara yahudilerin de buzağıya tapmış olmaları, sığır kelimesi hadisesinde başka hikmetlerin de bulunduğunu gösterir.
“Bir parçasıyla ona vurun” buyurulup arkasından da Allah’ın ölülerin diriltmesinden bahsedilince , müfessirlerin çoğu bunu “kesilen ineğin bir parçası ile ölüye vurulmak suretiyle onun dirilmesi” şeklinde anlamışlardır. Bu takdirde olay bir mucizedir; Allah’ın kudreti ile ölü böyle bir sebep olmadan da dirilebilir. Dikkatleri daha ziyade çekmek için böyle bir merasim tertip edilmiş ve akabinde mucize gerçekleşmiştir.
74. (Ne var ki) bunlardan sonra yine kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukardan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.
75. Şimdi (ey müminler!) onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa ki onlardan bir zümre, Allah’ın kelâmını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi.
76. (Münafıklar) inananlarla karşılaştıklarında “İman ettik” derler. Birbirleriyle başbaşa kaldıkları vakit ise: Allah’ın size açtıklarını (Tevrat’taki bilgileri), Rabbiniz katında sizin aleyhinize hüccet getirmeleri için mi onlara anlatıyorsunuz; bunları düşünemiyor musunuz? derler.
77. Onlar bilmezler mi ki, gizlediklerini de açıkça yaptıklarını da Allah bilmektedir.
78. İçlerinde bir takım ümmîler vardır ki, Kitab’ı (Tevrat’ı) bilmezler. Bütün bildikleri kulaktan dolma şeylerdir. Onlar sadece zan ve tahminde bulunuyorlar.
Ümmi, okur yazar olmayan demektir. Yahudi yahut Hıristiyan olmayan Araplara da ümmi diyenler olmuştur.
79. Elleriyle (bir) Kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için “Bu Allah katındandır” diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!
80. İsrailoğulları: Sayılı birkaç gün müstesna, bize ateş dokunmayacaktır, dediler. De ki (onlara): Siz Allah katından bir söz mü aldınız -ki Allah sözünden caymaz-, yoksa Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?
81. Hayır! Kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennemliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.
82. İman edip yararlı iş yapanlara gelince onlar da cennetliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.
83. Vaktiyle biz, İsrailoğullarından: Yalnızca Allah’a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz diye söz almış ve “İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin” diye de emretmiştik. Sonunda azınız müstesna, yüz çevirerek dönüp gittiniz.
İsrailoğullarının yaptığı işler ve davranışlar hakkındaki bu bilgiler, Kur’an’ın geldiği devirde yaşayan yahudilerin Tevrat’ı tahrif edip gerçekleri gizlemelerinden dolayı verilmiştir. Çünkü Hz. Muhammed gönderildiği zaman Arabistan’da özellikle Medine(Yesrib) ve civarında oldukça kalabalık bir Yahudi topluluğu yaşamakta idi. Ahir zaman peygamberi gönderilmeden önce bir peygamber geleceğini etrafa yayan Yahudiler, peygamberimiz gelince ağız değiştirdiler. Zira onlar gelecek peygamberi Yahudilerden bekliyorlardı. Araplardan gelince onu kıskandılar. Kur’an’da yahudiler hakkında daha çok bilgi verilmesinin sebebi budur. Ahir zaman peygamberi, sonunda hıyanetleri yüzünden onlarla savaşmak ve onları yurtlarından sürmek zorunda kalmıştır. Yahudiler hala müslümanlara olan düşmanlıklarını devam ettirmektedirler.
84. (Ey İsrailoğulları!) Birbirinizin kanını dökmeyeceğinize, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair sizden söz almıştık. Her şeyi görerek sonunda bunları kabul etmiştiniz.
85. Bu misakı kabul eden sizler, (verdiğiniz sözün tersine) birbirinizi öldürüyor, aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkarıyor, kötülük ve düşmanlıkta onlara karşı birleşiyorsunuz. Onları yurtlarından çıkarmak size haram olduğu halde (hem çıkarıyor hem de) size esirler olarak geldiklerinde fidye verip onları kurtarıyorsunuz. Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir.
86. İşte onlar, ahirete karşılık dünya hayatını satın alan kimselerdir. Bu yüzden ne azapları hafifletilecek ne de kendilerine yardım edilecektir.
Bu ayetler, yahudilerin türlü türlü entrikalarını anlatır. İslam’dan önce Medine’de bulunan yahudiler iki fırka idiler. Onlardan birisi Evs, diğeri de Hazrec kabilesi ile beraber idi. Evs ile Hazrec kavga edip harbe tutuşunca onlar da beraber savaşırlardı. Bu arada Yahudiler birbirlerini öldürdüler ve yurtlarından kovarlardı. Esir olarak geri geldiklerinde bu sefer onları fidye verip geri alırlardı. Bu durum sorulduğu zaman da “ Ne yapalım, Allah’ın emri böyle” derlerdi. Bunun gibi türlü mel’anetler yaparlardı.
87. Andolsun biz Musa’ya Kitab’ı verdik. Ondan sonra ardarda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya da mucizeler verdik. Ve onu, Rûhu’l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. (Ne var ki) gönlünüzün arzulamadığı şeyleri söyleyen bir elçi geldikçe ona karşı büyüklük tasladınız. (Size gelen) peygamberlerden bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürdünüz.
Burada Allah Teala İsrailoğullarına şu anlamda olmak üzere ikazda bulunuyor: An dolsun ki Musa’ya kitabı biz verdik, ondan sonra gelen peygamberleri biz gönderdik ve onu Ruhül’-Kudüs ile takviye ettik. Siz onu öldürmeye teşebbüs ettiniz, fakat bunu yapamadınız. Hz. Muhammed’i de öldürmeye teşebbüs ediyorsunuz. Onu da yapamazsınız, biz onu koruruz. İnkar ve isyanınız sebebiyle Allah’ın lanetini hakettiniz. Bundan sonra iman etmeniz beklenmez. Ortaya koyduğunuz mazeretler de geçersizdir.
88. (Yahudiler peygamberlerle alay ederek) “Kalplerimiz perdelidir” dediler. Hayır; küfür ve isyanları sebebiyle Allah onlara lânet etmiştir. O yüzden çok az inanırlar.
89. Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki (Tevrat’ı) doğrulayan bir kitap gelip de (Tevrat’tan) bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr ettiler. İşte Allah’ın lâneti böyle inkârcılaradır.
83. Ayette geçen açıklamaya bakınız.
90. Allah’ın kullarından dilediğine peygamberlik ihsan etmesini kıskandıkları için Allah’ın indirdiğini (Kur’an’ı) inkâr ederek kendilerini harcamaları ne kötü bir şeydir! Böylece onlar, gazap üstüne gazaba uğradılar. Ayrıca kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.
91. Kendilerine: Allah’ın indirdiğine iman edin, denilince: Biz sadece bize indirilene (Tevrat’a) inanırız, derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Halbuki o Kur’an kendi ellerinde bulunan Tevrat’ı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır. (Ey Muhammed!) Onlara: Şayet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allah’ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz? deyiver.
92. Andolsun Musa size apaçık mucizeler getirmişti. Sonra onun ardından, zalimler olarak buzağıyı (tanrı) edindiniz.
93. Hatırlayın ki, Tûr dağının altında sizden söz almış: Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri anlayın, demiştik. Onlar: İşittik ve isyan ettik, dediler. İnkârları sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi dolduruldu. De ki: Eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!
Yahudiler Tevrat’tan edindikleri bilgilere göre bir peygamber geleceğini biliyorlardı ve bunun kendilerinden geleceğini düşünerek ondan faydalanmanın planlarını yapıyorlardı. Bekledikleri peygamber Araplardan gelince onu inkar ettiler. 89. ayette buna işaret edilmiştir. Onlar aslında Hz. Musa’ya da hakkıyla inanmış değillerdir. 92. ayette ifade edildiği gibi Hz. Musa nice mucizeler getirdiği halde o Tur’a gidince buzağıya taptılar.
94. (Ey Muhammed, onlara:) Şayet (iddia ettiğiniz gibi) ahiret yurdu Allah katında diğer insanlara değil de yalnızca size aitse ve bu iddianızda doğru iseniz haydi ölümü temenni edin (bakalım), de.
95. Onlar, kendi elleriyle önceden yaptıkları işler (günah ve isyanları) sebebiyle hiç bir zaman ölümü temenni etmeyeceklerdir. Allah zalimleri iyi bilir.
Yahudiler, “Ahiret hayatı sadece bize aittir.” Şeklinde iddia etmişler, bununla “ Yahudi olmayanlar öbür dünyada nimete nail olamazlar” demek istemişlerdi. Bu iddiaya karşılık siz de onlara “ Madem ki öyledir, hadi ölümü isteyin” deyiniz. Ama onlar asla ölmek istemezler. Bu ayetler, yahudillerin ırkçılık düşüncesinin ahirete kadar uzandığını gösterir.
96. Yemin olsun ki, sen onları yaşamaya karşı insanların en düşkünü olarak bulursun. Putperestlerden her biri de arzular ki, bin sene yaşasın. Oysa yaşatılması hiç kimseyi azaptan uzaklaştırmaz. Allah onların yapmakta olduklarını eksiksiz görür.
97. De ki: Cebrail’e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah’ın izniyle Kur’an’ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak o indirmiştir.
Rivayete göre Fedek hahamlarından Abdullah b. Suriye Peygamberimizle münakaşa etmiş, kendisine vahyi kimin getirdiğini sormuş, “Cebrail” deyince “ O bizim düşmanımızdır. Başkası getirseydi iman ederdik.” demiştir. Bunun üzerine bu ayet inmiştir.
98. Kim, Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e ve Mikâil’e düşman olursa bilsin ki Allah da inkârcı kâfirlerin düşmanıdır.
99. Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik. (Ey Muhammed!) Onları ancak fasıklar inkâr eder.
100. Ne zaman onlar bir antlaşma yaptılarsa, yine kendilerinden bir gurup onu bozmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmez.
101. Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik edici bir elçi gelince ehl-i kitaptan bir gurup, sanki Allah’ın kitabını bilmiyormuş gibi onu arkalarına atıp terkettiler.
102. Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil’de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız, demeden hiç kimseye (sihir ilmini) öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekden, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların (ona inanıp para verenlerin) ahiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!
Eski kavimlerin çoğu sihre inanırlardı. Bu yüzden sihir, dini inançlarla tamamen karışmış durumda idi. Bu sebeple sihirbazlar halkı kandırıyorlardı. Sihir çeşitleri şöyledir.
1. Keldanilerin sihri: Bunlar yıldızlara taparlar, kainatı idare edenlerin yıldızlar olduğunu, hayır ve şerrin onlardan geldiğini, semavi güçlerin yerdeki güçlerle birleşmesi sonucu mucizeler meydana geldiğini söylerlerdi. Bunları irşat için Allah, Hz.İbrahim’i gönderdi. Bunlar da kendi aralarında üç fırka idiler:
a) Eflak ve yıldızların ebedi olduğunu söyleyenler ki, onlara “Sabie” denilir.
b) Eflakın uluhiyetine inananlar. Bunlar, her felek için yerde bir put yapmış ve ona hizmet etmiş putperestlerdir.
c) Eflaki ve yıldızları yaratan birisi olduğunu ve bunun onlara yeryüzünü idare etme hakkı verdiğini söyleyenler. Bunlar yıldızları aracı kabul ederlerdi.
2. Ruh gücüne dayanılarak ortaya konan sihir: Buna göre insan ruhu tasfiye ile icadetme, öldürme, diriltme, bünye ve şekilde değişiklik yapma gücüne ulaşır.
3. Ruhani varlıklardan faydalanılarak yapılan sihir: Bu da muska yapmak ve cinlerden yardım almak gibi şekillerle uygulanır.
4. Göz boyamak şeklinde yapılan sihir: Hokkabazlık, el çabukluğu ve benzeri davranışlar gibi.
İslam alimleri, sihrin birinci ve ikinci şekline inananların kafir olduklarında ittifak etmişlerdir. Ancak, ayette bildirildiği şekilde, yaratıcının Allah Teala olduğuna inanarak ve kötülükte kullanmamak şartıyla sihir ilmini öğrenmekte beis yoktur. Yahudiler arasında büyü yaygın idi. Bu yüzden Hz.Süleyman’ın büyük bir büyücü olduğunu, hükümdarlığı büyü ile elde ettiğini, hayvanlara ve cinlere büyü ile hükmettiğini söylerler ve buna inanırlardı. Hz. Süleyman Kur’an’da peygamber olarak tanıtılınca “Muhammed Süleyman’ı peygamber sanıyor, halbuki o bir büyücüdür” dediler.
103. Eğer iman edip kendilerini kötülükten korusalardı, şüphesiz, Allah tarafından verilecek sevap daha hayırlı olacaktı. Keşke bunları anlasalardı!
104. Ey iman edenler! “Râinâ” demeyin, “unzurnâ” deyin. (Söylenenleri) dinleyin. Kâfirler için elem verici bir azap vardır.
Resulullah (s.a) müslümanlara bir şey öğretirken, bizi biraz bekle, acele etme manasına “Raina” derlerdi. Yahudilerin de sövmek manasına gelen “Raina” kelimeleri vardı. Müslümanların bu sözünü işitince, Efendimize kötü maksatla öyle hitap etmeye başladılar. Bunun üzerine “Raina” demeyin, o manasına gelen “unzurna” deyin denildi ki, bizi bekle demektir.
105. (Ey müminler!) Ehl-i Kitaptan kâfirler ve putperestler de Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Halbuki Allah rahmetini dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.
106. Biz, bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak (ertelersek) mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir.
Sonra gelen bir ayetin, daha önceki ayetin hükmünü yürürlükten kaldırmasına “nesh” denir. Allah Teala, insanlığın medeni ve kültürel gelişmesine ve bu gelişmenin doğurduğu ihtiyaçlara uygun olarak, gerektikçe yeni peygamber ve kitaplar göndermiş, öncekilere ait bazı hükümleri yürürlükten kaldırmıştır. Naslarının hükmü ebedi olan Kur’an-ı Kerim nazil olurken, bu döneme mahsus olmak üzere bazı ayetler, diğerlerini neshetmiştir; ancak bunların sayısı oldukça azdır ve ilk İslam neslinin terbiye ve intibakını temin maksadına yöneliktir.)
107. (Yine) bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah’ındır? Sizin için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.
108. Yoksa siz de (ey müslümanlar), daha önce Musa’ya sorulduğu gibi peygamberinize sorular sormak mı istiyorsunuz? Kim imanı küfre değişirse, şüphesiz dosdoğru yoldan sapmış olur.
Peygambere çok soru sorulması, hükümlerin çoğalmasını ve daralmasını gerektirir. Onun için Medine devrinde bir ara soru sormak yasak edilmiştir.
109. Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedip bağışlayın. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.
110. Namazı kılın, zekâtı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah’ın katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız görür.
111. (Ehl-i kitap:) Yahudiler yahut hıristiyanlar hariç hiç kimse cennete giremeyecek, dediler. Bu onların kuruntusudur. Sen de onlara: Eğer sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin, de.
112. Bilâkis, kim muhsin olarak yüzünü Allah’a döndürürse (Allah’a hakkıyla kulluk ederse) onun ecri Rabbi katındadır. Öyleleri için ne bir korku vardır, ne de üzüntü çekerler.
Bu ayette Allah’a kulluk etmek ihsan vasfına bağlanmıştır. Yani bir kimse ibadet etmekle kendisini kurtaramaz. Kendini kurtarması için muhsinlerden olması gerekir. Muhsin yaptığı işi Allah için yapan, sadece O’ndan korkan, o sebeple işini noksansız bitiren ve her işin hakkını veren kimse demektir. Hıristiyan Araplardan oluşan Necran heyeti Resulullah’ın huzuruna çıkınca yahudiler onların yanlarına geldiler Aralarında münakaşa yaptılar. Birbirlerini itham ettiler Bunun üzerine aşağıdaki ayetler geldi.
113. Hepsi de kitabı (Tevrat ve İncil’i) okumakta oldukları halde Yahudiler: Hıristiyanlar doğru yolda değillerdir, dediler. Hıristiyanlar da: Yahudiler doğru yolda değillerdir, dediler. Kitabı bilmeyenler de birbirleri hakkında tıpkı onların söylediklerini söylediler. Allah, ihtilâfa düştükleri hususlarda kıyamet günü onlar hakkında hükmünü verecektir.
114. Allah’ın mescidlerinde O’nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur.) Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır.
115. Doğu da Allah’ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (zatı) oradadır. Şüphesiz Allah’(ın rahmeti ve nimeti) geniştir, O her şeyi bilendir.
Allah her yerde hazır ve nazır olmakla birlikte, namazda kıbleye dönmek ibadetlerde nizam ve intizamı sağlamak gayesine matuftur.)
116. “Allah çocuk edindi” dediler. Hâşâ! O, bundan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur, hepsi O’na boyun eğmiştir.
Yahudiler “Uzeyr Allah’ın oğludur” derken hıristiyanlar “İsa Allah’ın oğludur” dediler. Müşrik araplar ise “Melekler Allah’ın kızlarıdır” demişlerdi. Bu ayette, Allah Teala’nın bunlardan münezzeh olduğu hususu vurgulanmıştır.
117. (O), göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Bir şeyi dilediğinde ona sadece “Ol!” der, o da hemen oluverir.
Allah Teala’nın bir şeyi murat etmesi, onun hakkında “Ol!” emridir. Allah’ın dilediği her şey vakti saati gelince mutlaka olur.
118. Bilmeyenler dediler ki: Allah bizimle konuşmalı ya da bize bir âyet (mucize) gelmeli değil miydi? Onlardan öncekiler de işte tıpkı onların dediklerini demişlerdi. Kalpleri (akılları) nasıl da birbirine benzedi? Gerçekleri iyice bilmek isteyenlere âyetleri apaçık gösterdik.
119. Doğrusu biz seni Hak (Kur’an) ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen cehenmemliklerden sorumlu değilsin.
120. Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.
121. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler (den bazısı) onu, hakkını gözeterek okurlar. Çünkü onlar, ona iman ederler. Onu inkâr edenlere gelince, işte gerçekten zarara uğrayanlar onlardır.
Bu ayet, yahudi alimlerinden Abdullah ibni Selam ve arkadaşları hakkında inmiştir. Bunlar Kur’an’a inandılar ve ondaki ahkamı tasdik ettiler. Bir başka rivayete göre de bu ayet Cafer b.Ebi Talip’le beraber Habeşistan’dan gelen kırk kişilik cemaat hakkındadır ki, bunlar ehl-i kitaptan İslam-ı kabul edenlerdir.
122. Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi (bir zamanlar) cümle âleme üstün kılmış olduğumu hatırlayın.
123. Ve bir günden sakının ki, o günde hiç kimse başkası namına bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez. Onlar hiçbir yardım da görmezler.
Şefaat, bazı şartlara bağlıdır. En önemlisi ise imandır.
124. Bir zamanlar Rabbi İbrahim’i bir takım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara önder yapacağım, demişti. “Soyumdan da (önderler yap, yâ Rabbi!)” dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez (onlar için söz vermem) buyurdu.
125. Biz, Beyt’i (Kâbe’yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim’in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail’e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim’i temiz tutun, diye emretmiştik.
126. İbrahim de demişti ki: Ey Rabbim! Burayı emin bir şehir yap, halkından Allah’a ve ahiret gününe inananları çeşitli meyvelerle besle. Allah buyurdu ki: Kim inkâr ederse onu az bir süre faydalandırır, sonra onu cehennem azabına sürüklerim. Ne kötü varılacak yerdir orası!
Allah, inkar edenleri de dünyada rızıklandırmakta, dünya nimetlerinden diledikleri gibi istifade etmelerine imkan vermektedir. Şu halde dünya nimeti, dindarlığa bağlı değildir. Dünya nimeti mümine de kafire de verilir. Bunlar birer imtihan vesilesidir; hayırlı olup olmadıkları neticeye bağlıdır. Servet ve iktidar, eğer kulluğa vesile olmuş ise o zaman bu, iki cihan saadetidir. Azgınlık ve sapıklığa sebep olmuş ise ebedi hayatı mahvetmiş, saadet yerine felaket getirmiş olur.
127. Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah’ın temellerini yükseltiyor (şöyle diyorlardı:) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin.
Kabe’nin yapılışı hakkındaki rivayetlere göre, Hz.Adem ile Havva cennetten çıkarıldıkları vakit yeryüzünde Arafat’ta buluşurlar, beraberce batıya doğru yürürler. Kabe’nin bulunduğu yere gelirler. Bu esnada Adem, bu buluşmaya şükür olmak üzere Rabbine ibadet etmek ister ve cennette iken, etrafında tavaf ederek ibadet ettiği nurdan sütunun tekrar kendisine verilmesini diler. İşte o nurdan sütun orada tecelli eder ve Hz.Adem, onun etrafında tavaf ederek Allah’a ibadet eder. Bu nurdan sütun Hz.Şit zamanında kaybolur, yerinde siyah bir taş kalır. Bunun üzerine Hz.Şit, onun yerine taştan onun gibi dört köşe bina yapar ve o siyah taşı binanın bir köşesine yerleştirir. İşte bugün Hacer-i Esved diye bilinen siyah taş odur. Sonra Nuh tufanında bu bina kumlar altında uzunca bir süre gizli kalır. Hz. İbrahim Allah’ın emriyle Kabe’nin bulunduğu yere gider, oğlu İsmail’i annesiyle birlikte orada iskan eder. Sonra İsmail ile beraber Kabe’nin bulunduğu yeri kazar. Hz. Şit tarafından yapılan binanın temellerini bulur ve o temellerin üzerine bugün mevcut olan Kabe’yi inşa eder. Ayette”Beytullah’ın temellerini yükseltiyor” cümlesi bunu ifade eder.
128. Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin.
129. Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.
130. İbrahim’in dininden kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi) seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.
131. Çünkü Rabbi ona: Müslüman ol, demiş, o da: Alemlerin Rabbine boyun eğdim, demişti.
132. Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da: Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslâm’ı) seçti. O halde sadece müslümanlar olarak ölünüz (dedi).
133. Yoksa Ya’kub’a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Ya’kub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilâhı olan tek Allah’a kulluk edeceğiz; biz ancak O’na teslim olmuşuzdur, dediler.
134. Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.
135. (Yahudiler ve hıristiyanlar müslümanlara:) Yahudi ya da hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler. De ki: Hayır! Biz, hanîf olan İbrahim’in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi.
Hanif, her türlü batıl dinden uzak durup, yalnızca hak dine yönelen kişi demektir.
136. “Biz, Allah’a ve bize indirilene; İbrahim, İsmail, İshak, Ya’kub ve esbâta indirilene, Musa ve İsa’ya verilenlerle Rableri tarafından diğer peygamberlere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah’a teslim olduk” deyin.
Esbat,torunlar demektir. Burada Hz.Ya’kub’un on iki evladından torunları kasdedilmiştir.
137. Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar; dönerlerse mutlaka anlaşmazlık içine düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, bilendir.
138. Allah’ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah’tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O’na kulluk ederiz (deyin).
Zemahşeri’nin açıklamalarına göre hıristiyanlar, yeni doğan çocukları, bir su ile boyarlar ve “İşte şimdi hıristiyan oldu” derlerdi ve bunu o çocuk için bir temizlik sayarlardı. Ayette müslümanların buna karşılık “Allah’ın boyası ile boyandık” demeleri emredildi. Allah’ın boyası İslam fıtratı, İslam ve iman temizliğidir.
139. De ki: Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz olduğu halde, O’nun hakkında bizimle tartışmaya mı girişiyorsunuz? Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O’na gönülden bağlananlarız.
140. Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Ya’kub ve esbâtın yahudi, yahut hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah tarafından kendisine (bildirilmiş) bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.
141. Onlar bir ümmetti; gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da size aittir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.
Resulullah (s.a) Medine’ye geldikten sonra müslümanlar on altı ay kadar Kudüs’e yönelerek namaz kıldılar. Bu durum yahudilerin şımarmalarına, “Muhammed ve ashabı kıblenin neresi olduğunu bilmiyorlardı, biz onlara yol gösterdik.” gibi laflar etmelerine ve bunu etrafa yaymalarına sebep olmuştu. Resulullah, Allah’tan İslam’a kendi kıblesinin verilmesini niyaz etti. İşte bundan sonra Kudüs’ten Kabe’ye dönülmesi emri geldi. Bunun üzerine yahudiler ve münafıklar tekrar ileri geri konuşmaya başladılar. Aşağıdaki ayetler bu olayı anlatır.
142. İnsanlardan bir kısım beyinsizler: Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir? diyecekler. De ki: Doğu da batı da Allah’ındır. O dilediğini doğru yola iletir.
143. İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl’ün de size şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık. Senin (arzulayıp da şu anda) yönelmediğin kıbleyi (Kâbe’yi) biz ancak Peygamber’e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırdetmemiz için kıble yaptık. Bu, Allah’ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.
Rivayete göre kıyamette milletler peygamberlerinin tebligatını inkar ederler. Allah peygamberlerden tebliğ ettiklerine dair delil ister. Bunun üzerine ümmet-i Muhammed getirilir ve onlar buna şehadet ederler. Onlara “Siz bunu nereden öğrendiniz?” diye sorulur. Onlar da “Kur’an’dan ve Resulullah’tan öğrendik.” Derler. Nihayet Resulullah getirilir ve o da buna şahitlik eder.
144. (Ey Muhammed!) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, ehl-i kitap, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.
145. Yemin olsun ki (habibim ! ) sen ehl-i kitaba her türlü âyeti (mucizeyi) getirsen yine de onlar senin kıblene dönmezler. Sen de onların kıblesine dönecek değilsin. Onlar da birbirlerinin kıblesine dönmezler. Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan, işte o zaman sen hakkı çiğneyenlerden olursun.
Bu ayette inadın insanoğlunu ne hale getirdiği anlatılarak “ Sen onların arzularına uyarsan kötülük edenlerden olursun” denilmiştir. Çünkü Efendimiz bilfarz onların bir dileğini yerine getirirse bu sefer başka bir şey isteyecekler ve zor görmedikçe hiçbir şeyi kabul etmeyeceklerdir. İşte ayette bu cihet anlatılmıştır. Bunun da sebebi, inat ve taassuptur. İman ile terbiye edilmemiş nefis, inat ve taassuptan kurtulamaz. Bu da insanı daima kötüye yöneltir.
146. Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (o kitaptaki peygamberi), öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir gurup bile bile gerçeği gizler.
Yahudiler Tevrat’ta, hıristiyanlar da İncil’de ahir zaman peygamberinin vasıflarını gördüler, onun gelmesini beklediler; her nesil bunu kendinden sonra geleceklere anlattı ve inanmalarını tavsiye etti. Bunun için her iki zümre de bu peygamberin gelmesini dört gözle bekliyorlardı. Ancak onun Araplar arasından ve bir yetim kimse olarak gönderildiğini görünce sırf ırkçılık gayret ve düşüncesiyle inkar ettiler. Halbuki onun hak peygamber olduğunu, kendi oğullarını bilip tanıdıkları gibi biliyorlardı.
147. Gerçek olan, Rabbinden gelendir. O halde kuşkulananlardan olma!
148. Herkesin yöneldiği bir kıblesi vardır. (Ey müminler!) Siz hayır işlerinde yarışın. Nerede olursanız olun sonunda Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.
149. Nereden yola çıkarsan çık (namazda) yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Bu emir Rabbinden sana gelen gerçektir. (Biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
150. (Evet Resûlüm ! ) Nereden yola çıkarsan çık (namazda) yüzünü Mescid-i Haram’a doğru çevir. Nerede olursanız olunuz, yüzünüzü o yana çevirin ki, aralarından haksızlık edenler (kuru inatçılar) müstesna, insanların aleyhinizde (kullanabilecekleri) bir delili bulunmasın. Sakın onlardan korkmayın! Yalnız benden korkun. Böylece size olan nimetimi tamamlayayım da doğru yolu bulasınız.
151. Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab’ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl gönderdik.
152. Öyle ise siz beni (ibadetle) anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!
153. Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.
Sabır ve namaz, nefsin kötü arzularına karşı en büyük silahtır.
154. Allah yolunda öldürülenlere “ölüler”" demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.
155. Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber! ) Sabredenleri müjdele !
156. O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz, derler.
157. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.
Bedir’de şehit düşen 14 kişi hakkında nazil olduğu rivayet edilen bu ayet, kabir azabına yahut safasına da delildir. Ölüm, korku, açlık, mal azlığı, fakirlik, hastalık; bunların hepsi birer imtihandır. Bunlar dünya hayatının ayrılmaz parçalarıdır, hiç kimse bunlardan birisine yakalanmaktan kurtulamaz. En sonunda herkes ölecektir. İnanan akıllı kişi, bunları Kur’an’a göre anlayıp değerlendirendir.
158. Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah’ın koyduğu nişanlardandır. Her kim Beytullah’ı ziyaret eder veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine bir günah yoktur. Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa şüphesiz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bilir.
Safa ile Merve, Kabe’nin doğu tarafında iki tepenin adıdır. Hacer validemiz Hz.İsmail için su ararken bu iki tepe arasında yedi defa koşmuştur. Bugün hac ve umre için Beytullah’ı ziyaret ve tavaf edenler, aynı zamanda Safa ile Merve arasında sa’yederler. Ayette, iki tepe arasında sa’yetmekte(gelip gitmekte) günah yoktur, denilmiştir. Çünkü cahileye devrinde her iki tepede de birer put vardı. Her ne kadar İslam bu putları kaldırmışsa da bazı kimselerin içinde bir şüphe kaldı. İşte yukarıdaki ayetle bu şüphe tamamen giderilmiş oldu.
159. İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.
160. Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim.
161. (Ayetlerimizi) inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların lâneti onların üzerinedir.
162. Onlar ebediyen lânet içinde kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır.
163. İlâhınız bir tek Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, rahmândır, rahîmdir.
Bundan önceki ayetlerde Allah’a ve O’nun gönderdiği dine karşı nankörlük edenlerin nasıl kötü bir akıbete sürüklendikleri, onların ebediyen kötülenecekleri anlatılmıştır. Bundan sonraki ayetlerde ise, her insanda en büyük ilahi nimet olan aklı herkesin yerli yerince kullanması, etrafına dikkat ve ibretle bakması için kainat olaylarına temas edilmiştir. Zira hakkıyla düşünen, etrafına ibretle bakan kimse, mutlaka Allah’ı bulur ve O’na inanır.
164. Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah’ın varlığını ve birliğini isbatlayan) birçok deliller vardır.
165. İnsanlardan bazıları Allah’tan başkasını Allah’a denk tanrılar edinir de onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.
166. İşte o zaman (görecekler ki) kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve (o anda her iki taraf da) azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır.
Dünyada hiç düşünmeden bazı kimseleri kendilerine önden edinen, böylece batıl yola giden kimseler ahirette o önderlerin kendilerinden uzaklaştıklarını görürler. Ancak her iki taraf da içine girecekleri azabı görecekler ve ondan kurtuluş olmadığını anlayacaklardır. Dünyadakinin tersine, bu sefer uyanlar konuşurlar, ama artık faydası yoktur.
167. (Kötülere) uyanlar şöyle derler: Ah, keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara, işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar.
168. Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yeyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır.
169. O size ancak kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.
Şeytan insanın içinde bulunan kötü düşünce ve arzuları körükler, insan nefsine kötülüğü sevdirir. Bu sebeple insanın kötülük yapmasını kolaylaştırır. O yüzden Hz. Ebubekir:”Büyük adam, nefsinin isteklerine uymayan kimsedir” demiştir.
170. Onlara (müşriklere): Allah’ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, “Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız” dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?
171. (Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kâfirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler.
Bu ayetlerde insanların körü körüne eskiye bağlanmaları, yeni ortaya konmuş fikirlere kulak vermemeleri kötülenmiş, bu konuda doğru olanın, akılcı olarak hareket edilmesi olduğu söylenmiştir. Zemahşeri’ye göre ayetin meali şöyledir:Kafirleri doğru yola çağıran davetçinin (Peygamber’in) durumu, bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyenlere seslenen çobanın durumu gibidir.
172. Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yeyin, eğer siz yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin.
173. Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur. Şüphe yok ki Allah çokça bağışlayan çokça esirgeyendir.
slam’da zorluk yoktur. Zaruretler mahzurları ortadan kaldırır. Bir kimse elinde olmayan sebeplerle haram olan bir şeyi yemek ya da bir işi işlemek zorunda kalırsa, haddi aşmamak ve o şeyi devamlı helal saymamak şartıyla zaruret miktarınca yiyebilir. Bu durumda dinen günah işlemiş sayılmaz.
174. Allah’ın indirdiği kitaptan bir şeyi (âhir zaman Peygamberinin vasıflarını) gizleyip onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte onların yeyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır.
Yahudi hahamları Peygamberinizin Tevrat’ta zikredilen vasıflarını gizlediler ve yaptıkları bu kötü iş için de maddi karşılık aldılar. Ayette bunun ne kötü bir davranış olduğu anlatılmaktadır.
175. Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar!
176. O azabın sebebi, Allah’ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. (Buna rağmen farklı yorum yapıp) kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir.
Allah Teala’nın Kur’an’ı hak olarak indirdiği apaçık ortada iken, ondaki ahkamı;sağlam delillere dayanmadan kendi arzularına göre yorumlamak isteyenlerin, gerçeklerden uzak kaldıkları ve içinden çıkılmaz ayrılıklara düştükleri, bu yüzden de hem dünyada hem de ahirette zarara uğrayacakları anlatılmıştır.
177. İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah’ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!
178. Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.
Bütün dinler, hukuk ve ahlak sistemleri, haksız olarak adam öldürmenin, cana kıymanın büyük bir suç olduğunda birleşmişlerdir. Farklılık, bu suçun önlenmesi için alınması gereken tedbirde kendini göstermektedir. İslam, suça iten sebepleri azami ölçüde ortadan kaldırmış, insanı iman, ibadet ve ahlak terbiyesi ile olgunlaştırmak için gerekli tedbirleri almış, bütün bunlardan sonra da kısas adıyla “cana kıyanın canına kıyılır” kaidesini koymuştur. Haksız aflarla bir gün hürriyete kavuşmak ümidi içinde beslenen kimselerin bu hali (hapis cezası) hiç de caydırıcı ve suçu önleyici bir tedbir değildir. Kısası tazminata (diyete) çevirme hakkı, öldürme suçunun acı neticelerine katlanmakta olan ölü yakınlarına (velilere) aittir. Başkası bu cezayı bağışlayamaz.
179. Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız.
179-“Kısasta hayat vardır” sözü, gerçekten dikkate değer bir ifadedir. Zira kısas tatbik edilirse bir kişinin öldürülmesiyle pek çok kimsenin yaşaması sağlanır. Çünkü cezasının ölüm olduğunu bilen kimse, bu suçu işlemeyecektir.
180. Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah’tan korkanlar üzerine bir borçtur.
Mirasla ilgili ayetler gelmeden önce, kişinin servetinden ana, baba ve akrabalarına bir miktar verilmesi için vasiyet etmesi emredilmiştir. Ancak, Nisa suresinde gelen miras ayetleri ile herkesin hakkı kesin ve net olarak belirlenmiş, Efendiniz de “Allah her hak sahibine hakkını vermiştir. Bundan sonra varise vasiyet yoktur” buyurmuş, böylece yukarıdaki ayet nesh edilmiştir. Fakat mirastan payı olmayan akraba ve düşkünlere ve hayır müesseselerine vasiyet bakidir. Her müslüman gönüllü olarak servetinden istediği yere vasiyet edebilir.
181. Her kim bunu işittikten ve kabullendikten sonra vasiyeti değiştirirse, günahı onu değiştirenleredir. Şüphesiz Allah (her şeyi) işitir ve (her şeyi) bilir.
İslam’da vakıf müessesesi hadislere dayanmakla birlikte sadaka-i cariye mahiyetinde olan ve ammeye hizmet veren vakıfları, bunların şekil ve şartlarını haksız olarak değiştirenler de vasiyeti değiştirenler gibi telakki edilmiş, bu ayet birçok vakıf eşya üzerine ve vakıfnamelere yazılmıştır.
182. Her kim, vasiyet edenin haksızlığa yahut günaha meyletmesinden endişe eder de (alâkalıların) aralarını bulursa kendisine günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayan hem de esirgeyendir.
Bundan sonra gelecek ayetlerde Allah Teala müslümana farz kılınan ramazan orucundan söz eder. Oruç, İslam’ın beş temelinden biridir. Orucun farziyeti Kur’an’da belirtilmiştir. Oruca tahsis edilen ramazan ayı faziletli bir aydır. Bu ayın fazileti, içinde Kadir gecesi bulunmasındandır. Kadir gecesinin üstünlüğü ise, kendisinde Kur’an indirilmiş olmasındandır. Çünkü Kur’an ramazan ayında ve Kadir gecesinde topluca, levh-i mahfuzdan Beytü’l-izze denilen makama indirilmiş ve yine Kadir gecesinde ilk olarak Hira dağında, Peygamberimize vahiy olarak gelmeye başlamıştır. Buna göre ramazan ayının ve Kadir gecesinin üstünlüğü, Kur’an’ın bu ayda ve bu gecede inmesinden ileri gelmektedir. Bu üstünlükleri sebebiyle ramazan ayı, büyük bir ibadet olan oruca tahsis edilmiştir.
183. Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.
184. Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.
185. Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah’ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.
Dinde güçlük yoktur. Allah orucu emretmiştir. Oruç tutma şartları bulunan kimseler oruç tutarlar. Hastalık, yolculuk gibi geçici bir engelden ötürü oruç tutamayan, sonra kaza eder. İhtiyarlık ve iyileşmeyen müzmin hastalık gibi devamlı özrü olanlar fidye verirler. Her türlü zahmete rağmen kendi arzusu ile gönülden oruç tutan ve hayır yapanlar övülmüştür.
186. Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.
Rivayete göre bir bedevi Resulullah(s.a)a “Rabbimiz yakın mıdır yoksa uzak mıdır? Yakınsa ona fısıltı şeklinde dua edelim, uzaksa bağıralım” dedi. Bunun üzerine ayet indi. Allah’ın istediği iman ve itaattir. Allah, iman edip itaat edenlerin dualarını kabul edeceğini vadetmiştir. Gerçek manada iman edip Allah’a kulluk edenlerin duası kabul olunur.
187. Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde ibadete çekilmiş olduğunuz zamanlarda kadınlarla birleşmeyin. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın bu sınırlara yaklaşmayın. İşte böylece Allah âyetlerini insanlara açıklar. Umulur ki korunurlar.
İslam’ın ilk zamanlarında farz olan ramazan orucunu tutarken sahur yemeği yoktu. Oruç tutan kimse, akşam orucunu açınca yatsı namazını kılıp uyuyuncaya kadar yer içerdi. Bundan sonra yemek, içmek ve kadınlara yaklaşmak haramdı. Bazı müslümanlar dayanamayıp kadınlara yaklaştı. Bazıları iftardan sonra yorgunlukları sebebiyle hemen uyudukları için, ertesi gün açlık ve susuzluktan baygınlık geçirdiler. Cenab-ı Allah müminlere acıdı ve bir kolaylık olmak üzere bu ayeti indirdi. “Beyaz iplik ve siyah iplik” ifadelerinden maksadı, “mine’l-fecr:tanyerinin ağarmasından” ilavesi açıklığa kavuşturmuştur. Buna göre orucun başlaması gereken zaman (imsak), güneşin doğmasına değil, fecrin doğmasına, yani tanyerinin ağarmaya başlamasına bağlıdır. İplik tabiri de, tanyeri, ağarmasının başlangıcını ifade etmektedir. Aydınlık yayılıp yükselince, artık ona ”beyaz iplik” denemez. Aydınlığın başladığı an sahurun bittiği ve imsakın başladığı, aynı zamanda sabah namazı vaktinin de girdiği andır.
188. Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları hakimlere (idarecilere veya mahkeme hakimlerine) vermeyin.
Bu ayette işaret edilmek istenen mana, daha ziyade rüşvet ve çıkarcılıktır. Binaenaleyh aldatma ve dalavere ile elde edilen bütün kazançlar haramdır.
189. Sana, hilâl şeklinde yeni doğan ayları sorarlar. De ki: Onlar, insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir. İyi davranış, asla evlere arkalarından gelip girmeniz değildir. Lâkin iyi davranış, korunan (ve ölçülü giden) kimsenin davranışıdır. Evlere kapılarından girin, Allah’tan korkun, umulur ki kurtuluşa erersiniz.
Peygamberimize yeni doğan hilalin önce incecik olması, sonra her gün büyümesi, dolunay olduktan sonra tekrar incelip kaybolması ve tekrar aynı şekilde doğup devam etmesi sorulmuştu. Ayette verilen cevapta ”Ayın bu şekildeki hareketi, kameri senenin hesap edilmesini, özellikle hac günlerinin bilenmesini sağlamaktır.”denildi. Ayrıca eskiden Araplar hac için ihram giydiklerinde veya hac dönüşünde evlere kapısından değil de arkadan açılan bir delikten girmenin iyilik olduğuna inanırlardı. Yukarıdaki ayette bunun da yanlış olduğu anlatılmıştır.
190. Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez.
191. Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram’da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir.
192. Eğer onlar (savaştan) vazgeçerlerse, (şunu iyi bilin ki) Allah gafûr ve rahîmdir.
193. Fitne tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur.
194. Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler (dokunulmazlıklar) karşılıklıdır. Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah’tan korkun ve bilin ki Allah müttakîlerle beraberdir.
Resulullah (s.a) hicretin altıncı yılında umre yapmak maksadıyla Mekke’ye doğru yola çıkmıştı. Mekke yakınlarındaki Hudeybiye’ye gelince müşrikler Mekke’ye girmelerini önlediler. Orada çetin münakaşalar oldu. Sonunda İslam tarihinin en mühim hadiselerinden biri olan Hudeybiye antlaşması yapıldı. Bu antlaşmada yer alan maddelerden birine göre, müslümanlar o sene Harem-i Şerif’i ziyaret etmeden geri dönecekler, gelecek sene aynı haram ayı içinde Mescid’i ziyaret edip umre yapacaklardı. Müşrikler bunu başarı saydılar. Allah, müslümanları ertesi sene aynı anda Mescid-i Haram’a getirdi. Böylece haram ay, haram aya karşılık oldu.
İslam hukukuna göre saldırıya ancak misli ile mukabele edilir, aşırı gitmek suçtur. Bütün harplerde önce insanlar dine çağrılır. Müslüman olmayı yahut cizye vermeyi kabul etmeyenlerle savaşılır.
195. Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Her türlü hareketinizde dürüst davranın. Çünkü Allah dürüstleri sever.
Ayette geçen “ihsan” kelimesi, bir işi tam ve noksansız yapmak, işin hakkını vermek ve dürüst olmak demektir.
Nitekim bir hadiste Resulullah (s.a)a “İhsan nedir?” diye sorulmuş. O da: “ Allah’a, O’nu görüyormuş gibi kulluk etmendir, her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da, O seni görüyor” buyurmuştur. Kulluk umumi bir davranıştır. Bu itibarla hadisteki manayı, özellikle ibadete yöneltmek doğru değildir. Esasen Arapça’da ihsan, işi doğru dürüst yapmaktır. Onun için işinin ehli olana “muhsin” denir. Tercüme bu anlayışa göre yapılmıştır. Sosyal yardımı ve adaleti de içine alan ihsan ve infakı, “tehlikeyi önleyen bir tedbir” olarak gösteren ayet, adaletin anarşiyi ve ihtilali önlediğine de işaret etmektir.)
196. Haccı ve umreyi Allah için tam yapın. Eğer (bunlardan) alıkonursanız kolayınıza gelen kurbanı gönderin. Kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden her kim hasta olursa yahut başından bir rahatsızlığı varsa, oruç veya sadaka veya kurban olmak üzere fidye gerekir. (Hac yolculuğu için) emin olduğunuz vakit kim hac günlerine kadar umre ile faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir. Kurban kesmeyen kimse hac günlerinde üç, memleketine döndüğü zaman yedi olmak üzere oruç tutar ki, hepsi tam on gündür. Bu söylenenler, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah’tan korkun. Biliniz ki Allah’ın vereceği ceza ağırdır.
197. Hac, bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet ederse (ihramını giyerse), hac esnasında kadına yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yoktur. Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir. (Ey müminler! Ahiret için) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvâdır. Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime muhalefetten) sakının.
Eskiden Araplar, hac mevsiminde bir takım panayırlar kurarlar, orada çeşitli sahalarda alışveriş yaparlardı. Bunlar o zaman cahiliye devri adetlerine göre cereyan ederdi. Müslümanlar bunları günah saydılar. Allah Teala aşağıdaki ayetlerde bu hususa açıklık getirdi.
198. (Hac mevsiminde ticaret yaparak) Rabbinizden gelecek bir lütfu (kazancı) aramanızda size herhangi bir günah yoktur. Arafat’tan ayrılıp akın ettiğinizde Meş’ar-i Haram’da Allah’ı zikredin ve O’nu size gösterdiği şekilde anın. Şüphesiz siz daha önce yanlış gidenlerden idiniz.
Diğer ibadetler gibi haccın da ferde ve topluma sayısız faydaları vardır. Bunların en önemlilerini şu maddelerde toplayabiliriz:
1-İhram, tek tip ve basit bir elbisedir. Bütün hacı namzetleri bunu giyerek sonradan edindikleri mal, mülk, rütbe, makam ve benzerlerini geride bırakır, tek farkın şahsi faziletten ibaret olduğu gerçek eşitliği yaşarlar.
2-Kefeni andıran ihram içinde yapılan Arafat vakfesi aynı zamanda bir mahşer örneğidir. Bu manzara, belki bir ömür boyu insana ölümü ve haşri hatırlatır.
3-Çeşitli ırk ve kültürlere mensup müslümanların toplanmalarına vesile olan hac, bir “maddi ve manevi değerler” alışverişine vasıta olmakta, problemlere ortak çözümler arama imkanı vermektedir.
4-Kabe etrafında tavaf tevhid fikrini temsil etmekte, farklı yönlere, fakat daima Kabe’ye yönelerek kılınan namaz “Nereye dönseniz Allah oradadır” prensibini ruhlara işlemektedir. Metodlar, ictihatlar, kanaatler farklı olabilir, ancak her şey Allah içindir, Allah rızasına yönelmelidir.
199. Sonra insanların (sel gibi) aktığı yerden siz de akın. Allah’tan mağfiret isteyin. Çünkü Allah affedici ve esirgeyicidir.
200. Hac ibadetlerinizi bitirince, babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah’ı anın. İnsanlardan öyleleri var ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver, derler. Böyle kimselerin ahiretten hiç nasibi yoktur.
201. Onlardan bir kısmı da: Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru! derler.
202. İşte onlar için, kazandıklarından büyük bir nasip vardır. (Şüphesiz) Allah’ın hesabı çok süratlidir.
203. Sayılı günlerde (eyyam-ı teşrikte telbiye ve tekbir getirerek) Allah’ı anın. Kim iki gün içinde acele edip (Mina’dan Mekke’ye) dönmek isterse, ona günah yoktur. Bunlar günahtan sakınanlar içindir. Allah’tan korkun ve bilin ki hepiniz O’nun huzurunda toplanacaksınız.
Aşağıda gelen üç ayet Ahnes b. Şurayk hakkında inmiştir. Güzel konuşan ve yakışıklı bir kimse olan Ahnes, münafık idi. Resulullah’ın yanına gelir, güzel sözlerle müslümanlık taslardı. Halbuki içi fenalık dolu idi. İşi gücü müslümanlara zarar vermekti. İşte ayetlerde böyle konuşan, hoş görünen kimselere hemen kanmamak, iyice emin olmadan kimseye güvenmemek gerektiği anlatılmıştır.
204. İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana (samimi olduğuna) Allah’ı şahit tutar. Halbuki o, hasımların en yamanıdır.
205. O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.
206. Böylesine “Allah’tan kork!” denilince benlik ve gurur kendisini günaha sevkeder. (Ceza ve azap olarak) ona cehennem yeter. O ne kötü yerdir!
207. İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah’ın rızasını almak için kendini ve malını feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir.
İbn Abbas’tan gelen rivayete göre bu ayet Suheym b. Sinan er-Rumi hakkında inmiştir. Mekke müşrikleri bu zatı yakalamış, dininden döndürmek için işkence etmişlerdi. Suheyb, Mekkelilere “Ben ihtiyar bir adamım. Malım da var. Sizden veya düşmanlarınızdan olmamın size bir zararı olmaz, ben bir söz söyledim ondan caymayı iyi görmem, malımı ve eşyamı size verir, dinimi sizden satın alırım” demişti. Onlar buna razı olmuşlar, Suheyb’i salıvermişlerdi. Oradan kalkıp Medine’ye gelirken bu ayet nazil oldu. Şehre girerken kendisine rastlayan Hz. Ebubekir, “Alışverişin karlı olsun ya Suheyb” demiş, o da “Senin alışverişin de zarar etmesin” cevabını vermiştir.
208. Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır.
209. Size (Kur’an ve Sünnet gibi) apaçık deliller geldikten sonra, eğer barıştan saparsanız, şunu iyi bilin ki Allah azîzdir, hakîmdir.
210. Onlar, ille de buluttan gölgeler içinde Allah’ın ve meleklerinin gelmesini mi beklerler Halbuki iş bitirilmiştir. (Allah nizamı artık değişmez.) Bütün işler yalnızca Allah’a döndürülür.
211. İsrailoğullarına sor ki kendilerine nice apaçık mucizeler verdik. Kim mucizeler kendisine geldikten sonra Allah’ın nimetini (âyetlerini) değiştirirse bilsin ki Allah’ın azabı şiddetlidir.
212. Kâfir olanlar için dünya hayatı câzip kılındı. (Bu yüzden) onlar, iman edenler ile alay ederler. Oysa ki, (iman edip) inkârdan sakınanlar kıyamet gününde onların üstündedir. Allah dilediğine hesapsız rızık verir.
Ebu Cehil ve arkadaşları, fakir müminler ile alay ettiler, bunun üzerine bu ayet nazil oldu. Hayat gerçeğini sadece dünya malı ile değerlendiren kafirler için dünya malı cazip hale getirilmiştir. Onun için bunlar, üstün değerlere değil, geçici dünya malına kıymet vermişler, sonunda dünya malı onlara hiçbir fayda sağlamamıştır.
213. İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir.
Bütün insanlık başlangıç itibariyle bir tek ümmet idi. Hz. Adem’den çoğalmıştı. Zamanla ihtilafa düştüler. Peygamberler insanlar arasında beliren anlaşmazlıkları gidermek için gönderildi.
214. (Ey müminler! ) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah’ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.
Bu ayet, bir rivayete göre, Hendek savaşında müslümanların çektiği sıkıntıları dile getirir. Diğer rivayete göre, Uhud savaşı ile ilgilidir. Bir başka rivayete göre ise evlerini, mallarını ve yakınlarını Mekke’de bırakıp çeşitli sıkıntılara katlanarak Medine’ye göç eden müslümanları teselli için inmiştir.
215. Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Maldan harcadığınız şey, ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için olmalıdır. Şüphesiz Allah yapacağınız her hayrı bilir.
216. Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
Savaş insanların severek, zevk alarak yaptıkları bir şey değildir. Fıtratı ve ruh sağlığı bozulmamış kimseler öldürmek, yakıp yıkmak, acılar vermekten zevk almaz, bunlardan hoşlanmaz. Ancak vücudu kurtarmak için kangren olmuş elin kesilmesi, içeride kalmış çocuğu kurtarmak için kapının kırılması nasıl zaruri ise savaş da toplumların hayatında böyle zaruret haline gelebilir. Din ve vicdan hürriyetini sağlamanın, zulmü ve fitneyi önlemenin, tecavüzlere son vermenin yolu savaştan geçebilir. İşte bu durumlarda savaşmak şüphesiz insanlık için daha hayırlı ve daha şerefli bir davranıştır. Cihad ise hiçbir zaman bir saldırı değildir. Çünkü önce İslam’a davet yapılır, kabul eden müslümandır. İslam’ı kabul etmeyenden tabi olması istenir. Bunu da kabul etmezse, ancak o zaman savaşılır. Savaştaki sırrı biz bilemeyiz ama onu Allah bilir. Bazı milletler cezaya müstahak olunca, Allah onları çeşitli belalarla cezalandırır. İşte onlardan birisi de savaştır.
Resulullah Efendimiz, Abdullah b. Cahş kumandasında bir müfrezeyi, Kureyş kervanından haber getirmeleri için Mekke’ye göndermişti. Kureyş kervanını görünce, dayanamayarak hücum ettiler. Kervandan bir kişiyi öldürdüler, iki kişiyi esir aldılar. Kervanı sürüp Peygamberimize getirdiler. O gün receb ayının ilk günüydü. Müşrikler:Muhammed, haram aylarında savaşıyor, diye yaygara kopardılar. Bunun üzerine bu ayet indi.
217. Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır. (İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah’ı inkâr etmek, Mes-cid-i Haram’ın ziyaretine mâni olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır. Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gider. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar.
“Fitne” savaş, anarşi; din ve vicdan hürriyetine karşı baskı demektir.
218. İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah’ın rahmetini umabilirler. Allah, gafûr ve rahîmdir.
219. Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür. Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. “İhtiyaç fazlasını” de. Allah size âyetleri böyle açıklar ki düşünesiniz.
Şarap haramdır. Şarabın haram olması onun hiçbir faydasının olmamasını gerektirmez. Zararı faydasından çok olduğu için haram kılınmıştır. Kumarda da kazanan taraf için zahiri bir fayda görülür, ama kaybeden taraf için büyük bir zarar vardır. Onun için kumar oynamak haram kılınmıştır. Bu ayetin başı, bundan önceki ayetin son cümlesi olan “ki düşünesiniz” ile bağlantılıdır. Dünya ve ahiretle ilgili işlerinizi iyi düşünüp gereğine göre hareket ederseniz, hem dünyada hem de ahirette saadete nail olursunuz, demektedir.
220. Dünya ve ahiret hakkında (lehinize olan davranışları düşünün ve ona göre hareket edin). Sana yetimler hakkında soruyorlar. De ki: Onları iyi yetiştirmek (yüz üstü bırakmaktan) daha hayırlıdır. Eğer onlarla birlikte yaşarsanız, (unutmayın ki) onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, işleri bozanla düzelteni bilir. Eğer Allah dileseydi, sizi de zahmet ve meşakkate sokardı. Çünkü Allah güçlüdür, hakîmdir.
Yetimlere iyi muamele edilmeli, yetim oldukları hissettirilmemelidir. Yetimin velisi durumunda olan kimsenin, onu ifsat mı ettiğini, yoksa ıslah mı ettiğini Allah bilir. O yetimdir diye ona iyi davranmayanlar, Allah’ın murakabesi altında olduklarını unutmamalıdırlar.
221. İman etmedikçe putperest kadınlarla evlenmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kadından, imanlı bir câriye kesinlikle daha iyidir. İman etmedikçe putperest erkekleri de (kızlarınızla) evlendirmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kişiden inanmış bir köle kesinlikle daha iyidir. Onlar (müşrikler) cehenneme çağırır. Allah ise, izni (ve yardımı) ile cennete ve mağfirete çağırır. Allah, düşünüp anlasınlar diye âyetlerini insanlara açıklar.
İslam’a göre insanın değeri imanına bağlıdır. Allah katında köle ve cariye bile olsa imanlı kimse daha üstündür ve daha temizdir. Onun için bir müslümanın dinsiz ve putperestlerle evlenmesi kesin olarak haram kılınmıştır.
222. Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever.
223. Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın. Kendiniz için önceden (uygun davranışlarla) hazırlık yapın. Allah’tan korkun, biliniz ki siz O’na kavuşacaksınız. (Yâ Muhammed!) müminleri müjdele!
Cinsi temasın şekli sınırlı değildir. Yasak olan sapık ilişkidir. Temastan önce hazırlık hem maddi ve cinsi hem de besmele vb. gibi manevi olarak anlaşılmıştır.
224. Yeminlerinizden dolayı Allah’ı (O’nun adını), iyilik etmenize, O’ndan sakınmanıza ve insanların arasını düzeltmenize engel kılmayın. Allah işitir ve bilir.
225. Allah sizi kasıtsız yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Lâkin kasıtlı yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar. Allah gafûrdur, halîmdir.
226. Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler dört ay beklerler. Eğer (bu müddet içinde) kadınlarına dönerlerse, şüphesiz Allah çokça bağışlayan ve esirgeyendir.
227. Eğer (müddeti içinde dönmeyip kadınlarını) boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar). Biliniz ki, Allah işitir ve bilir.
“İla” yemin manasınadır. Kişinin eşine yaklaşmamak için yaptığı yemin karşılığında kullanılmıştır. Cahiliye devri Arapları, kadınlar üzerinde bir baskı olmak üzere, onlara darıldıkları vakit kadınlardan uzak dururlar, hiç yanlarına varmazlar, cinsi temas yapmazlar ve onlara yaklaşmamak hususunda yemin ederlerdi. İşte İslam bu şekilde
yapılan haksız davranışları önlemiş, doğru yolu göstermiştir. Belli müddet içinde yeminini bozan kefaret verir. Müddet tamamlanırsa evlilik sona erer.
228. Boşanmış kadınlar, kendi başlarına (evlenmeden) üç ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer onlar Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde Allah’ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz. Eğer kocalar barışmak isterlerse, bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya daha fazla hak sahibidirler. Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler. Allah azîzdir, hakîmdir.
Bu üstünlük aile reisliğinden ibarettir.
229. Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermektir. Kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şey almanız size helâl olmaz. Ancak erkek ve kadın Allah’ın sınırlarında kalıp evlilik haklarını tam tatbik edememekten korkarlarsa bu durum müstesna. (Ey müminler!) Siz de karı ile kocanın, Allah’ın sınırlarını, hakkıyla muhafaza etmelerinden kuşkuya düşerseniz, kadının (erkeğe) fidye vermesinde her iki taraf için de sakınca yoktur. Bu söylenenler Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir.
230. Eğer erkek kadını (üçüncü defa) boşarsa, ondan sonra kadın bir başka erkekle evlenmedikçe onu alması kendisine helâl olmaz. Eğer bu kişi de onu boşarsa, (her iki taraf da) Allah’ın sınırlarını muhafaza edeceklerine inandıkları takdirde, yeniden evlenmelerinde beis yoktur. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Allah bunları bilmek, öğrenmek isteyenler için açıklar.
Cahiliye devrinde erkekler eşlerini defalarca boşar, sonra geri alırlardı. İslam dini, kadına, hakime ve hakemlere başvurarak kocasını boşamak hakkını elde etme imkanı tanıdığı gibi, erkeğin boşanma hakkını da üç talak ile sınırlamıştır. Bundan sonra erkeğin aynı kadınla tekrar evlenebilmesi hem kadının iradesine hem de ciddi olarak başka bir erkekle evlenip boşanmış olmasına bağlıdır.
231. Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit ya onları iyilikle tutun yahut iyilikle bırakın. Fakat haksızlık ederek ve zarar vermek için onları nikâh altında tutmayın. Kim bunu yaparsa muhakkak kendine kötülük etmiş olur. Allah’ın âyetlerini eğlenceye almayın. Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini, (size verdiği hidayeti), size öğüt vermek üzere indirdiği Kitab’ı ve hikmeti hatırlayın. Allah’tan korkun. Bilesiniz ki Allah, her şeyi bilir.
232. Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. İşte bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü tutmanız kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
Bu ayetin iniş sebebi, rivayete göre, Ma’kıl b. Yesar’dır. Bu zat, kız kardeşini boşayan kocası onu tekrar almak isteyince buna karşı çıkmış ve mani olmak istemişti. O esnada bu ayet inmiş, Resulullah (s.a), Ma’kıl’ı çağırmış ve bu ayeti okumuştu. Ma’kıl, “Rabbimin emri benim arzuma uymadı. O’nun emrine rıza gösteriyorum” demiş ve kız kardeşini eski kocasıyla evlendirmiştir. Cabir b. Abdullah hakkında da buna benzer bir olay nakledilir. Ancak her ne kadar nüzul sebebi bunlar ise de ayetin hükmü umumidir.
233. Emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların örfe uygun olarak beslenmesi ve giyimi baba tarafına aittir. Bir insan ancak gücü yettiğinden sorumlu tutulur. Hiçbir anne, çocuğu sebebiyle, hiçbir baba da çocuğu yüzünden zarara uğratılmamalıdır. Onun benzeri (nafaka temini) vâris üzerine de gerekir. Eğer ana ve baba birbiriyle görüşerek ve karşılıklı anlaşarak çocuğu memeden kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur. Çocuklarınızı (süt anne tutup) emzirtmek istediğiniz takdirde, süt anneye vermekte olduğunuzu iyilikle teslim etmeniz şartıyla, üzerinize günah yoktur. Allah’tan korkun. Bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı görür.
234. Sizden ölenlerin, geride bıraktıkları eşleri, kendi başlarına (evlenmeden) dört ay on gün beklerler. Bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, kendileri hakkında yaptıkları meşru işlerde size bir günah yoktur. Allah yapmakta olduklarınızı bilir.
İddetin hikmeti, rahimin temiz olduğunun tesbitidir. Bunda vasıta, hayızdır. Dört ay içinde üç veya dört hayız vaki olur ki bu, kadının hamile olmadığını gösterir. Ölüm sebebiyle ayrılmada ayrıca matem durumu da vardır. Mühim olan, bu dört aylık müddet dolmadan kadının başkasıyla evlenmemesidir. Bu müddet içinde evlenme ile ilgili açık konuşmalar yapılmaması da tavsiye edilmiştir. Gerek boşanma, gerekse ölüm sebebiyle ayrılmadan sonra tekrar evlenme için iddet bekleme zorunluluğu hem kadın hem de onun yakınları için bir teselli ve alıştırma devresi olması sebebiyle psikolojik bakımdan faydalı bir uygulamadır. Bilhassa kadının yakınlarından meydana gelecek hoşnutsuzluklar belli ölçüde azaltılmış olur.
235. (İddet beklemekte olan) kadınlarla evlenme hususundaki düşüncelerinizi üstü kapalı biçimde anlatmanızda veya onu içinizde gizli tutmanızda size günah yoktur. Allah bilir ki siz onları anacaksınız. Lâkin, meşru sözler söylemeniz müstesna, sakın onlara gizlice buluşma sözü vermeyin. Farz olan bekleme müddeti dolmadan, nikâh kıymaya kalkışmayın. Bilin ki Allah, gönlünüzdekileri bilir. Bu sebeple Allah’tan sakının. Şunu iyi bilin ki Allah gafûrdur, halîmdir.
236. Nikâhtan sonra henüz dokunmadan veya onlar için belli bir mehir tayin etmeden kadınları boşarsanız bunda size mehir zorunluğu yoktur. Bu durumda onlara müt’a (hediye cinsinden bir şeyler) verin. Zengin olan durumuna göre, fakir de durumuna göre vermelidir. Münasip bir müt’a vermek iyiler için bir borçtur.
237. Kendilerine mehir tayin ederek evlendiğiniz kadınları, temas etmeden boşarsanız, tayin ettiğiniz mehrin yarısı onların hakkıdır. Ancak kadınların vazgeçmesi veya nikâh bağı elinde bulunanın (velinin) vazgeçmesi hali müstesna, affetmeniz (mehirden vazgeçmeniz), takvâya daha uygundur. Aranızda iyilik ve ihsanı unutmayın. Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızı hakkıyla görür.
238. Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah’a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın.
“Namaz dinin direğidir” hadisinde belirtildiği üzere en büyük ibadet Allah rızası için kılınan namazdır. Ayette geçen ”orta namaz”dan maksat, ikindi namazıdır. Resulullah s.a) Hendek savaşında şöyle buyurmuştur:”Orta namazdan yani ikindi namazından bizi alıkoydular. Allah onların evine ateş doldursun!” Orta namazın hangi vakit olduğu hususunda farklı rivayetler de vardır.
239. Eğer (herhangi bir şeyden) korkarsanız (namazlarınızı) yürüyerek yahut binmiş olarak (kılın). Güvene kavuştuğunuz zaman, siz bilmezken Allah’ın size öğrettiği şekilde O’nu anın (namaz kılın).
240. Sizden ölüp de (dul) eşler bırakan kimseler, zevcelerinin, evlerinden çıkarılmadan, bir yıla kadar bıraktıkları maldan faydalanmaları hususunda (sağlıklarında) vasiyet etsinler. Eğer o kadınlar, (kendiliklerinden) çıkıp giderlerse, kendileri hakkında yaptıkları meşru şeylerden size bir günah yoktur. Allah azîzdir, hakîmdir.
241. Boşanmış kadınların, hakkaniyet ölçülerinde (kocalarından) menfaat sağlamak haklarıdır; bu, Allah korkusu taşıyanlar üzerine bir borçtur.
242. Allah size işte böylece âyetlerini açıklar ki düşünüp hakikati anlayasınız.
243. Binlerce oldukları halde, ölüm korkusundan dolayı yurtlarından çıkıp gidenleri görmedin mi? Allah onlara “Ölün!” dedi (öldüler). Sonra onları diriltti. Şüphesiz Allah insanlara karşı lütufkârdır. Lâkin insanların çoğu şükretmez.
Rivayetlere göre Vasıt yakınlarındaki Daverdan’da bulaşıcı bir hastalık zuhur etmiş, kasaba halkı oradan kaçmışlar, Allah onları öldürmüş, sonra da ibret için diriltmişti. Bu kıssa Peygamberimize “Görmedin mi?” şeklinde ifade edilmiştir, halbuki Peygamberimiz onları görmemiş yani o devirde yaşamamıştır. Gerek diğer semavi kitaplarla, gerekse Kur’an-ı Kerim’le bu nevi haberler Hz.Peygamber’e bildirilmiş olduğundan, Kur’an-ı Kerim bu bilgiye, Arapların ifade üslubuna uygun olarak “Görmedin mi?” şeklinde dikkat çekmiştir.
244. Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah, her şeyi işitir ve bilir.
245. Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah’a güzel bir borç (isteyene faizsiz ödünç) verecek yok mu? Darlık veren de bolluk veren de Allah’tır. Sadece O’na döndürüleceksiniz.
246. Musa’dan sonra, Benî İsrail’den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere: “Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım” demişlerdi. “Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?” dedi. “Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?” dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.
Mısır’la Filistin arasında yaşayan Amalika, o devirdeki kralları Calut’un kumandasında İsrailoğullarına saldırdı ve onları perişan edip yurtlarından çıkardı. Bunun üzerine İsrailoğulları, o anda aralarında bulunan peygamberlerinden kendilerine bir kumandan tayin etmesini istediler. Devrin peygamberi, Talüt adında haktan birini hükümdar ve kumandan tayin etti. Aşağıdaki ayetlerde kıssa tafsilatıyla anlatılmaktadır.
247. Peygamberleri onlara: Bilin ki Allah, Tâlût’u size hükümdar olarak gönderdi dedi. Bunun üzerine: Biz, hükümdarlığa daha lâyık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkânlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur? dediler. “Allah sizin üzerinize onu seçti, ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir” dedi.
247-İsrailoğullarının ileri gelenlerine göre iktidar, servet ve sermaye sahiplerinin olmalıdır. Halbuki bu fikir, toplum menfaatine ve adalete aykırıdır. Doğru olan iktidara zenginlerin değil, ehil olan kimselerin gelmesidir. Kişinin ehliyetini, onun manevi gücü, bilgisi ve görgüsü ile beden kuvveti ve cesareti temsil eder.
248. Peygamberleri onlara: Onun hükümdarlığının alâmeti, Tabut’un size gelmesidir. Meleklerin taşıdığı o Tabut’un içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sükûnet, Musa ve Harun hanedanlarının bıraktıklarından bir kalıntı vardır. Eğer inanmış kimseler iseniz sizin için bunda şüphesiz bir alâmet vardır, dedi.
Rivayete göre “Tabut” sandıktır. Hz. Musa onu savaşlarda ordunun önünde bulundurur, bu sayede askerleri güç ve moral kazanırlardı. Zamanla yahudiler zayıflayınca Tabut’u Calut ellerinden almıştı. Talut’un hükümdarlığına itiraz ettiler ve “eğer sahiden hükümdarsa delil getirsin dediler. Onlara “onun hükümdar olduğuna hüccet Tabut’un geri gelmesidir” denildi ve Tabut geri geldi.
249. Tâlût askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca: Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir, dedi. İçlerinden pek azı müstesna hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve iman edenler beraberce ırmağı geçince: Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur, dediler. Allah’ın huzuruna varacaklarına inananlar: Nice az sayıda bir birlik Allah’ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir, dediler.
250. Câlût ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında: Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Bize cesaret ver ki tutunalım. Kâfir kavme karşı bize yardım et, dediler.
251. Sonunda Allah’ın izniyle onları yendiler. Davud da Câlût’u öldürdü. Allah ona (Davud’a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah’ın insanlardan bir kısmının kötülüğünü diğerleriyle savması olmasaydı elbette yeryüzü altüst olurdu. Lâkin Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir.
Bu ayette, dünya hayatında cari olan ilahi nizamın bir ölçüde izahı vardır. Allah, insanlar arasında içtimai dengenin kurulmasını bazı sebeplere bağlamıştır. Bu itibarla insanlardan bir kısmı zengin bir kısmı fakir, bir kısmı güçlü, bir kısmı zayıf, bir kısmı sıhhatli bir kısmı hasta, bir kısmı mümin bir kısmı münkir olacak ki, bunlar arasında kurulacak alakalar, yeryüzünün imar edilmesini temin edecektir. Tıptı müsbet ve menfi kutuplar arasında ışık ve enerji meydana geldiği gibi insanlar arasında vuku bulan savaşlar da bu hikmete bağlıdır. İşte bu ayetlerde ilahi nizamın bazı prensipleri anlatılmıştır.
252. İşte bunlar Allah’ın âyetleridir. Biz onları sana doğru olarak anlatıyoruz. Şüphesiz sen, Allah tarafından gönderilmiş peygamberlerdensin.
Bu ayetlerde askeri disiplin anlatılır. Bir ordunun başarılı olması, her şeyden önce komutanın emirlerine harfiyen uymakla mümkün olur. Savaşta galip gelmek sayıya bağlı değildir. Haklı olmaya, doğruluğa, iman ve moral gücüne bağlıdır. Calut’u öldüren Davud, rivayetlere göre yedi yaşında çocuk imiş, Allah o Peygambere Calut’u Davud’un öldüreceğini bildirmiş, o da Davud’u beraber götürmüş, yolda üç taş dile gelip “Bizi al, Calut’u bizimle öldüreceksin” demişler, onları almış, sapanı ile atmış ve Calut’u öldürmüştür. Bu bir mucizedir.
253. O peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir. Meryem oğlu İsa’ya açık mucizeler verdik ve onu Rûhu’l-Kudüs ile güçlendirdik. Allah dileseydi o peygamberlerden sonra gelen milletler, kendilerine açık deliller geldikten sonra birbirleriyle savaşmazlardı. Fakat onlar ihtilafa düştüler de içlerinden kimi iman etti, kimi de inkâr etti. Allah dileseydi onlar savaşmazlardı; lâkin Allah dilediğini yapar.
Ruhu’l-Kudüs’ten maksat Cebrail’dir.
254. Ey iman edenler! Kendisinde artık alış-veriş, dostluk ve kayırma bulunmayan gün (kıyamet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın. Gerçekleri inkâr edenler elbette zalimlerdir.
255. Allah, O’ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O’nundur. İzni olmadan O’nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O’na hiçbir şey gizli kalmaz.) O’nun bildirdiklerinin dışında insanlar O’nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.
İçinde “kursi” kelimesi geçtiği için bu ayete “Ayetü’l-kürsi” denilmiştir. Burada kürsi bildiğimiz taht manasında olmayıp Allah’ın şanına layık, mahiyetini ancak kendisinin bildiği bir varlıktır. O’nun yüce sıfatlarını ve eşsiz kudretini anlatan bu ayetin azameti, onu okumanın büyük sevabı ve tesirleri hakkında hadisler vardır. Efendimiz bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Kur’an’da en büyük ayet, Ayetü’l-kürsi’dir. Onu okuyana Allah bir melek gönderir, onun hasenatını yazar. İçinde okunduğu evi, şeytan otuz gün terkeder. O eve kırk gün sihir ve sihirbaz giremez. Ya Ali! Bunu evladına, ailene ve komşularına öğret.” Başka bir hadiste de: “Günlerin önemlisi cuma, sözlerin üstünü Kur’an, Kur’an’ın en önemli suresi el-Bakara, Bakara’nın en büyük ayeti de Ayetü’l-kürsi’dir” denilmiştir. Hayy, lügatte diri, canlı manasına gelir. Allah’ın sıfatlarından olup, devamlı var olan, kesintiye uğramayan, varlığı ezeli ve ebedi olan demektir. Kayyum ise, bütün mahlukatın idaresini bizzat yürüten, hepsini hesaba çeken demektir.
256. Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.
Tağut, şeytan ve Allah’tan başka tapılan her şey demektir. İnsanın nefsi yani kötü arzuları şeytanın saptırmasına kanar. Onun için nefsine uymayan kimse kolay kolay günah işlemez. Aslında dinin koyduğu kaidelere uymamıza mani olan, içimizdeki kötü arzulardır. Bu arzuları eğitmek suretiyle insan kendini kötülüklerden koruyabilir. İslam insanları, din duygularını uyandırmak ve akıllarını doğru yönde işletmek suretiyle kendisini davet etmektedir. Kur’an’ın açıklamalarıyla doğru eğriden ayırt edilir hale gelmiştir. Bu irşadın ışığında İslam’a ilk adımı atmak, hür iradeleriyle insanlara aittir.
257. Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürür. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar.
Bu ayette mümin ile kafir mukayese edilmiş, Allah’a onun gönderdiği peygamberlere inananları Allah’ın aydınlığa götürdüğü, şeytana uyup kafir olanları da şeytanın karanlığa ittiği, bu sebeple cehennemlik oldukları anlatılmıştır.
258. Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni (Nemrut’u) görmedin mi! İşte o zaman İbrahim: Rabbim hayat veren ve öldürendir, demişti. O da: Hayat veren ve öldüren benim, demişti. İbrahim: Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir, dedi. Bunun üzerine kâfir apışıp kaldı. Allah zalim kimseleri hidayete erdirmez.
259. Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarları çatıları üzerine çökmüş (alt üst olmuş) bir kasabaya uğradı; “Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba!” dedi. Bunun üzerine Allah onu öldürüp yüz sene bıraktı; sonra tekrar diriltti. Ne kadar kaldın? dedi. “Bir gün yahut daha az” dedi. Allah ona: Hayır, yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır. Eşeğine de bak. Seni insanlara bir ibret kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk, sonra tekrar dirilttik). Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz, dedi. Durum kendisince anlaşılınca: Şimdi iyice biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir, dedi.
258. Ayette Hz.İbrahim ile tartışan kimse ile 259, ayette yıkık kasabaya uğrayan kimselerin her ikisinin de kafir olduğunu söyleyen müfessirler vardır. Ancak daha yaygın olan rivayete göre, yıkık kasabaya uğrayan Uzeyr (a.s) dır. Uzeyr azığını almış, eşeğine binmiş giderken evleri yıkılmış harabe haline gelmiş, orada oturanlardan kimse kalmamış bir kasaba veya köy yıkıntılarının yanına gelir, orada konaklar. Etrafına bakar, bu şekilde ölenlerin nasıl dirileceğini düşünür. O anda uykusu gelir yatar. Allah onu öldürür, yüz sene sonra diriltir. Yiyecekleri hiç bozulmamış, ancak eşeği çürümüş sadece kemikleri kalmıştır, yıkık kasaba da imar edilmiştir. Uyandığı ilk anda, bir gün kadar veya daha az bir zaman uyuduğunu zanneder. Yiyeceklere bakınca gerçekten böyle olduğunu sanır. Eşeğine bakınca durumu anlar. Allah, Uzeyr’in gözü önünde eşeğini diriltir. Böylece Allah’ın kudret ve azametini çıplak gözle müşahede eder.
Hz. İbrahim ile münakaşa edenin ise Nemrut olduğu söylenir. Bazı müfessirler bu kıssasın Hz.İbrahim Mısır’a gittiği zaman vuku bulduğunu, “hayat veren ve öldüren benim” diyenin Firavun olduğunu söylemişlerdir. Burada mühim olan Hz.İbrahim’e verilen mucizedir ki Kur’-an’da ona sözle hasmı mağlup etmek manasına gelen “hüccet” denmiştir. Hz.İbrahim bu hüccet ile hasımlarını yenmeyi başarmıştır.
260. İbrahim Rabbine: Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster, demişti. Rabbi ona: Yoksa inanmadın mı? dedi. İbrahim: Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim), dedi. Bunun üzerine Allah: Öyleyse dört tane kuş yakala, onları yanına al, sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki Allah azîzdir, hakîmdir, buyurdu.
Hz.İbrahim ölen bir canlının yeniden nasıl dirileceğini merak etmiş ve bunun kendisine gösterilmesini Rabbinden istemiştir. Allah Teala ona, ayette geçtiği gibi maddi bir örnekle cevap vermiş, dirilişin mahiyetini izah etmiştir. Çünkü insanın bilgi kapasitesi, dirilme,canlanma olayını kavramaya elverişli değildir. Bundan önceki ayetlerde de geçtiği gibi peygamberlere verilen bu örnekler birer mucizedir. Mühim olan, Allah’ın bütün canlıları, özellikle insanı mutlaka diriltip hesaba çekeceğine kesinlikle iman etmektir.
261. Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki, her başakta yüz dane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah’ın lütfu geniştir, O herşeyi bilir.
262. Mallarını Allah yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, onların Allah katında has mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur, üzüntü de çekmeyeceklerdir.
263. Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, acelesi de yoktur.
264. Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak pürüzsüz kaya haline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Allah, kâfirleri doğru yola iletmez.
Bu ayetlerde hayır yapma teşvik edilmiş, ancak hayır yaparken kalp kırılmaması, fakirin küçümsenmemesi, eziyet edilmemesi ve yapılan iyiliğin başa kakılmaması, gösterişten kaçınılması emredilmiştir. Aksi halde yapılan hayırdan fayda ve sevap yerine karşılık olarak günah ve azap gelir.
265. Allah’ın rızasını kazanmak ve ruhlarındaki cömertliği kuvvetlendirmek için mallarını hayra sarfedenlerin durumu, bir tepede kurulmuş güzel bir bahçeye benzer ki, üzerine bol yağmur yağmış da iki kat ürün vermiştir. Bol yağmur yağmasa bile bir çisinti düşer (de yine ürün verir). Allah, yaptıklarınızı görmektedir.
266. Sizden biriniz arzu eder mi ki, hurma ve üzüm ağaçlarıyla dolu, arasından sular akan ve kendisi için orada her çeşit meyveden (bir miktar) bulunan bir bahçesi olsun da, bakıma muhtaç çoluk çocuğu varken kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, bahçeye de içinde ateş bulunan bir kasırga isabet ederek yakıp kül etsin! (Elbette bunu kimse arzu etmez.) İşte düşünüp anlayasınız diye Allah size âyetleri açıklar.
Bu ayette verilen örnek son derece ilginçtir. Zira insanın dünya hayatında daima karşılaşması beklenen durumları dile getirmektedir. Kişinin dünyada elde ettiği mevki, makam, zenginlik gibi değerlerin aslında hiçbir garantisi yoktur. Nice saltanatlar, devletler yıkılmakta, zenginler fakir düşmekte, iç savaşlar ve ihtilaller sebebiyle beklenmedik olaylar meydana gelmeden önce insanlar neler temenni ediyorlar, ne düşler kuruyorlardı. İşte her şeye rağmen insanı teselli edecek tek çare Allah’a iman ve ona dayanmaktır.
267. Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan hayra harcayın. Size verilse, gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah zengindir, övgüye lâyıktır.
268. Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder. Allah ise size katından bir mağfiret ve bir lütuf vâdeder. Allah herşeyi ihata eden ve herşeyi bilendir.
269. Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.
Derin ve yararlı bilgiye hikmet denir. Allah’ın kendisine hikmet verdiği kimseler öncelikle peygamberler, ilmiyle amel eden alimlerdir. Bilgili olmanın en çok değer verilen tarafı, insanlığa yararlı olmaktır. Peygamberimiz bir hadisinde:”Yararlı bilgi isteyin, yararsız bilgiden Allah’a sığının”buyurmuştur. Doğruluk, adalet, ihlas, sevgi, saygı,ağırbaşlılık, başkalarına faydalı olmak, cömertlik, alicenaplık gibi yüksek vasıfları taşıyan kimseler de hikmet ehlinden sayılır. İslam’a tam olarak inanan, Kur’an’ın emirlerini öğrenip noksansız uygulamak için çaba sarf eden, tüm kötülüklerden uzak duran kimse hikmet sahibidir ve kendisine büyük hayır verilmiştir.
270. Yaptığınız her harcamayı ve adadığınız her adağı muhakkak Allah bilir. Zalimler için hiç yardımcı yoktur.
271. Eğer sadakaları (zekât ve benzeri hayırları) açıktan verirseniz ne âlâ! Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır. Allah da bu sebeple sizin günahlarınızı örter. Allah, yapmakta olduklarınızı bilir.
Zekata aynı zamanda sadaka denmesinin iki sebebi vardır:Birincisi, malın temizlenip artması, ikincisi de imanda sadakat ve kemale delalet etmesidir. Zekat olsun sadaka olsun, yapılan hayırların gizli yapılması, aşikar yapılmasından üstün sayılmıştır, zira gizlice yapılan hayırlar riya ve gösterişten uzak olması sebebiyle hem Allah’ın rızasına daha uygundur, hem de insan haysiyet ve şerefini muhafaza bakımından daha faydalıdır.
272. (Ya Muhammed!) Onları doğru yola iletmek sana ait değildir. Lâkin Allah dilediğini doğru yola iletir. Hayır olarak harcadıklarınız kendi iyiliğiniz içindir. Yapacağınız hayırları ancak Allah’ın rızasını kazanmak için yapmalısınız. Hayır olarak verdiğiniz ne varsa; karşılığı size tam olarak verilir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.
273. (Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.
Bu ayette anılan fakirler hayatlarını Allah yolunda savaşa adayan mücahitler ile ilim yolcularıdır. Bunlar, bu kudsi meşguliyetleri dolayısıyla kazanca yönelme imkanından mahrumdurlar. Maddi yardımların bilhassa bunlara yapılması, cihadı ve ilmi teşvik edecektir.
274. Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık hayra sarfedenler var ya, onların mükâfatları Allah katındadır. Onlara korku yoktur, üzüntü de çekmezler.
Bu ayetlerde teşvik edilen hayırlardan birinci derecede murat edilen zekattır. Zira İslam’ın emrettiği şekilde, zekat noksansız verilirse fakirlik yok denecek kadar azalır. Ancak zekatın sarf yerleri belli ve sayılı olduğundan zekat sarf edilmeyen yerlere de zekatın dışında hayır yapılır. Vakıflar bunlardan biridir.
275. Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların “Alım-satım tıpkı faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alım-satımı helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah’a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar.
276. Allah faizi tüketir (Faiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez.
Faiz yasağı İslam’ın kesin hükümleri arasındadır ve her çeşidi ile faiz haramdır. Ferdi ve içtimai zaruret halleri müstesna olmakla beraber bunlar devamlı değildir. İslam’ın iktisadi, içtimai, ahlaki… nimazı bir bütün halinde işletildiği zaman faize zaruret hasıl olmaz. İslam ekonomisi sermaye birikimini teşvik için faizi değil, ortaklık usulünü ileri sürmüştür. Bu usulde sermaye faizsiz olacağı için maliyet enflasyon problemi ortadan kalkacak, mülkiyete iştirak tabana doğru yaygınlaşacak, ekonomik ve sosyal farklılaşma asgari seviyeye inecek; sermayeye, yatırımlara ve ticarete kötü gözle bakılmayacaktır. Para bir değişim vasıtasıdır. Onu, alınıp satılan mal haline getirmek ve rizikoya girmeden gelir sağlamak tatlı fakat zehirli yiyeceklerle beslenmeye benzer, tesirini gösterince çok defa iş işten geçmiş olur.
277. İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.
278. Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı terkedin.
279. Şayet (faiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız, Allah ve Resûlü tarafından (faizcilere karşı) açılan savaştan haberiniz olsun. Eğer tevbe edip vazgeçerseniz, sermayeniz sizindir; ne haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.
280. Eğer (borçlu) darlık içinde ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer (gerçekleri) anlarsanız bunu sadakaya (veya zekâta) saymak sizin için daha hayırlıdır.
281. Allah’a döndürüleceğiniz, sonra da herkese hak ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa uğratılmayacağı bir günden sakının.
282. Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit onu yazın. Bir kâtip onu aranızda adaletle yazsın. Hiçbir kâtip Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın; (her şeyi olduğu gibi) yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu) da yazdırsın, Rabbinden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın. Şayet borçlu sefih veya aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile -biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki kadın (olsun). Çağırıldıkları vakit şahitler gelmemezlik etmesin. Büyük veya küçük, vâdesine kadar hiçbir şeyi yazmaktan sakın üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah nezdinde daha adaletli, şehadet için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha uygundur. Ancak aranızda yapıp bitirdiğiniz peşin bir ticaret olursa, bu durum farklıdır. Bu durumda onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. (Genellikle) alışveriş yaptığınızda şahit tutun. Ne yazan, ne de şahit zarara uğratılsın. Eğer bunu yaparsanız (zarar verirseniz) şüphe yok ki bu, sizin yoldan çıkmanız demektir. Allah’tan korkun. Allah size gerekli olanı öğretiyor. Allah her şeyi bilmektedir.
Kur’an-ı Kerim, bu en uzun ayeti ile noterlik müessesesinin esaslarını koymuş, müslümanlarda bu tavsiyeyi genellikle uygulamışlardır. İslam’ın titizlikle üzerinde durduğu prensiplerden biri de hakkın korunmasıdır. Alacak ve borcun korunması, ifası gereken haklardandır. Hakkın icra ve ifası, onun bilinmesine, gerektiğinde isbat edilebilmesine bağlıdır. Gerek yazma ve yazdırma ve gerekse şahit tutma, isbat için hala kullanılan en geçerli vasıtalardandır.
İslam kadını, tabiat ve fıtratına uygun bir eğitim gördüğü, hayası ve duyguları güçlü olduğu için şahitlik gibi resmi ve ammeye açık konularda, hemcinsiyle takviye edilmesi uygun görülmüştür. “İşin yoksa şahit, paran çoksa kefil ol” şeklindeki meşhur söz, İslam’ın getirdiği kardeşlik ve dayanışma ruhunun söndüğü, ahlakın zayıfladığı devirlere aittir. Kur’an, müminleri, işleri olsa da şahitlik etmeye çağırmış, böylece hakların korunması görevine katılmalarını istemiştir. “Hak” yücedir, hiçbir şey onun üzerine çıkarılamaz.
283. Yolculukta olur da, yazacak kimse bulamazsanız (borca karşılık) alınmış bir rehin de yeterlidir. Birbirinize bir emanet bırakırsanız, emanet bırakılan kimse emaneti sahibine versin ve (bu hususta) Rabbi olan Allah’tan korksun. Şahitliği bildiklerinizi gizlemeyin. Kim onu gizlerse, bilsin ki onun kalbi günahkârdır. Allah yapmakta olduklarınızı bilir.
284. Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah’ındır. İçinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz de Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir, sonra dilediğini affeder, dilediğine de azap eder. Allah her şeye kadirdir.
285. Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. “Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır” dediler.
286. Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bizi esirge! Sen Mevlâmızsın; küfre sapan, seni tanımayanlara karşı bize yardım et/zafer ihsan eyle.”
Bakara Suresi’nin son iki ayetini oluşturan ve “Amenerresulü” diye anılan bu mübarek ayetler, ilahi emirler karşısında mutlak itaate yönelen müminlerin inançlarındaki sadakatlerini ifade etmektedir. Ayrıca bir önceki ayette geçen “İçinizdekileri açıklasanız da, gizleseniz da Allah sizi hesaba çekecektir” haberiyle endişeye kapılan müminlere bu ayetlerle kolaylık bahşedilmiş, mükellefiyetler hafifletilmiştir. Böylece Allah’a tam itaat ve iltica meyvelerini verirken yersiz kuşkular da bertaraf edilmiştiMirac gecesinde Peygamberimize vasıtasız şekilde vahyolunan bu ayetler, Resulullah’ın hadislerinde övülmüş, her zaman ve özellikle yatmadan önce okunması tavsiye edilmiştir. Bir hadiste Peygamber Efendimiz (sav): şöyle buyurmuştur “Kim, geceleyin Bakara sûresinin son iki âyetini okursa, o iki âyet, o gece ona yeter.” (İbn Mesûd (r.a.) / Buhârî.)
BU SUREYLE İLGİLİ ÖNEMLİ BİLGİLER
Adı:
Neden Bakara?
Bakara suresi, surenin 67-73. ayetlerinde geçen inek kıssası nedeniyle bu adı almıştır. Fakat bu, surenin konusunu bildirmek amacıyla verilmiş bir isim değildir. Bu nedenle, nasıl ki Veli, Ali gibi isimler başka dillere tercüme edilemiyorsa, Bakara da “inek” veya “buzağı” diye tercüme edilemez. Çünkü o zaman, surenin konusunun “inek” olduğu zannedilebilir. Kur’an’da, bu şekilde adlandırılmış daha birçok sure vardır. Çünkü (ne kadar zengin olursa olsun) Arapça, surelerde ele alınan konunun genişliğini kapsayacak kadar şümullü kelimelere sahip değildir. Aslında bütün dillerde aynı eksiklik vardır.
Nüzul Zamanı:
Medenî bir sure olmasına rağmen Bakara, Mekkî bir sure olan Fatiha’nın hemen ardından gelmektedir. Fatiha “Bizi doğru yola ilet” duasıyla bitiyordu. Bakara ise, “Bu bir kitaptır ve hidayettir” diye başlıyor.
Bakara suresinin büyük bir bölümü Hz. Peygamber’in (s.a.) Medine’de geçirdiği ilk iki yılda nazil olmuştur. Daha sonraki dönemde nazil olan kısa bir bölüm de, surede ele alınan konuyla yakın bağlantısı olduğu için sonradan sureye eklenmiştir. Örneğin, faizi yasaklayan ayetler Hz. Peygamber’in (s.a.) hayatının son döneminde nazil olmuş; fakat, bu sureye eklenmiştir. Aynı nedenle, Medine’ye hicretten önce Mekke’de nazil olan son ayetler de (284-286) bu sureye dahil edilmiştir.
Tarihsel arka-plan: Bu surenin anlamını tamamen kavrayabilmek için tarihsel arka-planı bilmemiz gerekir:
1) Mekke’de Kur’an genellikle İslâm’ın cahilî, müşrik Kureyşlilere hitap ediyordu. Fakat Medine’de Allah’ın birliği, peygamberlik, vahiy, Ahiret ve melekler gibi inançlara aşina olan Yahudilerle de ilgilenmeye başladı. Yahudiler, Allah’ın, peygamberi Hz. Musa’ya (a.s.) indirdiği kanuna inandıklarını söylüyorlardı ve ilke olarak onların yolu Hz. Muhammed’in (s.a.) öğrettiği yolun (İslâm) aynısı idi. Fakat yüzyıllardan beri onlar bu yoldan uzaklaşmışlar ve Tevrat’ta hiç anılmayan ve bildirilmeyen birçok gayri İslâmi inançları, ibadet şekillerini ve geleneklerini benimsemişlerdi. Sadece bununla da kalmayıp, kendi tefsir ve tevillerini asıl metindenmiş gibi kabul ederek, Tevrat’ı da tahrif etmişlerdi. Hatta kitaplarının asıl metni olan Allah kelâmını bile bozmuşlar, dinin gerçek ruhunu söndürüp, süregelen donuk bir âdetler dizisi haline getirmişlerdi. Bunun sonucu inançları, ahlâkları ve davranışları bozulmanın en aşağı seviyelerine düşmüştü. En kötüsü, onlar durumlarından memnun olmakla kalmıyor, aynı zamanda böyle devam etmekten hoşlanıyordu. Bununla birlikte hiçbir düzeltme ve ıslah hareketini kabule yanaşmıyor, böyle bir girişime ilgi bile duymuyorlardı. Bu nedenle, kendilerine doğru yolu öğretmeye gelenlerin en azılı düşmanları oldular ve bu tür çabalara karşı ellerinden geleni yaptılar. Önceleri müslüman olmalarına rağmen gerçek İslâm’dan sapmış, O’nda değişikler yapıp, bidatlar çıkarmış, ayrılık tohumlarının ve kılı kırk yarmalarının kurbanı olmuşlardı. Allah’ı unutup terketmişler ve ihtiraslarının kölesi haline gelmişlerdi. Üstelik “Müslüman” adını bırakıp, kendilerine “Yahudi” adını takmışlar ve dini İsrailoğulları’nın tekeline almışlardı.
Hz. Peygamber (s.a.) Medine’ye gidip Yahudileri hak dine davet ettiğinde, onların dinî durumu buydu. Bu surenin üçte birinden fazlasının İsrailoğulları’na hitap etmesinin nedeni, işte budur. Surede onların tarihî, ahlâkî bozulmaları, dinden sapmaları eleştirel bir yaklaşımla ele alınır. Buna paralel olarak, bir peygamberden sonra sapan bir topluluğun ne denli bozulduğunu belirlemek, gerçek ibadet ile şekilcilik arasına ve dinin esasları ile ikinci derecedeki kuralları arasına belirleyici bir çizgi çekmek amacıyla, hak dinin ana ilkeleri ve yüce ahlâkı da gözler önüne serilmektedir.
2) Mekke’de İslâm çoğunlukla ana ilkeleri tebliğ etmek ve müminleri ahlâken eğitmekle ilgileniyordu. Fakat Hz. Peygamber’in (a.s.) , müslümanların tüm Arabistan’dan gelip yerleştiği ve Ensar’ın yardımıyla küçük bir İslâm Devleti’nin kurulduğu Medine’ye hicretinden sonra, tabiî olarak Kur’an sosyal, kültürel, ekonomik, politik ve hukukî problemlere de değinmeye başladı. Mekke’de ve Medine’de nazil olan sureler arasındaki farkın nedeni işte budur. Bu nedenle bu surenin yarıdan fazlası, toplumda kaynaşma, dayanışma ve problemlerin çözümünü sağlamaya yarayan ilke ve düzenlemelerden oluşur.
3) Medine’ye hicretten sonra Tevhid ile Şirk arasındaki çatışma da yeni bir görünüme bürünmüştü. Bundan önce İslâm’ı kendi kabile ve akrabalarına tebliğ eden müminler, İslâm düşmanlarının saldırılarına kendilerini tehlikeye atarak karşılık vermek zorundaydı. Fakat tüm Arabistan’dan müslümanların bir araya gelip bir topluluk oluşturduğu ve bağımsız bir şehir devletinin kurulduğu Medine’de şartlar değişti. Buradaki çatışma, İslâm toplumu için hayatını devam ettirme meselesi haline gelmişti; çünkü, müslüman olmayan tüm Arabistan onu ortadan kaldırmak için birleşmişti. Bu nedenle İslâm toplumunun sadece başarılı olmasını değil, aynı zamanda varlığını devam ettirmesini de sağlayan aşağıdaki talimatlar bu sureyle nazil olmuştur:
a) İslâm toplumu, ideolojisini yaymak ve kendi tarafına mümkün olduğu kadar fazla insan çekebilmek için elinden gelen tüm gücü harcamalıdır.
b) İslâm’a karşı çıkanları öylesine gözler önüne sermelidir ki, akıllı bir insanın kafasında onların yanlış yolda oldukları hakkında en ufak bir şüphe bile kalmamalıdır.
c) (Çoğunluğu fakir ve yurtsuz olan, etrafı düşmanlarla sarılmış bulunan) Üyelerini, mücadelelerinde karşılaştıkları zor durumlarda hayatî önem arzeden ve onları bu zorlukları karşılamaya hazırlayan bir cesaret ve sabırla donatmalıdır.
d) Toplum, üyelerinin inançlarını ortadan kaldırmaya yönelik muhtemel bir saldırıyı karşılamaya ve düşmanlarının sayısal ve teknik üstünlüklerine aldırmaksızın onlara saldırmaya her an hazır halde bulunmalıdır.
e) Aynı zamanda onlarda, bâtıl yolların ortadan kaldırılması ve İslâmî tarzın ortaya konulması için gerekli olan cesaret ve şevki yaratmalıdır.
Bu nedenle Allah bu surede, yukarıdaki amaçları elde etmeye yardım edecek olan birçok talimatlar indirmiştir.
4) Bu dönemde yeni bir tür “müslüman” tipi, münafikûn (iki yüzlüler) türemeye başlamıştı. Mekke’de yaşanan son dönemde iki yüzlülük alâmetleri görülmeye başlamasına rağmen bu durum, Medine’de farklı bir şekil aldı. Mekke’de, İslâm’ın hak olduğuna inandığını söyleyen, fakat bu şehadetin sonuçlarını yüklenmeye, dünyevî fayda ve ilişkilerini feda etmeye ve bu inanç kabul edildiğinde hemen ardından gelen karşı çıkışlara katlanmaya hazır olmayan bazı kimseler vardı. Fakat Medine’de, başka çeşit münafıklar türemeye başladı.
İslâm’ı içinden yıkmak için İslâm’a girenler olduğu gibi, çevreleri müslümanlar tarafından sarılan ve dünyevî çıkarlarını korumak için “müslüman” olanlar da vardı. Bu nedenle onlar düşmanlarla da ilişkilerini devam ettiriyorlardı; çünkü, düşmanlar kazandığı takdirde onların çıkarlarına bir zarar gelmeyecekti. Bazıları da İslâm’ın gerçekliğine tam kâni olmamış; fakat, kabileleriyle birlikte müslüman olmuşlardı. Son olarak da entellektüel yönden İslâm’ın hak olduğunu kabul eden, fakat, eski geleneklerinden, bâtıl inançlarından, kişisel ihtiraslarından vazgeçip İslâmî bir hayat yaşamaya ve bunun yanısıra fedekârlıklar yapmaya yetecek denli ahlâkî şecaate, yiğitliğe sahip olmayan bir grup vardı.
Bakara’nın nazil olduğu dönemde her türden münafık türemeye başlamıştı. Bu nedenle Allah, sure içerisinde münafıkların özelliklerine dikkat çekmekte, kötü özellikleri ve hileli işleri açığa çıktıkça, onlarla ilgili talimatlar indirmektedir.
ÖZET
Ana fikir: Hidayet
Bu sure Hidayet’e davettir ve kıssalar, anlatılan olaylar hep bu ana fikir etrafında döner. Bu surede özellikle Yahudilere hitap ettiği için, Hz. Peygamber’e (s.a.) indirilen Hidayet’e tâbi olmanın kendi hayırlarına olacağını göstermek üzere, tarihte yaşanmış birçok olaya değinilmiştir. Yahudiler Kur’an’ı kabul edenlerin ilki olmalıdırlar. Çünkü bu Kitap, Hz. Musa’ya (a.s.) indirilenin aynısıdır.
Konular ve Birbirleriyle İlişkisi
1-20 Bu giriş ayetleri Kur’an’ı bir Hidayet Kitabı olarak ilân eder: İman’ın temellerini, yani Allah’a, peygamberliğe, öldükten sonra dirilmeye olan inancı belirler; insanları kabul etme ve reddetme hususunda üç gruba ayırır: Müminler, kâfirler ve münafıklar.
21-29 Allah insanları Hidayet’i kabul etmeye, Alemlerin Yaratıcısı ve Rabbi olan kendisine boyun eğmeye, gönderdiği Hidayet’e, yani Kur’an’a ve öldükten sonra dirilmeye inanmaya davet eder.
30-39 Hz. Adem’in (a.s.) yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak tayin edilmesinin; onun Cennet’teki hayatının; şeytan’ın saptırmalarına kapılmasının; tövbe edip, tövbesinin kabul edilişinin hikâyesi, insanoğluna (Hz. Adem’in nesline) en doğru şeyin Hidayet’e (doğru yola) uymak olduğunu göstermek üzere anlatılmıştır. Bu hikâye aynı zamanda, İslâmî Hidayet’in Hz. Adem’e (a.s.) verilenle aynı olduğunu ve İslâm’ın insanoğlunun hakiki dini olduğunu da göstermektedir.
40-120 Bu bölümde Hidayet’e davet, özellikle İsrailoğulları’na yöneltiliyor ve onların düşüş nedenlerinin, Hidayet’ten sapmaları olduğunu göstermek üzere geçmiş ve bugünkü tutumları eleştiriliyor.
121-141 Yahudiler, ataları olarak çok değer verdikleri ve bir peygamber olarak kabul ettiklerini söyledikleri İbrahim Peygamber’e (a.s.) verilen Hidayet’in aynısını getiren O’nun torunu ve izleyicisi olan Hz. Muhammed’e (s.a.) tâbi olmaları konusunda ikaz ediliyorlar. Hz. İbrahim’in (a.s.) Kâbe’yi inşa edişinin hikâyesi, Kâbe, İslâm toplumunun kıblesi olacağı için anlatılmıştır.
142-152 Bu bölümde sanki liderliğin, daha önceden Yahudilerin yurtlarından çıkarılmalarına neden olan haddi aşmalarına karşı birçok kez uyarılan İsrailoğulları’ndan alınıp, müslümanlara verildiğini ifade edercesine, kıble’nin Mescid-i Aksa’dan (Kudüs) Kâbe’ye (Mescid-i Haram, Mekke) çevrildiği ilân ediliyor.
153-251 Bu bölümde, müslümanlara Hidayet’i tebliğ etmeleri için emanet edilen liderliğin ağır sorumluluklarını kaldırabilmeleri için pratik çözümler sunuluyor. Ümmet’i ahlâken eğitmek için namaz, oruç, zekât, hac ve cihad farz kılınıyor. Müminler ulu’l-emre itaat etme, adil olma, verdikleri sözde durma, anlaşmalara sadık kalma, mallarını Allah yolunda harcama konularında teşvik ediliyorlar. Günlük hayatlarını düzenlemeleri ve ahenkli bir şekilde devam ettirebilmeleri için yine sosyal, ekonomik, politik ve uluslararası meselelerin çözümü için gerekli kanun ve düzenlemeler bildiriliyor. Diğer taraftan Ümmet’i bozulup dağılmaktan korumak üzere içki, kumar, faizle borç vermek vs. yasaklanıyor. Bunların arasında, uygun yerlerde imanın temel esasları da yerleştiriyor; çünkü, ancak bunlar, kişinin Hidayet’e bağlanmasını sağlayıp destekleyebiliyor.
252-260 Bu ayetler, faizle borç vermenin yasaklanmasına bir giriş niteliğindedir. İnsanların hesaba çekileceği gerçeğini canlı tutabilmek için Allah’a, Vahy’e ve Ahiret’e iman tekrar vurgulanıyor. Allah’ın her şeye kâdir olduğunu ve ölüyü diriltip ondan hesap sormaya muktedir olduğunu göstermek üzere, Hz. İbrahim (a.s.) ve yüzyıl uyuyup, sonra uyananlar hakkındaki kıssalar anlatılıyor. Bu nedenle müminler bunu gözönünde bulundurmalı ve faizle borç para vermekten kaçınmalıdırlar.
261-283 153-251. ayetlerin özetini vermiştik. Orada müminler sadece Allah’ın razı olması için O’nun yolunda infak etmeye teşvik ediliyorlardı. Buna karşılık burada, faizle borç vermenin kötülüklerine karşı uyarılıyor. Günlük alış-verişlerde dürüst davranmaları konusunda da talimatlar veriliyor.
284-286 Surenin başında olduğu gibi bu son ayetlerinde de, imanın temel ilkeleri tekrarlanıyor. Daha sonra sure, müslümanların İslâm’ı tebliğde çektikleri güçlükler nedeniyle o sırada çok ihtiyaç duydukları bir dua ile bitiyor.
(Tefhimü’l-Kur’an, Mevdudi)
BU SUREYE DAİR HADİS-İ ŞERİFLERPeygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Bakara suresi Kur’anı Kerim’in sinamı (tepesi) ve zirvesidir. Ve Bakara suresinin her ayetiyle seksen melek inmiştir. Ayetül Kürsi (Allahü La ilahe illa Hüvel Hayyül Kayyum..) Arşı Ala katından çıkarılarak vasl edilmiştir.
Ravi: Hz. Ma’kil İbni Yesar (r.a.)“Bir kimse her farz namazdan sonra “Ayetül Kürsiyi” okursa onu Cennete girmekten hiçbir şey alıkoyamaz, ölümden gayri.(o anda ölse cennete girer)
Ravi: Hz. Ebû Ümâme (r.a.)
“Kuran surelerinin efdali Bakara suresi, onun ayetlerinin en büyüğü de Ayetil Kürsi’dir. Şeytan, Bakara suresinin (ihlasla) okunduğunu duyduğu evden kaçar gider.”
Ravi: Hz. Hasan (r.a.)“Bakara suresinin sonunda iki ayet vardır ki (Amenerrasulü), kim onu geceleyin (yatmadan evvel) okursa, bu o kimseye (sevap olarak) yeter.”
Ravi: Hz. Ebû Mesud (r.a.)
“Evlerinizi kabir etmeyin (namaz kılın, Kur’an okuyun, ibadet edin). Hiç şüphe yok ki şeytan, sure-i Bakara okunan evde tutunamaz, çıkar gider.”
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)
1. Elif. Lâm. Mim..
*Kur’an surelerinden bazılarının başında “el hurufu’l-mukatta” denilen bir takım harfler vardır ve bunlar bulunduğu sureden bir ayettir. Böyle manası açık olmayan ayetlere “müteşabih” denir. Müteşabih olan ayetin gerçek manasını ancak Allah bilir. Baz alimler ise onları “tevil” ederler. Buna göre Elif, Lam, Mim harflerine şu manalar verilmiştir;
a) İşte elinizdeki Kur’an’ın kelimeleri bu harflerden teşekkül etmiştir. Elinizden geliyorsa buyurun siz de benzerini yapın!
b) Dikkatleri toplamak için bir edebi sanattır. Zira söze üstü kapalı olarak başlamak sonra onu açmak daha fazla ilgi uyandırır
c) Öğrenmenin harflerle başladığına işarettir.
2. O kitap (Kur’an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (Allah’tan sakınanlar ve günahtan arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.
3. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.
4. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar.
5. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.
6. Gerçek şu ki, kâfir olanları (azap ile) korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir; iman etmezler.
7. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır.
8. İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde “Allah’a ve ahiret gününe inandık” derler.
9. Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah’ı ve müminleri aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir.
10. Onların kalblerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elîm bir azap vardır.
11. Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, “Biz ancak ıslah edicileriz” derler.
12. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin anlamazlar.
13. Onlara: İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin, denildiği vakit “Biz hiç, sefihlerin (akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!” derler. Biliniz ki, sefihler ancak kendileridir, fakat bunu bilmezler (veya bilmezlikten gelirler).
14. (Bu münafıklar) müminlerle karşılaştıkları vakit “(Biz de) iman ettik” derler. (Kendilerini saptıran) şeytanları ile başbaşa kaldıklarında ise: Biz sizinle beraberiz, biz onlarla (müminlerle) sadece alay ediyoruz, derler.
15. Gerçekte, Allah onlarla istihza (alay) eder de azgınlıklarında onlara fırsat verir, bu yüzden onlar bir müddet başıboş dolaşırlar.
16. İşte onlar, hidayete karşılık dalâleti satın alanlardır. Ancak onların bu ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir.
Cenab-ı Allah bu suresinin başında önce yüce kitabı Kur’an’dan, onun müttakiler için bir yol gösterici ve hidayet kaynağı oluşundan, sonra da gayba iman dan ve İslam’ın temelini oluşturan ana vazifelerden söz etmiş ve bu arada insanları inanç yönünden üç gruba ayırmıştır.
Birincisi müminlerdir; onların vasıfları ilk beş ayette özetlenmiştir.
İkincisi kafirlerdir; onların durumu da altıncı ve yedinci ayetlerde özetlenmiştir.
Üçüncüsü, münafıklardır; bunların durumları da geniş bir şekilde ele alınarak 8. ayetten 21. Ayete kadar geçen ayetlerde açıklanmıştır.
Kur’an, insanlığa doğru yolu göstermek için gönderilmiş bir kitaptır. Bu itibarla ilk önce kendisine muhatap olan insanlığın doğru veya yanlış inanç durumunu bunların getirdiği mesuliyetleri, doğruya veya eğriye inanan insanın dünyada ve ahirette karşılaşacağı neticeleri izah etmiştir.
17. Onların (münafıkların) durumu, (karanlık gecede) bir ateş yakan kimse misalidir. O ateş yanıp da etrafını aydınlattığı anda Allah, hemen onların aydınlığını giderir ve onları karanlıklar içinde bırakır; (artık hiçbir şeyi) görmezler.
Ayet, münafıkların ilk anda İslam’ın nurundan aydınlanıp müslüman olmalarını, karanlık gecede yanan meş’aleye ve onda8n faydalananlara; sonra hemen küfre dönmelerini de o meş’alenin sönüvermesine ve oradakilerin karanlıkta kalmalarına benzetiyor.
18. Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple onlar geri dönemezler.
19. Yahut (onların durumu), gökten sağanak halinde boşanan, içinde yoğun karanlıklar, gürültü ve yıldırımlar bulunan yağmur(a tutulmuş kimselerin durumu) gibidir. O münafıklar yıldırımlardan gelecek ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Halbuki Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.
20. (O esnada) şimşek sanki gözlerini çıkaracakmış gibi çakar, onlar için etrafı aydınlatınca orada birazcık yürürler, karanlık üzerlerine çökünce de oldukları yerde kalırlar. Allah dileseydi elbette onların kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi. Allah şüphesiz her şeye kadirdir.
21. Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz. Umulur ki, böylece korunmuş (Allah’ın azabından kendinizi kurtarmış) olursunuz.
22. O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de (kubbemsi) bir tavan yaptı. Gökten su indirerek onunla, size besin olsun diye (yerden) çeşitli ürünler çıkardı. Artık bunu bile bile Allah’a şirk koşmayın.
23. Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah’tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.
24. Bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı, insan ve taş olan cehennem ateşinden sakının. Çünkü o ateş kâfirler için hazırlanmıştır.
25. İman edip iyi davranışlarda bulunanlara, içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele! O cennetlerdeki bir meyveden kendilerine rızık olarak yedirildikçe: Bundan önce dünyada bize verilenlerdendir bu, derler. Bu rızıklar onlara (bazı yönlerden dünyadakine) benzer olarak verilmiştir. Onlar için cennette tertemiz eşler de vardır. Ve onlar orada ebedî kalıcılardır.
Bu ayette, dünyada müslüman olup güzel işler yapan ve gerçekten mümin olarak ahirete göçen kimselerin alacakları mükafatlar anlatılmış, orada cennetliklere verilen nimetlerin dünyadakilere benzediğine işaret edilmiştir. Ancak, ahiret nimetlerinin dünyadakilerle aynı olduğu düşünülmemelidir. Nitekim, Buhari’nin “Bedü’l-halk” bahsinde rivayet ettiği bir hadiste “Cennet ehline gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kalplerden bile geçmeyen nimetler verilir.” Denilmiştir.
26. Şüphesiz Allah (hakkı açıklamak için) sivrisinek ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten çekinmez. İman etmişlere gelince, onlar böyle misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kâfir olanlara gelince: Allah böyle misal vermekle ne murat eder? derler. Allah onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola yöneltir. Verdiği misallerle Allah ancak fâsıkları saptırır (çünkü bunlar birer imtihandır).
Bu ayette, sivrisinek ve ondan daha zayıf yaratıklarla temsil getirilmesini küçümseyenlerin aslında kendilerinin küçük ve değersiz oldukları, o yüzden Allah’a iman etmedikleri anlatılmış, bunlara değer verip iman edenlerin ise akıllı ve değerli kimseler oldukları, o yüzden Allah’a iman etmedikleri anlatılmış, bunlara değer verip iman edenlerin ise akıllı ve değerli kimseler oldukları bildirilmiştir. Bunlar birer imtihandır. İnsanlardan bir kısmı iman eder, imtihanı kazanır, bir kısmı da kaybeder.
27. Onlar öyle (fâsıklar) ki, kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönerler. Allah’ın ziyaret edilip hal ve hatırının sorulmasını istediği kimseleri ziyaretten vazgeçerler ve yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar. İşte onlar gerçekten zarara uğrayanlardır.
Fasık, hak yoldan sapan kimsedir Kesin olarak verilen söz de ehl-i kitabın Tevrat ve İncil’de geleceği bildirilen ahir zaman Peygamberine iman edeceklerini söylemeleridir ki, gelince iman etmediler ve sözlerinde durmadılar. İslam’ın çak değer verdiği akraba, komşu ve yakınlarla ilgilenip bunlara yardım etmeyi terkettiler., fitne ve fesat unsuru oldular, böylece hem dünyada hem de ahirette zarar gördüler.
28. Ey kâfirler! Siz ölü iken sizi dirilten (dünyaya getirip hayat veren) Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizi öldürecek, tekrar sizi diriltecek ve sonunda O’na döndürüleceksiniz.
Bu ayette, insanın ilk yaratılmasından önceki haline ”ölü” denilmesi, bazılarının iddia ettikleri gibi tenasüh ile ilgili değildir. Ayette insan hayatının üç safhası anlatılmıştır. Yoktan yaratılma, ölüm, ahirette tekrar dirilme. Esasen tenasüh düşüncesi, her insanın kendi amelinden sorumluluğu ve dolayısıyla adalet ilkesine ters düşmektedir.
29. O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra (kendine has bir şekilde) semaya yöneldi, onu yedi kat olarak yaratıp düzenledi (tanzim etti). O, her şeyi hakkıyla bilendir.
30. Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.
Halife, vekil ve temsilci demektir. Allah, yeryüzünde iradesini temsil etmek üzere insanı yaratmış, orada ilahi hükümranlığı gerçekleştirme görevini de ona vermiştir.
31. Allah Adem’e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.
32. Melekler: Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin, dediler.
33. (Bunun üzerine: ) Ey Âdem ! Eşyanın isimlerini meleklere anlat, dedi. Adem onların isimlerini onlara anlatınca: Ben size, muhakkak semâvat ve arzda görülmeyenleri (oralardaki sırları) bilirim. Bundan da öte, gizli ve açık yapmakta olduklarınızı da bilirim, dememiş miydim? dedi.
34. Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem’e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.
Bundan sonra Hz. Adem ve nesli, aslı cinlerden olup, sonra şeytanların başı olan İblis ve nesline uyup uymamakta sınanacaklardır.
35. Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik.
36. Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları (cennetten) onları çıkardı. Bunun üzerine: Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır, dedik.
37. Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tevbe etti. Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.
Hz.Adem’in Rabbinden aldığı ilhamlar hakkında çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bu ilhamlar, onu ikaz ve irşat mahiyetinde tavsiyelerdir. İbn Mes’ud’a göre namazlara başlarken okuduğumuz “Sübhaneke”, Hz.Adem tarafından o zaman söylenmiş bir tesbih ve duadır.
38. Dedik ki: Hepiniz cennetten inin! Eğer benden size bir hidayet gelir de her kim hidayetime tâbi olursa onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler.
39. İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennemliktir, onlar orada ebedî kalırlar.
40. Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetlerimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vâdettiklerimi vereyim. Yalnızca benden korkun.
41. Elinizdekini (Tevrat’ın aslını) tasdik edici olarak indirdiğime (Kur’an’a) iman edin. Sakın onu inkâr edenlerin ilki olmayın! Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden (benim azabımdan) korkun.
42. Bilerek hakkı bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin.
43. Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin.
44. (Ey bilginler!) Sizler Kitab’ı (Tevrat’ı) okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?
45. Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah’a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.
Ayette geçen sabırdan maksadın oruç olduğu söylenmiştir. Oruç ve namaz, imanı takviye eder, nefsin kibrini kırar, tembelliği ve uyuşukluğu giderir, zor işler karşısında insanı güçlü kılar. Taberani’nin rivayetine göre, Resulullah (s.a) zor bir işle karşılaşınca hemen namaz kılardı. “Allah’a saygıdan kalbi ürperenler” diyen tercüme edilen “haşiin” zümresine namaz kılmak, oruç tutmak, sabırlı olmak, her yerde ve her zaman gerçekleri söylemekten çekinmemek zor gelmez, zira onlar Allah sevgisi ile kalpleri dolmuş kimselerdir.
46. Onlar, kesinlikle Rablerine kavuşacaklarını ve O’na döneceklerini düşünen ve bunu kabullenen kimselerdir.
47. Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi (bir zamanlar) cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın.
Kendi içinden peygamber gönderilen millet, o anda diğer kavimlerden üstündür. Zira Cenab-ı Allah, milletler arasından o kavmi ve onlardan da o şahsı seçmiştir. Dolayısıyla önce peygamber, sonra ailesi daha sonra da milleti bir şeref kazanmıştır. İçinden peygamber gönderilen milletin bir yönden üstünlüğü vardır, diğer yönden de sorumluluğu daha fazladır. Nitekim bu ayette üstünlüğü bildirilen Beni İsrail hakkında aynı surenin 61. Ayetinde onların zillet ve meskenete duçar oldukları, Allah’ın gazabına maruz kaldıkları anlatılmıştır.
48. Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz.
49. Hatırlayın ki, sizi, Firavun taraftarlarından kurtardık. Çünkü onlar size azabın en kötüsünü reva görüyorlar, yeni doğan erkek çocuklarınızı kesiyorlar, (fenalık için) kızlarınızı hayatta bırakıyorlardı. Aslında o size reva görülenlerde Rabbinizden büyük bir imtihan vardı.
Firavun, eski Mısır hükümdarlarına verilen bir ünvandır. Hz. Musa’nın gelmesine tekaddüm eden senelerde kahinler, İsrailoğullarından doğacak çocuğun, Firavun’un tacını tahtını yıkacağını söylediler. Bunun üzerine Firavun, yeni doğan erkek çocukların kesilmesini emretti. Allah bununla İsrailoğullarını imtihan ediyordu.
50. Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık, Firavun’un taraftarlarını da, siz bakıp dururken denizde boğduk.
50-Rivayetlerden, bu mucizenin Kızıldeniz’de geçtiği anlaşılmaktadır.
51. Musa’ya kırk gece (vahyetmek üzere) söz vermiştik. Sonra haksızlık ederek buzağıyı (tanrı) edindiniz.
Hz.Musa Tur-i Sina’ya gidince Samiri adında birisi, altından yaptığı bir buzağı heykelini getirir, “ Bu sizin Rabbinizdir. Musa bunu unuttu, o gelinceye kadar buna tapın” der. Hz. Harun buna mani olmaya çalışırsa da başaramaz. Bu kıssa Taha suresinde genişçe anlatılacaktır.
52. O davranışlarınızdan sonra (akıllanıp) şükredersiniz diye sizi affettik.
53. Doğru yolu bulasınız diye Musa’ya Kitab’ı ve hak ile bâtılı ayıran hükümleri verdik.
54. Musa kavmine demişti ki: Ey kavmim! Şüphesiz siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize kötülük ettiniz. Onun için Yaradanınıza tevbe edin de nefislerinizi (kötü duygularınızı) öldürün. Öyle yapmanız Yaratıcınızın katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah tevbenizi kabul etmiş olur. Çünkü acıyıp tevbeleri kabul eden ancak O’dur.
55. Bir zamanlar: Ey Musa! Biz Allah’ı açıkça görmedikçe asla sana inanmayız, demiştiniz de bakıp durur olduğunuz halde hemen sizi yıldırım çarpmıştı.
56. Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki şükredesiniz.
Yıldırım çarpmasından baygın düşen kavim Allah’ın iradesi ile yeniden canlanır ve istediklerinin yanlış olduğunu anlar. Ayette olay, ölme ve tekrar dirilme olarak anlatılmıştır.
57. Ve sizi bulutla gölgeledik, size kudret helvası ve bıldırcın gönderdik ve “Verdiğimiz güzel nimetlerden yeyiniz” (dedik). Hakikatta onlar bize değil sadece kendilerine kötülük ediyorlardı.
58. (İsrailoğullarına:) Bu kasabaya girin, orada bulunanlardan dilediğiniz şekilde bol bol yeyin, kapısından eğilerek girin, (girerken) “Hıtta!” (Yâ Rabbi bizi affet) deyin ki, sizin hatalarınızı bağışlayalım; zira biz, iyi davrananlara (karşılığını) fazlasıyla vereceğiz, demiştik.
Ayette geçen kasabadan maksat Kudüs veya Eriha’dır. “Muhsin” kelimesi ise, “ihsan” mastarında ism-i faildir. Yaptığı işi en iyi biçimde ve noksansız yapanların vasfıdır. Kur’an’ın pek çok ayetinde muhsinler övülmüştür. Meşhur Cibril hadisinde ise ihsan, Allah’ı görürcesine kulluk etmek diye açıklanmıştır.
59. Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik.
58, ayette kendilerine söylenenleri dinlemeyip kötülük eden yahudilere Allah Teala veba gibi bir takım kötü illet ve hastalıklar vermiştir.
60. Musa (çölde) kavmi için su istemişti de biz ona: Değneğinle taşa vur! demiştik. Derhal (taştan) oniki kaynak fışkırdı. Her bölük, içeceği kaynağı bildi. (Onlara:) Allah’ın rızkından yeyin, için, sakın yeryüzünde bozgunculuk etmeyin, dedik.
61. Hani siz (verilen nimetlere karşılık): Ey Musa! Bir tek yemekle yetinemeyiz; bizim için Rabbine dua et de yerin bitirdiği şeylerden; sebzesinden, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bize çıkarsın, dediniz. Musa ise: Daha iyiyi daha kötü ile değiştirmek mi istiyorsunuz? O halde şehre inin. Zira istedikleriniz sizin için orada var, dedi. İşte (bu hadiseden sonra) üzerlerine aşağılık ve yoksulluk damgası vuruldu. Allah’ın gazabına uğradılar. Bu musibetler (onların başına), Allah’ın âyetlerini inkâra devam etmeleri, haksız olarak peygamberleri öldürmeleri sebebiyle geldi. Bunların hepsi, sadece isyanları ve taşkınlıkları sebebiyledir.
61-Beni İsrail’e alçaklık ve yoksulluk damgasının vurulmasına sebep olarak hakkı inkar etmeleri ve onu söyleyen peygamberleri acımasızca öldürmeleri gösterilmiştir. Şuayb, Zekeriyya ve Yahya gibi pek çok peygamberi öldürmüşlerdir.
62. Şüphesiz iman edenler; yani yahudilerden, hıristiyanlardan ve sâbiîlerden Allah’a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.
Yahudi kelimesi, buzağıya tapmaktan tevbe ettikleri vakit İsrailoğullarına takılmış bir addır. Bir rivayete göre de Hz. Ya’kub’un en büyük oğlu Yahuza’ya nisbet edilmiştir. Nasara, Hz. İsa’nın indiği Nasıra kasabasına nisbettir, diyenler vardır. Bir rivayete göre Hz. İsa’nın Al-i İmran 52, Saff 14. Ayetlerinde geçen “menensari ilallah” sözünden alınmıştır. Sabiiler hakkında çeşitli rivayetler vardır. Bir görüşü göre,Hz. İbrahim ‘in dinini devam ettiren eski bir topluluk idi. Müfessirlerin bazıları da Sabiiliğin yahudilikle Hıristiyanlık arasında tevhidci bir din olduğunu belirtmişlerdi. Bazı yeni araştırmacılar ise, sabiilerin Babil’de yaşayan ve yarı Hıristiyan olan bir mezhep müntesibi olduklarını ve Hz.Yahya’nın tabilerine benzediklerini ifade etmişlerdir.
63. Sizden sağlam bir söz almış, Tûr dağının altında, size verdiğimizi kuvvetle tutun, onda bulunanları daima hatırlayın, umulur ki, korunursunuz (demiştik de);
64. Ondan sonra sözünüzden dönmüştünüz. Eğer sizin üzerinizde Allah’ın ihsanı ve rahmeti olmasaydı, muhakkak zarara uğrayanlardan olurdunuz.
65. İçinizden cumartesi günü azgınlık edip de, bu yüzden kendilerine: Aşağılık maymunlar olun! dediklerimizi elbette bilmektesiniz.
66. Biz bunu (maymunlaşmış insanları), hadiseyi bizzat görenlere ve sonradan gelenlere bir ibret dersi, müttakîler için de bir öğüt vesilesi kıldık.
Allah Beni İsrail’den kötülükte şuurlu olarak ısrar eden o bedbahtları önce maymun kılığına sokmuş, sonra da onları helak etmiştir. Bunun, insanların aslının maymun olduğu iddiasıyla ilgisi yoktur.
67. Musa, kavmine: Allah bir sığır kesmenizi emrediyor, demişti de: Bizimle alay mı ediyorsun? demişlerdi. O da: Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım, demişti.
68. “Bizim adımıza Rabbine dua et, bize onun ne olduğunu açıklasın” dediler. Musa: Allah diyor ki: “O, ne yaşlı ne de körpe; ikisi arasında bir inek.” Size emredileni hemen yapın, dedi.
69. Bu defa: Bizim için Rabbine dua et, bize onun rengini açıklasın, dediler. “O diyor ki: Sarı renkli, parlak tüylü, bakanların içini açan bir inektir” dedi.
70. “(Ey Musa!) Bizim için, Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın, nasıl bir inek keseceğimizi anlayamadık. Biz, inşaallah emredileni yapma yolunu buluruz” dediler.
71. (Musa) dedi ki: Allah şöyle buyuruyor: O, henüz boyunduruk altına alınmayan, yer sürmeyen, ekin sulamayan, serbest dolaşan (salma), renginde hiç alacası bulunmayan bir inektir. “İşte şimdi gerçeği anlattın” dediler ve bunun üzerine (onu bulup) kestiler, ama az kalsın kesmeyeceklerdi.
72. Hani siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. Halbuki Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktır.
73. “Haydi, şimdi (öldürülen) adama, (kesilen ineğin) bir parçasıyla vurun” dedik. Böylece Allah ölüleri diriltir ve düşünesiniz diye size âyetlerini (Peygamberine verdiği mucizelerini) gösterir.
Bu ayetlerde geçen sığır kesme kıssası, daha ziyade İsrailoğullarından iki gencin, mirasına konmaları için amcalarını öldürmelerine bağlanır. Olay Hz. Musa’ya arz edilir. Hz. Musa bir türlü katilleri bulamaz ve Allah’a sığınır. O da bir sığır kesilmesini, onun bir parçasıyla ölüye vurulmasını, ölünün dirilip katili haber vereceğini bildirir. Neticede böyle olur. Ayetlerin zahiri de buna işaret eder. Ancak eski Mısırlıların ineğe tapmaları, bir ara yahudilerin de buzağıya tapmış olmaları, sığır kelimesi hadisesinde başka hikmetlerin de bulunduğunu gösterir.
“Bir parçasıyla ona vurun” buyurulup arkasından da Allah’ın ölülerin diriltmesinden bahsedilince , müfessirlerin çoğu bunu “kesilen ineğin bir parçası ile ölüye vurulmak suretiyle onun dirilmesi” şeklinde anlamışlardır. Bu takdirde olay bir mucizedir; Allah’ın kudreti ile ölü böyle bir sebep olmadan da dirilebilir. Dikkatleri daha ziyade çekmek için böyle bir merasim tertip edilmiş ve akabinde mucize gerçekleşmiştir.
74. (Ne var ki) bunlardan sonra yine kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukardan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.
75. Şimdi (ey müminler!) onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa ki onlardan bir zümre, Allah’ın kelâmını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi.
76. (Münafıklar) inananlarla karşılaştıklarında “İman ettik” derler. Birbirleriyle başbaşa kaldıkları vakit ise: Allah’ın size açtıklarını (Tevrat’taki bilgileri), Rabbiniz katında sizin aleyhinize hüccet getirmeleri için mi onlara anlatıyorsunuz; bunları düşünemiyor musunuz? derler.
77. Onlar bilmezler mi ki, gizlediklerini de açıkça yaptıklarını da Allah bilmektedir.
78. İçlerinde bir takım ümmîler vardır ki, Kitab’ı (Tevrat’ı) bilmezler. Bütün bildikleri kulaktan dolma şeylerdir. Onlar sadece zan ve tahminde bulunuyorlar.
Ümmi, okur yazar olmayan demektir. Yahudi yahut Hıristiyan olmayan Araplara da ümmi diyenler olmuştur.
79. Elleriyle (bir) Kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için “Bu Allah katındandır” diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!
80. İsrailoğulları: Sayılı birkaç gün müstesna, bize ateş dokunmayacaktır, dediler. De ki (onlara): Siz Allah katından bir söz mü aldınız -ki Allah sözünden caymaz-, yoksa Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?
81. Hayır! Kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennemliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.
82. İman edip yararlı iş yapanlara gelince onlar da cennetliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.
83. Vaktiyle biz, İsrailoğullarından: Yalnızca Allah’a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz diye söz almış ve “İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin” diye de emretmiştik. Sonunda azınız müstesna, yüz çevirerek dönüp gittiniz.
İsrailoğullarının yaptığı işler ve davranışlar hakkındaki bu bilgiler, Kur’an’ın geldiği devirde yaşayan yahudilerin Tevrat’ı tahrif edip gerçekleri gizlemelerinden dolayı verilmiştir. Çünkü Hz. Muhammed gönderildiği zaman Arabistan’da özellikle Medine(Yesrib) ve civarında oldukça kalabalık bir Yahudi topluluğu yaşamakta idi. Ahir zaman peygamberi gönderilmeden önce bir peygamber geleceğini etrafa yayan Yahudiler, peygamberimiz gelince ağız değiştirdiler. Zira onlar gelecek peygamberi Yahudilerden bekliyorlardı. Araplardan gelince onu kıskandılar. Kur’an’da yahudiler hakkında daha çok bilgi verilmesinin sebebi budur. Ahir zaman peygamberi, sonunda hıyanetleri yüzünden onlarla savaşmak ve onları yurtlarından sürmek zorunda kalmıştır. Yahudiler hala müslümanlara olan düşmanlıklarını devam ettirmektedirler.
84. (Ey İsrailoğulları!) Birbirinizin kanını dökmeyeceğinize, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair sizden söz almıştık. Her şeyi görerek sonunda bunları kabul etmiştiniz.
85. Bu misakı kabul eden sizler, (verdiğiniz sözün tersine) birbirinizi öldürüyor, aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkarıyor, kötülük ve düşmanlıkta onlara karşı birleşiyorsunuz. Onları yurtlarından çıkarmak size haram olduğu halde (hem çıkarıyor hem de) size esirler olarak geldiklerinde fidye verip onları kurtarıyorsunuz. Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir.
86. İşte onlar, ahirete karşılık dünya hayatını satın alan kimselerdir. Bu yüzden ne azapları hafifletilecek ne de kendilerine yardım edilecektir.
Bu ayetler, yahudilerin türlü türlü entrikalarını anlatır. İslam’dan önce Medine’de bulunan yahudiler iki fırka idiler. Onlardan birisi Evs, diğeri de Hazrec kabilesi ile beraber idi. Evs ile Hazrec kavga edip harbe tutuşunca onlar da beraber savaşırlardı. Bu arada Yahudiler birbirlerini öldürdüler ve yurtlarından kovarlardı. Esir olarak geri geldiklerinde bu sefer onları fidye verip geri alırlardı. Bu durum sorulduğu zaman da “ Ne yapalım, Allah’ın emri böyle” derlerdi. Bunun gibi türlü mel’anetler yaparlardı.
87. Andolsun biz Musa’ya Kitab’ı verdik. Ondan sonra ardarda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya da mucizeler verdik. Ve onu, Rûhu’l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. (Ne var ki) gönlünüzün arzulamadığı şeyleri söyleyen bir elçi geldikçe ona karşı büyüklük tasladınız. (Size gelen) peygamberlerden bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürdünüz.
Burada Allah Teala İsrailoğullarına şu anlamda olmak üzere ikazda bulunuyor: An dolsun ki Musa’ya kitabı biz verdik, ondan sonra gelen peygamberleri biz gönderdik ve onu Ruhül’-Kudüs ile takviye ettik. Siz onu öldürmeye teşebbüs ettiniz, fakat bunu yapamadınız. Hz. Muhammed’i de öldürmeye teşebbüs ediyorsunuz. Onu da yapamazsınız, biz onu koruruz. İnkar ve isyanınız sebebiyle Allah’ın lanetini hakettiniz. Bundan sonra iman etmeniz beklenmez. Ortaya koyduğunuz mazeretler de geçersizdir.
88. (Yahudiler peygamberlerle alay ederek) “Kalplerimiz perdelidir” dediler. Hayır; küfür ve isyanları sebebiyle Allah onlara lânet etmiştir. O yüzden çok az inanırlar.
89. Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki (Tevrat’ı) doğrulayan bir kitap gelip de (Tevrat’tan) bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr ettiler. İşte Allah’ın lâneti böyle inkârcılaradır.
83. Ayette geçen açıklamaya bakınız.
90. Allah’ın kullarından dilediğine peygamberlik ihsan etmesini kıskandıkları için Allah’ın indirdiğini (Kur’an’ı) inkâr ederek kendilerini harcamaları ne kötü bir şeydir! Böylece onlar, gazap üstüne gazaba uğradılar. Ayrıca kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.
91. Kendilerine: Allah’ın indirdiğine iman edin, denilince: Biz sadece bize indirilene (Tevrat’a) inanırız, derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Halbuki o Kur’an kendi ellerinde bulunan Tevrat’ı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır. (Ey Muhammed!) Onlara: Şayet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allah’ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz? deyiver.
92. Andolsun Musa size apaçık mucizeler getirmişti. Sonra onun ardından, zalimler olarak buzağıyı (tanrı) edindiniz.
93. Hatırlayın ki, Tûr dağının altında sizden söz almış: Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri anlayın, demiştik. Onlar: İşittik ve isyan ettik, dediler. İnkârları sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi dolduruldu. De ki: Eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!
Yahudiler Tevrat’tan edindikleri bilgilere göre bir peygamber geleceğini biliyorlardı ve bunun kendilerinden geleceğini düşünerek ondan faydalanmanın planlarını yapıyorlardı. Bekledikleri peygamber Araplardan gelince onu inkar ettiler. 89. ayette buna işaret edilmiştir. Onlar aslında Hz. Musa’ya da hakkıyla inanmış değillerdir. 92. ayette ifade edildiği gibi Hz. Musa nice mucizeler getirdiği halde o Tur’a gidince buzağıya taptılar.
94. (Ey Muhammed, onlara:) Şayet (iddia ettiğiniz gibi) ahiret yurdu Allah katında diğer insanlara değil de yalnızca size aitse ve bu iddianızda doğru iseniz haydi ölümü temenni edin (bakalım), de.
95. Onlar, kendi elleriyle önceden yaptıkları işler (günah ve isyanları) sebebiyle hiç bir zaman ölümü temenni etmeyeceklerdir. Allah zalimleri iyi bilir.
Yahudiler, “Ahiret hayatı sadece bize aittir.” Şeklinde iddia etmişler, bununla “ Yahudi olmayanlar öbür dünyada nimete nail olamazlar” demek istemişlerdi. Bu iddiaya karşılık siz de onlara “ Madem ki öyledir, hadi ölümü isteyin” deyiniz. Ama onlar asla ölmek istemezler. Bu ayetler, yahudillerin ırkçılık düşüncesinin ahirete kadar uzandığını gösterir.
96. Yemin olsun ki, sen onları yaşamaya karşı insanların en düşkünü olarak bulursun. Putperestlerden her biri de arzular ki, bin sene yaşasın. Oysa yaşatılması hiç kimseyi azaptan uzaklaştırmaz. Allah onların yapmakta olduklarını eksiksiz görür.
97. De ki: Cebrail’e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah’ın izniyle Kur’an’ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak o indirmiştir.
Rivayete göre Fedek hahamlarından Abdullah b. Suriye Peygamberimizle münakaşa etmiş, kendisine vahyi kimin getirdiğini sormuş, “Cebrail” deyince “ O bizim düşmanımızdır. Başkası getirseydi iman ederdik.” demiştir. Bunun üzerine bu ayet inmiştir.
98. Kim, Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e ve Mikâil’e düşman olursa bilsin ki Allah da inkârcı kâfirlerin düşmanıdır.
99. Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik. (Ey Muhammed!) Onları ancak fasıklar inkâr eder.
100. Ne zaman onlar bir antlaşma yaptılarsa, yine kendilerinden bir gurup onu bozmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmez.
101. Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik edici bir elçi gelince ehl-i kitaptan bir gurup, sanki Allah’ın kitabını bilmiyormuş gibi onu arkalarına atıp terkettiler.
102. Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil’de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız, demeden hiç kimseye (sihir ilmini) öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekden, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların (ona inanıp para verenlerin) ahiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!
Eski kavimlerin çoğu sihre inanırlardı. Bu yüzden sihir, dini inançlarla tamamen karışmış durumda idi. Bu sebeple sihirbazlar halkı kandırıyorlardı. Sihir çeşitleri şöyledir.
1. Keldanilerin sihri: Bunlar yıldızlara taparlar, kainatı idare edenlerin yıldızlar olduğunu, hayır ve şerrin onlardan geldiğini, semavi güçlerin yerdeki güçlerle birleşmesi sonucu mucizeler meydana geldiğini söylerlerdi. Bunları irşat için Allah, Hz.İbrahim’i gönderdi. Bunlar da kendi aralarında üç fırka idiler:
a) Eflak ve yıldızların ebedi olduğunu söyleyenler ki, onlara “Sabie” denilir.
b) Eflakın uluhiyetine inananlar. Bunlar, her felek için yerde bir put yapmış ve ona hizmet etmiş putperestlerdir.
c) Eflaki ve yıldızları yaratan birisi olduğunu ve bunun onlara yeryüzünü idare etme hakkı verdiğini söyleyenler. Bunlar yıldızları aracı kabul ederlerdi.
2. Ruh gücüne dayanılarak ortaya konan sihir: Buna göre insan ruhu tasfiye ile icadetme, öldürme, diriltme, bünye ve şekilde değişiklik yapma gücüne ulaşır.
3. Ruhani varlıklardan faydalanılarak yapılan sihir: Bu da muska yapmak ve cinlerden yardım almak gibi şekillerle uygulanır.
4. Göz boyamak şeklinde yapılan sihir: Hokkabazlık, el çabukluğu ve benzeri davranışlar gibi.
İslam alimleri, sihrin birinci ve ikinci şekline inananların kafir olduklarında ittifak etmişlerdir. Ancak, ayette bildirildiği şekilde, yaratıcının Allah Teala olduğuna inanarak ve kötülükte kullanmamak şartıyla sihir ilmini öğrenmekte beis yoktur. Yahudiler arasında büyü yaygın idi. Bu yüzden Hz.Süleyman’ın büyük bir büyücü olduğunu, hükümdarlığı büyü ile elde ettiğini, hayvanlara ve cinlere büyü ile hükmettiğini söylerler ve buna inanırlardı. Hz. Süleyman Kur’an’da peygamber olarak tanıtılınca “Muhammed Süleyman’ı peygamber sanıyor, halbuki o bir büyücüdür” dediler.
103. Eğer iman edip kendilerini kötülükten korusalardı, şüphesiz, Allah tarafından verilecek sevap daha hayırlı olacaktı. Keşke bunları anlasalardı!
104. Ey iman edenler! “Râinâ” demeyin, “unzurnâ” deyin. (Söylenenleri) dinleyin. Kâfirler için elem verici bir azap vardır.
Resulullah (s.a) müslümanlara bir şey öğretirken, bizi biraz bekle, acele etme manasına “Raina” derlerdi. Yahudilerin de sövmek manasına gelen “Raina” kelimeleri vardı. Müslümanların bu sözünü işitince, Efendimize kötü maksatla öyle hitap etmeye başladılar. Bunun üzerine “Raina” demeyin, o manasına gelen “unzurna” deyin denildi ki, bizi bekle demektir.
105. (Ey müminler!) Ehl-i Kitaptan kâfirler ve putperestler de Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Halbuki Allah rahmetini dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.
106. Biz, bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak (ertelersek) mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir.
Sonra gelen bir ayetin, daha önceki ayetin hükmünü yürürlükten kaldırmasına “nesh” denir. Allah Teala, insanlığın medeni ve kültürel gelişmesine ve bu gelişmenin doğurduğu ihtiyaçlara uygun olarak, gerektikçe yeni peygamber ve kitaplar göndermiş, öncekilere ait bazı hükümleri yürürlükten kaldırmıştır. Naslarının hükmü ebedi olan Kur’an-ı Kerim nazil olurken, bu döneme mahsus olmak üzere bazı ayetler, diğerlerini neshetmiştir; ancak bunların sayısı oldukça azdır ve ilk İslam neslinin terbiye ve intibakını temin maksadına yöneliktir.)
107. (Yine) bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah’ındır? Sizin için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.
108. Yoksa siz de (ey müslümanlar), daha önce Musa’ya sorulduğu gibi peygamberinize sorular sormak mı istiyorsunuz? Kim imanı küfre değişirse, şüphesiz dosdoğru yoldan sapmış olur.
Peygambere çok soru sorulması, hükümlerin çoğalmasını ve daralmasını gerektirir. Onun için Medine devrinde bir ara soru sormak yasak edilmiştir.
109. Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedip bağışlayın. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.
110. Namazı kılın, zekâtı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah’ın katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız görür.
111. (Ehl-i kitap:) Yahudiler yahut hıristiyanlar hariç hiç kimse cennete giremeyecek, dediler. Bu onların kuruntusudur. Sen de onlara: Eğer sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin, de.
112. Bilâkis, kim muhsin olarak yüzünü Allah’a döndürürse (Allah’a hakkıyla kulluk ederse) onun ecri Rabbi katındadır. Öyleleri için ne bir korku vardır, ne de üzüntü çekerler.
Bu ayette Allah’a kulluk etmek ihsan vasfına bağlanmıştır. Yani bir kimse ibadet etmekle kendisini kurtaramaz. Kendini kurtarması için muhsinlerden olması gerekir. Muhsin yaptığı işi Allah için yapan, sadece O’ndan korkan, o sebeple işini noksansız bitiren ve her işin hakkını veren kimse demektir. Hıristiyan Araplardan oluşan Necran heyeti Resulullah’ın huzuruna çıkınca yahudiler onların yanlarına geldiler Aralarında münakaşa yaptılar. Birbirlerini itham ettiler Bunun üzerine aşağıdaki ayetler geldi.
113. Hepsi de kitabı (Tevrat ve İncil’i) okumakta oldukları halde Yahudiler: Hıristiyanlar doğru yolda değillerdir, dediler. Hıristiyanlar da: Yahudiler doğru yolda değillerdir, dediler. Kitabı bilmeyenler de birbirleri hakkında tıpkı onların söylediklerini söylediler. Allah, ihtilâfa düştükleri hususlarda kıyamet günü onlar hakkında hükmünü verecektir.
114. Allah’ın mescidlerinde O’nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur.) Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır.
115. Doğu da Allah’ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (zatı) oradadır. Şüphesiz Allah’(ın rahmeti ve nimeti) geniştir, O her şeyi bilendir.
Allah her yerde hazır ve nazır olmakla birlikte, namazda kıbleye dönmek ibadetlerde nizam ve intizamı sağlamak gayesine matuftur.)
116. “Allah çocuk edindi” dediler. Hâşâ! O, bundan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur, hepsi O’na boyun eğmiştir.
Yahudiler “Uzeyr Allah’ın oğludur” derken hıristiyanlar “İsa Allah’ın oğludur” dediler. Müşrik araplar ise “Melekler Allah’ın kızlarıdır” demişlerdi. Bu ayette, Allah Teala’nın bunlardan münezzeh olduğu hususu vurgulanmıştır.
117. (O), göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Bir şeyi dilediğinde ona sadece “Ol!” der, o da hemen oluverir.
Allah Teala’nın bir şeyi murat etmesi, onun hakkında “Ol!” emridir. Allah’ın dilediği her şey vakti saati gelince mutlaka olur.
118. Bilmeyenler dediler ki: Allah bizimle konuşmalı ya da bize bir âyet (mucize) gelmeli değil miydi? Onlardan öncekiler de işte tıpkı onların dediklerini demişlerdi. Kalpleri (akılları) nasıl da birbirine benzedi? Gerçekleri iyice bilmek isteyenlere âyetleri apaçık gösterdik.
119. Doğrusu biz seni Hak (Kur’an) ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen cehenmemliklerden sorumlu değilsin.
120. Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.
121. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler (den bazısı) onu, hakkını gözeterek okurlar. Çünkü onlar, ona iman ederler. Onu inkâr edenlere gelince, işte gerçekten zarara uğrayanlar onlardır.
Bu ayet, yahudi alimlerinden Abdullah ibni Selam ve arkadaşları hakkında inmiştir. Bunlar Kur’an’a inandılar ve ondaki ahkamı tasdik ettiler. Bir başka rivayete göre de bu ayet Cafer b.Ebi Talip’le beraber Habeşistan’dan gelen kırk kişilik cemaat hakkındadır ki, bunlar ehl-i kitaptan İslam-ı kabul edenlerdir.
122. Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi (bir zamanlar) cümle âleme üstün kılmış olduğumu hatırlayın.
123. Ve bir günden sakının ki, o günde hiç kimse başkası namına bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez. Onlar hiçbir yardım da görmezler.
Şefaat, bazı şartlara bağlıdır. En önemlisi ise imandır.
124. Bir zamanlar Rabbi İbrahim’i bir takım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara önder yapacağım, demişti. “Soyumdan da (önderler yap, yâ Rabbi!)” dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez (onlar için söz vermem) buyurdu.
125. Biz, Beyt’i (Kâbe’yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim’in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail’e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim’i temiz tutun, diye emretmiştik.
126. İbrahim de demişti ki: Ey Rabbim! Burayı emin bir şehir yap, halkından Allah’a ve ahiret gününe inananları çeşitli meyvelerle besle. Allah buyurdu ki: Kim inkâr ederse onu az bir süre faydalandırır, sonra onu cehennem azabına sürüklerim. Ne kötü varılacak yerdir orası!
Allah, inkar edenleri de dünyada rızıklandırmakta, dünya nimetlerinden diledikleri gibi istifade etmelerine imkan vermektedir. Şu halde dünya nimeti, dindarlığa bağlı değildir. Dünya nimeti mümine de kafire de verilir. Bunlar birer imtihan vesilesidir; hayırlı olup olmadıkları neticeye bağlıdır. Servet ve iktidar, eğer kulluğa vesile olmuş ise o zaman bu, iki cihan saadetidir. Azgınlık ve sapıklığa sebep olmuş ise ebedi hayatı mahvetmiş, saadet yerine felaket getirmiş olur.
127. Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah’ın temellerini yükseltiyor (şöyle diyorlardı:) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin.
Kabe’nin yapılışı hakkındaki rivayetlere göre, Hz.Adem ile Havva cennetten çıkarıldıkları vakit yeryüzünde Arafat’ta buluşurlar, beraberce batıya doğru yürürler. Kabe’nin bulunduğu yere gelirler. Bu esnada Adem, bu buluşmaya şükür olmak üzere Rabbine ibadet etmek ister ve cennette iken, etrafında tavaf ederek ibadet ettiği nurdan sütunun tekrar kendisine verilmesini diler. İşte o nurdan sütun orada tecelli eder ve Hz.Adem, onun etrafında tavaf ederek Allah’a ibadet eder. Bu nurdan sütun Hz.Şit zamanında kaybolur, yerinde siyah bir taş kalır. Bunun üzerine Hz.Şit, onun yerine taştan onun gibi dört köşe bina yapar ve o siyah taşı binanın bir köşesine yerleştirir. İşte bugün Hacer-i Esved diye bilinen siyah taş odur. Sonra Nuh tufanında bu bina kumlar altında uzunca bir süre gizli kalır. Hz. İbrahim Allah’ın emriyle Kabe’nin bulunduğu yere gider, oğlu İsmail’i annesiyle birlikte orada iskan eder. Sonra İsmail ile beraber Kabe’nin bulunduğu yeri kazar. Hz. Şit tarafından yapılan binanın temellerini bulur ve o temellerin üzerine bugün mevcut olan Kabe’yi inşa eder. Ayette”Beytullah’ın temellerini yükseltiyor” cümlesi bunu ifade eder.
128. Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin.
129. Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.
130. İbrahim’in dininden kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi) seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.
131. Çünkü Rabbi ona: Müslüman ol, demiş, o da: Alemlerin Rabbine boyun eğdim, demişti.
132. Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da: Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslâm’ı) seçti. O halde sadece müslümanlar olarak ölünüz (dedi).
133. Yoksa Ya’kub’a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Ya’kub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilâhı olan tek Allah’a kulluk edeceğiz; biz ancak O’na teslim olmuşuzdur, dediler.
134. Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.
135. (Yahudiler ve hıristiyanlar müslümanlara:) Yahudi ya da hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler. De ki: Hayır! Biz, hanîf olan İbrahim’in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi.
Hanif, her türlü batıl dinden uzak durup, yalnızca hak dine yönelen kişi demektir.
136. “Biz, Allah’a ve bize indirilene; İbrahim, İsmail, İshak, Ya’kub ve esbâta indirilene, Musa ve İsa’ya verilenlerle Rableri tarafından diğer peygamberlere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah’a teslim olduk” deyin.
Esbat,torunlar demektir. Burada Hz.Ya’kub’un on iki evladından torunları kasdedilmiştir.
137. Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar; dönerlerse mutlaka anlaşmazlık içine düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, bilendir.
138. Allah’ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah’tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O’na kulluk ederiz (deyin).
Zemahşeri’nin açıklamalarına göre hıristiyanlar, yeni doğan çocukları, bir su ile boyarlar ve “İşte şimdi hıristiyan oldu” derlerdi ve bunu o çocuk için bir temizlik sayarlardı. Ayette müslümanların buna karşılık “Allah’ın boyası ile boyandık” demeleri emredildi. Allah’ın boyası İslam fıtratı, İslam ve iman temizliğidir.
139. De ki: Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz olduğu halde, O’nun hakkında bizimle tartışmaya mı girişiyorsunuz? Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O’na gönülden bağlananlarız.
140. Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Ya’kub ve esbâtın yahudi, yahut hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah tarafından kendisine (bildirilmiş) bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.
141. Onlar bir ümmetti; gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da size aittir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.
Resulullah (s.a) Medine’ye geldikten sonra müslümanlar on altı ay kadar Kudüs’e yönelerek namaz kıldılar. Bu durum yahudilerin şımarmalarına, “Muhammed ve ashabı kıblenin neresi olduğunu bilmiyorlardı, biz onlara yol gösterdik.” gibi laflar etmelerine ve bunu etrafa yaymalarına sebep olmuştu. Resulullah, Allah’tan İslam’a kendi kıblesinin verilmesini niyaz etti. İşte bundan sonra Kudüs’ten Kabe’ye dönülmesi emri geldi. Bunun üzerine yahudiler ve münafıklar tekrar ileri geri konuşmaya başladılar. Aşağıdaki ayetler bu olayı anlatır.
142. İnsanlardan bir kısım beyinsizler: Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir? diyecekler. De ki: Doğu da batı da Allah’ındır. O dilediğini doğru yola iletir.
143. İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl’ün de size şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık. Senin (arzulayıp da şu anda) yönelmediğin kıbleyi (Kâbe’yi) biz ancak Peygamber’e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırdetmemiz için kıble yaptık. Bu, Allah’ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.
Rivayete göre kıyamette milletler peygamberlerinin tebligatını inkar ederler. Allah peygamberlerden tebliğ ettiklerine dair delil ister. Bunun üzerine ümmet-i Muhammed getirilir ve onlar buna şehadet ederler. Onlara “Siz bunu nereden öğrendiniz?” diye sorulur. Onlar da “Kur’an’dan ve Resulullah’tan öğrendik.” Derler. Nihayet Resulullah getirilir ve o da buna şahitlik eder.
144. (Ey Muhammed!) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, ehl-i kitap, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.
145. Yemin olsun ki (habibim ! ) sen ehl-i kitaba her türlü âyeti (mucizeyi) getirsen yine de onlar senin kıblene dönmezler. Sen de onların kıblesine dönecek değilsin. Onlar da birbirlerinin kıblesine dönmezler. Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan, işte o zaman sen hakkı çiğneyenlerden olursun.
Bu ayette inadın insanoğlunu ne hale getirdiği anlatılarak “ Sen onların arzularına uyarsan kötülük edenlerden olursun” denilmiştir. Çünkü Efendimiz bilfarz onların bir dileğini yerine getirirse bu sefer başka bir şey isteyecekler ve zor görmedikçe hiçbir şeyi kabul etmeyeceklerdir. İşte ayette bu cihet anlatılmıştır. Bunun da sebebi, inat ve taassuptur. İman ile terbiye edilmemiş nefis, inat ve taassuptan kurtulamaz. Bu da insanı daima kötüye yöneltir.
146. Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (o kitaptaki peygamberi), öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir gurup bile bile gerçeği gizler.
Yahudiler Tevrat’ta, hıristiyanlar da İncil’de ahir zaman peygamberinin vasıflarını gördüler, onun gelmesini beklediler; her nesil bunu kendinden sonra geleceklere anlattı ve inanmalarını tavsiye etti. Bunun için her iki zümre de bu peygamberin gelmesini dört gözle bekliyorlardı. Ancak onun Araplar arasından ve bir yetim kimse olarak gönderildiğini görünce sırf ırkçılık gayret ve düşüncesiyle inkar ettiler. Halbuki onun hak peygamber olduğunu, kendi oğullarını bilip tanıdıkları gibi biliyorlardı.
147. Gerçek olan, Rabbinden gelendir. O halde kuşkulananlardan olma!
148. Herkesin yöneldiği bir kıblesi vardır. (Ey müminler!) Siz hayır işlerinde yarışın. Nerede olursanız olun sonunda Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.
149. Nereden yola çıkarsan çık (namazda) yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Bu emir Rabbinden sana gelen gerçektir. (Biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
150. (Evet Resûlüm ! ) Nereden yola çıkarsan çık (namazda) yüzünü Mescid-i Haram’a doğru çevir. Nerede olursanız olunuz, yüzünüzü o yana çevirin ki, aralarından haksızlık edenler (kuru inatçılar) müstesna, insanların aleyhinizde (kullanabilecekleri) bir delili bulunmasın. Sakın onlardan korkmayın! Yalnız benden korkun. Böylece size olan nimetimi tamamlayayım da doğru yolu bulasınız.
151. Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab’ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl gönderdik.
152. Öyle ise siz beni (ibadetle) anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!
153. Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.
Sabır ve namaz, nefsin kötü arzularına karşı en büyük silahtır.
154. Allah yolunda öldürülenlere “ölüler”" demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.
155. Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber! ) Sabredenleri müjdele !
156. O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz, derler.
157. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.
Bedir’de şehit düşen 14 kişi hakkında nazil olduğu rivayet edilen bu ayet, kabir azabına yahut safasına da delildir. Ölüm, korku, açlık, mal azlığı, fakirlik, hastalık; bunların hepsi birer imtihandır. Bunlar dünya hayatının ayrılmaz parçalarıdır, hiç kimse bunlardan birisine yakalanmaktan kurtulamaz. En sonunda herkes ölecektir. İnanan akıllı kişi, bunları Kur’an’a göre anlayıp değerlendirendir.
158. Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah’ın koyduğu nişanlardandır. Her kim Beytullah’ı ziyaret eder veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine bir günah yoktur. Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa şüphesiz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bilir.
Safa ile Merve, Kabe’nin doğu tarafında iki tepenin adıdır. Hacer validemiz Hz.İsmail için su ararken bu iki tepe arasında yedi defa koşmuştur. Bugün hac ve umre için Beytullah’ı ziyaret ve tavaf edenler, aynı zamanda Safa ile Merve arasında sa’yederler. Ayette, iki tepe arasında sa’yetmekte(gelip gitmekte) günah yoktur, denilmiştir. Çünkü cahileye devrinde her iki tepede de birer put vardı. Her ne kadar İslam bu putları kaldırmışsa da bazı kimselerin içinde bir şüphe kaldı. İşte yukarıdaki ayetle bu şüphe tamamen giderilmiş oldu.
159. İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.
160. Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim.
161. (Ayetlerimizi) inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların lâneti onların üzerinedir.
162. Onlar ebediyen lânet içinde kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır.
163. İlâhınız bir tek Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, rahmândır, rahîmdir.
Bundan önceki ayetlerde Allah’a ve O’nun gönderdiği dine karşı nankörlük edenlerin nasıl kötü bir akıbete sürüklendikleri, onların ebediyen kötülenecekleri anlatılmıştır. Bundan sonraki ayetlerde ise, her insanda en büyük ilahi nimet olan aklı herkesin yerli yerince kullanması, etrafına dikkat ve ibretle bakması için kainat olaylarına temas edilmiştir. Zira hakkıyla düşünen, etrafına ibretle bakan kimse, mutlaka Allah’ı bulur ve O’na inanır.
164. Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah’ın varlığını ve birliğini isbatlayan) birçok deliller vardır.
165. İnsanlardan bazıları Allah’tan başkasını Allah’a denk tanrılar edinir de onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.
166. İşte o zaman (görecekler ki) kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve (o anda her iki taraf da) azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır.
Dünyada hiç düşünmeden bazı kimseleri kendilerine önden edinen, böylece batıl yola giden kimseler ahirette o önderlerin kendilerinden uzaklaştıklarını görürler. Ancak her iki taraf da içine girecekleri azabı görecekler ve ondan kurtuluş olmadığını anlayacaklardır. Dünyadakinin tersine, bu sefer uyanlar konuşurlar, ama artık faydası yoktur.
167. (Kötülere) uyanlar şöyle derler: Ah, keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara, işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar.
168. Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yeyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır.
169. O size ancak kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.
Şeytan insanın içinde bulunan kötü düşünce ve arzuları körükler, insan nefsine kötülüğü sevdirir. Bu sebeple insanın kötülük yapmasını kolaylaştırır. O yüzden Hz. Ebubekir:”Büyük adam, nefsinin isteklerine uymayan kimsedir” demiştir.
170. Onlara (müşriklere): Allah’ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, “Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız” dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?
171. (Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kâfirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler.
Bu ayetlerde insanların körü körüne eskiye bağlanmaları, yeni ortaya konmuş fikirlere kulak vermemeleri kötülenmiş, bu konuda doğru olanın, akılcı olarak hareket edilmesi olduğu söylenmiştir. Zemahşeri’ye göre ayetin meali şöyledir:Kafirleri doğru yola çağıran davetçinin (Peygamber’in) durumu, bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyenlere seslenen çobanın durumu gibidir.
172. Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yeyin, eğer siz yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin.
173. Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur. Şüphe yok ki Allah çokça bağışlayan çokça esirgeyendir.
slam’da zorluk yoktur. Zaruretler mahzurları ortadan kaldırır. Bir kimse elinde olmayan sebeplerle haram olan bir şeyi yemek ya da bir işi işlemek zorunda kalırsa, haddi aşmamak ve o şeyi devamlı helal saymamak şartıyla zaruret miktarınca yiyebilir. Bu durumda dinen günah işlemiş sayılmaz.
174. Allah’ın indirdiği kitaptan bir şeyi (âhir zaman Peygamberinin vasıflarını) gizleyip onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte onların yeyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır.
Yahudi hahamları Peygamberinizin Tevrat’ta zikredilen vasıflarını gizlediler ve yaptıkları bu kötü iş için de maddi karşılık aldılar. Ayette bunun ne kötü bir davranış olduğu anlatılmaktadır.
175. Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar!
176. O azabın sebebi, Allah’ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. (Buna rağmen farklı yorum yapıp) kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir.
Allah Teala’nın Kur’an’ı hak olarak indirdiği apaçık ortada iken, ondaki ahkamı;sağlam delillere dayanmadan kendi arzularına göre yorumlamak isteyenlerin, gerçeklerden uzak kaldıkları ve içinden çıkılmaz ayrılıklara düştükleri, bu yüzden de hem dünyada hem de ahirette zarara uğrayacakları anlatılmıştır.
177. İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah’ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!
178. Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.
Bütün dinler, hukuk ve ahlak sistemleri, haksız olarak adam öldürmenin, cana kıymanın büyük bir suç olduğunda birleşmişlerdir. Farklılık, bu suçun önlenmesi için alınması gereken tedbirde kendini göstermektedir. İslam, suça iten sebepleri azami ölçüde ortadan kaldırmış, insanı iman, ibadet ve ahlak terbiyesi ile olgunlaştırmak için gerekli tedbirleri almış, bütün bunlardan sonra da kısas adıyla “cana kıyanın canına kıyılır” kaidesini koymuştur. Haksız aflarla bir gün hürriyete kavuşmak ümidi içinde beslenen kimselerin bu hali (hapis cezası) hiç de caydırıcı ve suçu önleyici bir tedbir değildir. Kısası tazminata (diyete) çevirme hakkı, öldürme suçunun acı neticelerine katlanmakta olan ölü yakınlarına (velilere) aittir. Başkası bu cezayı bağışlayamaz.
179. Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız.
179-“Kısasta hayat vardır” sözü, gerçekten dikkate değer bir ifadedir. Zira kısas tatbik edilirse bir kişinin öldürülmesiyle pek çok kimsenin yaşaması sağlanır. Çünkü cezasının ölüm olduğunu bilen kimse, bu suçu işlemeyecektir.
180. Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah’tan korkanlar üzerine bir borçtur.
Mirasla ilgili ayetler gelmeden önce, kişinin servetinden ana, baba ve akrabalarına bir miktar verilmesi için vasiyet etmesi emredilmiştir. Ancak, Nisa suresinde gelen miras ayetleri ile herkesin hakkı kesin ve net olarak belirlenmiş, Efendiniz de “Allah her hak sahibine hakkını vermiştir. Bundan sonra varise vasiyet yoktur” buyurmuş, böylece yukarıdaki ayet nesh edilmiştir. Fakat mirastan payı olmayan akraba ve düşkünlere ve hayır müesseselerine vasiyet bakidir. Her müslüman gönüllü olarak servetinden istediği yere vasiyet edebilir.
181. Her kim bunu işittikten ve kabullendikten sonra vasiyeti değiştirirse, günahı onu değiştirenleredir. Şüphesiz Allah (her şeyi) işitir ve (her şeyi) bilir.
İslam’da vakıf müessesesi hadislere dayanmakla birlikte sadaka-i cariye mahiyetinde olan ve ammeye hizmet veren vakıfları, bunların şekil ve şartlarını haksız olarak değiştirenler de vasiyeti değiştirenler gibi telakki edilmiş, bu ayet birçok vakıf eşya üzerine ve vakıfnamelere yazılmıştır.
182. Her kim, vasiyet edenin haksızlığa yahut günaha meyletmesinden endişe eder de (alâkalıların) aralarını bulursa kendisine günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayan hem de esirgeyendir.
Bundan sonra gelecek ayetlerde Allah Teala müslümana farz kılınan ramazan orucundan söz eder. Oruç, İslam’ın beş temelinden biridir. Orucun farziyeti Kur’an’da belirtilmiştir. Oruca tahsis edilen ramazan ayı faziletli bir aydır. Bu ayın fazileti, içinde Kadir gecesi bulunmasındandır. Kadir gecesinin üstünlüğü ise, kendisinde Kur’an indirilmiş olmasındandır. Çünkü Kur’an ramazan ayında ve Kadir gecesinde topluca, levh-i mahfuzdan Beytü’l-izze denilen makama indirilmiş ve yine Kadir gecesinde ilk olarak Hira dağında, Peygamberimize vahiy olarak gelmeye başlamıştır. Buna göre ramazan ayının ve Kadir gecesinin üstünlüğü, Kur’an’ın bu ayda ve bu gecede inmesinden ileri gelmektedir. Bu üstünlükleri sebebiyle ramazan ayı, büyük bir ibadet olan oruca tahsis edilmiştir.
183. Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.
184. Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.
185. Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah’ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.
Dinde güçlük yoktur. Allah orucu emretmiştir. Oruç tutma şartları bulunan kimseler oruç tutarlar. Hastalık, yolculuk gibi geçici bir engelden ötürü oruç tutamayan, sonra kaza eder. İhtiyarlık ve iyileşmeyen müzmin hastalık gibi devamlı özrü olanlar fidye verirler. Her türlü zahmete rağmen kendi arzusu ile gönülden oruç tutan ve hayır yapanlar övülmüştür.
186. Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.
Rivayete göre bir bedevi Resulullah(s.a)a “Rabbimiz yakın mıdır yoksa uzak mıdır? Yakınsa ona fısıltı şeklinde dua edelim, uzaksa bağıralım” dedi. Bunun üzerine ayet indi. Allah’ın istediği iman ve itaattir. Allah, iman edip itaat edenlerin dualarını kabul edeceğini vadetmiştir. Gerçek manada iman edip Allah’a kulluk edenlerin duası kabul olunur.
187. Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde ibadete çekilmiş olduğunuz zamanlarda kadınlarla birleşmeyin. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın bu sınırlara yaklaşmayın. İşte böylece Allah âyetlerini insanlara açıklar. Umulur ki korunurlar.
İslam’ın ilk zamanlarında farz olan ramazan orucunu tutarken sahur yemeği yoktu. Oruç tutan kimse, akşam orucunu açınca yatsı namazını kılıp uyuyuncaya kadar yer içerdi. Bundan sonra yemek, içmek ve kadınlara yaklaşmak haramdı. Bazı müslümanlar dayanamayıp kadınlara yaklaştı. Bazıları iftardan sonra yorgunlukları sebebiyle hemen uyudukları için, ertesi gün açlık ve susuzluktan baygınlık geçirdiler. Cenab-ı Allah müminlere acıdı ve bir kolaylık olmak üzere bu ayeti indirdi. “Beyaz iplik ve siyah iplik” ifadelerinden maksadı, “mine’l-fecr:tanyerinin ağarmasından” ilavesi açıklığa kavuşturmuştur. Buna göre orucun başlaması gereken zaman (imsak), güneşin doğmasına değil, fecrin doğmasına, yani tanyerinin ağarmaya başlamasına bağlıdır. İplik tabiri de, tanyeri, ağarmasının başlangıcını ifade etmektedir. Aydınlık yayılıp yükselince, artık ona ”beyaz iplik” denemez. Aydınlığın başladığı an sahurun bittiği ve imsakın başladığı, aynı zamanda sabah namazı vaktinin de girdiği andır.
188. Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları hakimlere (idarecilere veya mahkeme hakimlerine) vermeyin.
Bu ayette işaret edilmek istenen mana, daha ziyade rüşvet ve çıkarcılıktır. Binaenaleyh aldatma ve dalavere ile elde edilen bütün kazançlar haramdır.
189. Sana, hilâl şeklinde yeni doğan ayları sorarlar. De ki: Onlar, insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir. İyi davranış, asla evlere arkalarından gelip girmeniz değildir. Lâkin iyi davranış, korunan (ve ölçülü giden) kimsenin davranışıdır. Evlere kapılarından girin, Allah’tan korkun, umulur ki kurtuluşa erersiniz.
Peygamberimize yeni doğan hilalin önce incecik olması, sonra her gün büyümesi, dolunay olduktan sonra tekrar incelip kaybolması ve tekrar aynı şekilde doğup devam etmesi sorulmuştu. Ayette verilen cevapta ”Ayın bu şekildeki hareketi, kameri senenin hesap edilmesini, özellikle hac günlerinin bilenmesini sağlamaktır.”denildi. Ayrıca eskiden Araplar hac için ihram giydiklerinde veya hac dönüşünde evlere kapısından değil de arkadan açılan bir delikten girmenin iyilik olduğuna inanırlardı. Yukarıdaki ayette bunun da yanlış olduğu anlatılmıştır.
190. Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez.
191. Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram’da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir.
192. Eğer onlar (savaştan) vazgeçerlerse, (şunu iyi bilin ki) Allah gafûr ve rahîmdir.
193. Fitne tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur.
194. Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler (dokunulmazlıklar) karşılıklıdır. Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah’tan korkun ve bilin ki Allah müttakîlerle beraberdir.
Resulullah (s.a) hicretin altıncı yılında umre yapmak maksadıyla Mekke’ye doğru yola çıkmıştı. Mekke yakınlarındaki Hudeybiye’ye gelince müşrikler Mekke’ye girmelerini önlediler. Orada çetin münakaşalar oldu. Sonunda İslam tarihinin en mühim hadiselerinden biri olan Hudeybiye antlaşması yapıldı. Bu antlaşmada yer alan maddelerden birine göre, müslümanlar o sene Harem-i Şerif’i ziyaret etmeden geri dönecekler, gelecek sene aynı haram ayı içinde Mescid’i ziyaret edip umre yapacaklardı. Müşrikler bunu başarı saydılar. Allah, müslümanları ertesi sene aynı anda Mescid-i Haram’a getirdi. Böylece haram ay, haram aya karşılık oldu.
İslam hukukuna göre saldırıya ancak misli ile mukabele edilir, aşırı gitmek suçtur. Bütün harplerde önce insanlar dine çağrılır. Müslüman olmayı yahut cizye vermeyi kabul etmeyenlerle savaşılır.
195. Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Her türlü hareketinizde dürüst davranın. Çünkü Allah dürüstleri sever.
Ayette geçen “ihsan” kelimesi, bir işi tam ve noksansız yapmak, işin hakkını vermek ve dürüst olmak demektir.
Nitekim bir hadiste Resulullah (s.a)a “İhsan nedir?” diye sorulmuş. O da: “ Allah’a, O’nu görüyormuş gibi kulluk etmendir, her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da, O seni görüyor” buyurmuştur. Kulluk umumi bir davranıştır. Bu itibarla hadisteki manayı, özellikle ibadete yöneltmek doğru değildir. Esasen Arapça’da ihsan, işi doğru dürüst yapmaktır. Onun için işinin ehli olana “muhsin” denir. Tercüme bu anlayışa göre yapılmıştır. Sosyal yardımı ve adaleti de içine alan ihsan ve infakı, “tehlikeyi önleyen bir tedbir” olarak gösteren ayet, adaletin anarşiyi ve ihtilali önlediğine de işaret etmektir.)
196. Haccı ve umreyi Allah için tam yapın. Eğer (bunlardan) alıkonursanız kolayınıza gelen kurbanı gönderin. Kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden her kim hasta olursa yahut başından bir rahatsızlığı varsa, oruç veya sadaka veya kurban olmak üzere fidye gerekir. (Hac yolculuğu için) emin olduğunuz vakit kim hac günlerine kadar umre ile faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir. Kurban kesmeyen kimse hac günlerinde üç, memleketine döndüğü zaman yedi olmak üzere oruç tutar ki, hepsi tam on gündür. Bu söylenenler, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah’tan korkun. Biliniz ki Allah’ın vereceği ceza ağırdır.
197. Hac, bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet ederse (ihramını giyerse), hac esnasında kadına yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yoktur. Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir. (Ey müminler! Ahiret için) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvâdır. Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime muhalefetten) sakının.
Eskiden Araplar, hac mevsiminde bir takım panayırlar kurarlar, orada çeşitli sahalarda alışveriş yaparlardı. Bunlar o zaman cahiliye devri adetlerine göre cereyan ederdi. Müslümanlar bunları günah saydılar. Allah Teala aşağıdaki ayetlerde bu hususa açıklık getirdi.
198. (Hac mevsiminde ticaret yaparak) Rabbinizden gelecek bir lütfu (kazancı) aramanızda size herhangi bir günah yoktur. Arafat’tan ayrılıp akın ettiğinizde Meş’ar-i Haram’da Allah’ı zikredin ve O’nu size gösterdiği şekilde anın. Şüphesiz siz daha önce yanlış gidenlerden idiniz.
Diğer ibadetler gibi haccın da ferde ve topluma sayısız faydaları vardır. Bunların en önemlilerini şu maddelerde toplayabiliriz:
1-İhram, tek tip ve basit bir elbisedir. Bütün hacı namzetleri bunu giyerek sonradan edindikleri mal, mülk, rütbe, makam ve benzerlerini geride bırakır, tek farkın şahsi faziletten ibaret olduğu gerçek eşitliği yaşarlar.
2-Kefeni andıran ihram içinde yapılan Arafat vakfesi aynı zamanda bir mahşer örneğidir. Bu manzara, belki bir ömür boyu insana ölümü ve haşri hatırlatır.
3-Çeşitli ırk ve kültürlere mensup müslümanların toplanmalarına vesile olan hac, bir “maddi ve manevi değerler” alışverişine vasıta olmakta, problemlere ortak çözümler arama imkanı vermektedir.
4-Kabe etrafında tavaf tevhid fikrini temsil etmekte, farklı yönlere, fakat daima Kabe’ye yönelerek kılınan namaz “Nereye dönseniz Allah oradadır” prensibini ruhlara işlemektedir. Metodlar, ictihatlar, kanaatler farklı olabilir, ancak her şey Allah içindir, Allah rızasına yönelmelidir.
199. Sonra insanların (sel gibi) aktığı yerden siz de akın. Allah’tan mağfiret isteyin. Çünkü Allah affedici ve esirgeyicidir.
200. Hac ibadetlerinizi bitirince, babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah’ı anın. İnsanlardan öyleleri var ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver, derler. Böyle kimselerin ahiretten hiç nasibi yoktur.
201. Onlardan bir kısmı da: Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru! derler.
202. İşte onlar için, kazandıklarından büyük bir nasip vardır. (Şüphesiz) Allah’ın hesabı çok süratlidir.
203. Sayılı günlerde (eyyam-ı teşrikte telbiye ve tekbir getirerek) Allah’ı anın. Kim iki gün içinde acele edip (Mina’dan Mekke’ye) dönmek isterse, ona günah yoktur. Bunlar günahtan sakınanlar içindir. Allah’tan korkun ve bilin ki hepiniz O’nun huzurunda toplanacaksınız.
Aşağıda gelen üç ayet Ahnes b. Şurayk hakkında inmiştir. Güzel konuşan ve yakışıklı bir kimse olan Ahnes, münafık idi. Resulullah’ın yanına gelir, güzel sözlerle müslümanlık taslardı. Halbuki içi fenalık dolu idi. İşi gücü müslümanlara zarar vermekti. İşte ayetlerde böyle konuşan, hoş görünen kimselere hemen kanmamak, iyice emin olmadan kimseye güvenmemek gerektiği anlatılmıştır.
204. İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana (samimi olduğuna) Allah’ı şahit tutar. Halbuki o, hasımların en yamanıdır.
205. O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.
206. Böylesine “Allah’tan kork!” denilince benlik ve gurur kendisini günaha sevkeder. (Ceza ve azap olarak) ona cehennem yeter. O ne kötü yerdir!
207. İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah’ın rızasını almak için kendini ve malını feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir.
İbn Abbas’tan gelen rivayete göre bu ayet Suheym b. Sinan er-Rumi hakkında inmiştir. Mekke müşrikleri bu zatı yakalamış, dininden döndürmek için işkence etmişlerdi. Suheyb, Mekkelilere “Ben ihtiyar bir adamım. Malım da var. Sizden veya düşmanlarınızdan olmamın size bir zararı olmaz, ben bir söz söyledim ondan caymayı iyi görmem, malımı ve eşyamı size verir, dinimi sizden satın alırım” demişti. Onlar buna razı olmuşlar, Suheyb’i salıvermişlerdi. Oradan kalkıp Medine’ye gelirken bu ayet nazil oldu. Şehre girerken kendisine rastlayan Hz. Ebubekir, “Alışverişin karlı olsun ya Suheyb” demiş, o da “Senin alışverişin de zarar etmesin” cevabını vermiştir.
208. Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır.
209. Size (Kur’an ve Sünnet gibi) apaçık deliller geldikten sonra, eğer barıştan saparsanız, şunu iyi bilin ki Allah azîzdir, hakîmdir.
210. Onlar, ille de buluttan gölgeler içinde Allah’ın ve meleklerinin gelmesini mi beklerler Halbuki iş bitirilmiştir. (Allah nizamı artık değişmez.) Bütün işler yalnızca Allah’a döndürülür.
211. İsrailoğullarına sor ki kendilerine nice apaçık mucizeler verdik. Kim mucizeler kendisine geldikten sonra Allah’ın nimetini (âyetlerini) değiştirirse bilsin ki Allah’ın azabı şiddetlidir.
212. Kâfir olanlar için dünya hayatı câzip kılındı. (Bu yüzden) onlar, iman edenler ile alay ederler. Oysa ki, (iman edip) inkârdan sakınanlar kıyamet gününde onların üstündedir. Allah dilediğine hesapsız rızık verir.
Ebu Cehil ve arkadaşları, fakir müminler ile alay ettiler, bunun üzerine bu ayet nazil oldu. Hayat gerçeğini sadece dünya malı ile değerlendiren kafirler için dünya malı cazip hale getirilmiştir. Onun için bunlar, üstün değerlere değil, geçici dünya malına kıymet vermişler, sonunda dünya malı onlara hiçbir fayda sağlamamıştır.
213. İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir.
Bütün insanlık başlangıç itibariyle bir tek ümmet idi. Hz. Adem’den çoğalmıştı. Zamanla ihtilafa düştüler. Peygamberler insanlar arasında beliren anlaşmazlıkları gidermek için gönderildi.
214. (Ey müminler! ) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah’ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.
Bu ayet, bir rivayete göre, Hendek savaşında müslümanların çektiği sıkıntıları dile getirir. Diğer rivayete göre, Uhud savaşı ile ilgilidir. Bir başka rivayete göre ise evlerini, mallarını ve yakınlarını Mekke’de bırakıp çeşitli sıkıntılara katlanarak Medine’ye göç eden müslümanları teselli için inmiştir.
215. Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Maldan harcadığınız şey, ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için olmalıdır. Şüphesiz Allah yapacağınız her hayrı bilir.
216. Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
Savaş insanların severek, zevk alarak yaptıkları bir şey değildir. Fıtratı ve ruh sağlığı bozulmamış kimseler öldürmek, yakıp yıkmak, acılar vermekten zevk almaz, bunlardan hoşlanmaz. Ancak vücudu kurtarmak için kangren olmuş elin kesilmesi, içeride kalmış çocuğu kurtarmak için kapının kırılması nasıl zaruri ise savaş da toplumların hayatında böyle zaruret haline gelebilir. Din ve vicdan hürriyetini sağlamanın, zulmü ve fitneyi önlemenin, tecavüzlere son vermenin yolu savaştan geçebilir. İşte bu durumlarda savaşmak şüphesiz insanlık için daha hayırlı ve daha şerefli bir davranıştır. Cihad ise hiçbir zaman bir saldırı değildir. Çünkü önce İslam’a davet yapılır, kabul eden müslümandır. İslam’ı kabul etmeyenden tabi olması istenir. Bunu da kabul etmezse, ancak o zaman savaşılır. Savaştaki sırrı biz bilemeyiz ama onu Allah bilir. Bazı milletler cezaya müstahak olunca, Allah onları çeşitli belalarla cezalandırır. İşte onlardan birisi de savaştır.
Resulullah Efendimiz, Abdullah b. Cahş kumandasında bir müfrezeyi, Kureyş kervanından haber getirmeleri için Mekke’ye göndermişti. Kureyş kervanını görünce, dayanamayarak hücum ettiler. Kervandan bir kişiyi öldürdüler, iki kişiyi esir aldılar. Kervanı sürüp Peygamberimize getirdiler. O gün receb ayının ilk günüydü. Müşrikler:Muhammed, haram aylarında savaşıyor, diye yaygara kopardılar. Bunun üzerine bu ayet indi.
217. Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır. (İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah’ı inkâr etmek, Mes-cid-i Haram’ın ziyaretine mâni olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır. Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gider. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar.
“Fitne” savaş, anarşi; din ve vicdan hürriyetine karşı baskı demektir.
218. İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah’ın rahmetini umabilirler. Allah, gafûr ve rahîmdir.
219. Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür. Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. “İhtiyaç fazlasını” de. Allah size âyetleri böyle açıklar ki düşünesiniz.
Şarap haramdır. Şarabın haram olması onun hiçbir faydasının olmamasını gerektirmez. Zararı faydasından çok olduğu için haram kılınmıştır. Kumarda da kazanan taraf için zahiri bir fayda görülür, ama kaybeden taraf için büyük bir zarar vardır. Onun için kumar oynamak haram kılınmıştır. Bu ayetin başı, bundan önceki ayetin son cümlesi olan “ki düşünesiniz” ile bağlantılıdır. Dünya ve ahiretle ilgili işlerinizi iyi düşünüp gereğine göre hareket ederseniz, hem dünyada hem de ahirette saadete nail olursunuz, demektedir.
220. Dünya ve ahiret hakkında (lehinize olan davranışları düşünün ve ona göre hareket edin). Sana yetimler hakkında soruyorlar. De ki: Onları iyi yetiştirmek (yüz üstü bırakmaktan) daha hayırlıdır. Eğer onlarla birlikte yaşarsanız, (unutmayın ki) onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, işleri bozanla düzelteni bilir. Eğer Allah dileseydi, sizi de zahmet ve meşakkate sokardı. Çünkü Allah güçlüdür, hakîmdir.
Yetimlere iyi muamele edilmeli, yetim oldukları hissettirilmemelidir. Yetimin velisi durumunda olan kimsenin, onu ifsat mı ettiğini, yoksa ıslah mı ettiğini Allah bilir. O yetimdir diye ona iyi davranmayanlar, Allah’ın murakabesi altında olduklarını unutmamalıdırlar.
221. İman etmedikçe putperest kadınlarla evlenmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kadından, imanlı bir câriye kesinlikle daha iyidir. İman etmedikçe putperest erkekleri de (kızlarınızla) evlendirmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kişiden inanmış bir köle kesinlikle daha iyidir. Onlar (müşrikler) cehenneme çağırır. Allah ise, izni (ve yardımı) ile cennete ve mağfirete çağırır. Allah, düşünüp anlasınlar diye âyetlerini insanlara açıklar.
İslam’a göre insanın değeri imanına bağlıdır. Allah katında köle ve cariye bile olsa imanlı kimse daha üstündür ve daha temizdir. Onun için bir müslümanın dinsiz ve putperestlerle evlenmesi kesin olarak haram kılınmıştır.
222. Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever.
223. Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın. Kendiniz için önceden (uygun davranışlarla) hazırlık yapın. Allah’tan korkun, biliniz ki siz O’na kavuşacaksınız. (Yâ Muhammed!) müminleri müjdele!
Cinsi temasın şekli sınırlı değildir. Yasak olan sapık ilişkidir. Temastan önce hazırlık hem maddi ve cinsi hem de besmele vb. gibi manevi olarak anlaşılmıştır.
224. Yeminlerinizden dolayı Allah’ı (O’nun adını), iyilik etmenize, O’ndan sakınmanıza ve insanların arasını düzeltmenize engel kılmayın. Allah işitir ve bilir.
225. Allah sizi kasıtsız yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Lâkin kasıtlı yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar. Allah gafûrdur, halîmdir.
226. Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler dört ay beklerler. Eğer (bu müddet içinde) kadınlarına dönerlerse, şüphesiz Allah çokça bağışlayan ve esirgeyendir.
227. Eğer (müddeti içinde dönmeyip kadınlarını) boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar). Biliniz ki, Allah işitir ve bilir.
“İla” yemin manasınadır. Kişinin eşine yaklaşmamak için yaptığı yemin karşılığında kullanılmıştır. Cahiliye devri Arapları, kadınlar üzerinde bir baskı olmak üzere, onlara darıldıkları vakit kadınlardan uzak dururlar, hiç yanlarına varmazlar, cinsi temas yapmazlar ve onlara yaklaşmamak hususunda yemin ederlerdi. İşte İslam bu şekilde
yapılan haksız davranışları önlemiş, doğru yolu göstermiştir. Belli müddet içinde yeminini bozan kefaret verir. Müddet tamamlanırsa evlilik sona erer.
228. Boşanmış kadınlar, kendi başlarına (evlenmeden) üç ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer onlar Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde Allah’ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz. Eğer kocalar barışmak isterlerse, bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya daha fazla hak sahibidirler. Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler. Allah azîzdir, hakîmdir.
Bu üstünlük aile reisliğinden ibarettir.
229. Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermektir. Kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şey almanız size helâl olmaz. Ancak erkek ve kadın Allah’ın sınırlarında kalıp evlilik haklarını tam tatbik edememekten korkarlarsa bu durum müstesna. (Ey müminler!) Siz de karı ile kocanın, Allah’ın sınırlarını, hakkıyla muhafaza etmelerinden kuşkuya düşerseniz, kadının (erkeğe) fidye vermesinde her iki taraf için de sakınca yoktur. Bu söylenenler Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir.
230. Eğer erkek kadını (üçüncü defa) boşarsa, ondan sonra kadın bir başka erkekle evlenmedikçe onu alması kendisine helâl olmaz. Eğer bu kişi de onu boşarsa, (her iki taraf da) Allah’ın sınırlarını muhafaza edeceklerine inandıkları takdirde, yeniden evlenmelerinde beis yoktur. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Allah bunları bilmek, öğrenmek isteyenler için açıklar.
Cahiliye devrinde erkekler eşlerini defalarca boşar, sonra geri alırlardı. İslam dini, kadına, hakime ve hakemlere başvurarak kocasını boşamak hakkını elde etme imkanı tanıdığı gibi, erkeğin boşanma hakkını da üç talak ile sınırlamıştır. Bundan sonra erkeğin aynı kadınla tekrar evlenebilmesi hem kadının iradesine hem de ciddi olarak başka bir erkekle evlenip boşanmış olmasına bağlıdır.
231. Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit ya onları iyilikle tutun yahut iyilikle bırakın. Fakat haksızlık ederek ve zarar vermek için onları nikâh altında tutmayın. Kim bunu yaparsa muhakkak kendine kötülük etmiş olur. Allah’ın âyetlerini eğlenceye almayın. Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini, (size verdiği hidayeti), size öğüt vermek üzere indirdiği Kitab’ı ve hikmeti hatırlayın. Allah’tan korkun. Bilesiniz ki Allah, her şeyi bilir.
232. Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. İşte bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü tutmanız kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
Bu ayetin iniş sebebi, rivayete göre, Ma’kıl b. Yesar’dır. Bu zat, kız kardeşini boşayan kocası onu tekrar almak isteyince buna karşı çıkmış ve mani olmak istemişti. O esnada bu ayet inmiş, Resulullah (s.a), Ma’kıl’ı çağırmış ve bu ayeti okumuştu. Ma’kıl, “Rabbimin emri benim arzuma uymadı. O’nun emrine rıza gösteriyorum” demiş ve kız kardeşini eski kocasıyla evlendirmiştir. Cabir b. Abdullah hakkında da buna benzer bir olay nakledilir. Ancak her ne kadar nüzul sebebi bunlar ise de ayetin hükmü umumidir.
233. Emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların örfe uygun olarak beslenmesi ve giyimi baba tarafına aittir. Bir insan ancak gücü yettiğinden sorumlu tutulur. Hiçbir anne, çocuğu sebebiyle, hiçbir baba da çocuğu yüzünden zarara uğratılmamalıdır. Onun benzeri (nafaka temini) vâris üzerine de gerekir. Eğer ana ve baba birbiriyle görüşerek ve karşılıklı anlaşarak çocuğu memeden kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur. Çocuklarınızı (süt anne tutup) emzirtmek istediğiniz takdirde, süt anneye vermekte olduğunuzu iyilikle teslim etmeniz şartıyla, üzerinize günah yoktur. Allah’tan korkun. Bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı görür.
234. Sizden ölenlerin, geride bıraktıkları eşleri, kendi başlarına (evlenmeden) dört ay on gün beklerler. Bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, kendileri hakkında yaptıkları meşru işlerde size bir günah yoktur. Allah yapmakta olduklarınızı bilir.
İddetin hikmeti, rahimin temiz olduğunun tesbitidir. Bunda vasıta, hayızdır. Dört ay içinde üç veya dört hayız vaki olur ki bu, kadının hamile olmadığını gösterir. Ölüm sebebiyle ayrılmada ayrıca matem durumu da vardır. Mühim olan, bu dört aylık müddet dolmadan kadının başkasıyla evlenmemesidir. Bu müddet içinde evlenme ile ilgili açık konuşmalar yapılmaması da tavsiye edilmiştir. Gerek boşanma, gerekse ölüm sebebiyle ayrılmadan sonra tekrar evlenme için iddet bekleme zorunluluğu hem kadın hem de onun yakınları için bir teselli ve alıştırma devresi olması sebebiyle psikolojik bakımdan faydalı bir uygulamadır. Bilhassa kadının yakınlarından meydana gelecek hoşnutsuzluklar belli ölçüde azaltılmış olur.
235. (İddet beklemekte olan) kadınlarla evlenme hususundaki düşüncelerinizi üstü kapalı biçimde anlatmanızda veya onu içinizde gizli tutmanızda size günah yoktur. Allah bilir ki siz onları anacaksınız. Lâkin, meşru sözler söylemeniz müstesna, sakın onlara gizlice buluşma sözü vermeyin. Farz olan bekleme müddeti dolmadan, nikâh kıymaya kalkışmayın. Bilin ki Allah, gönlünüzdekileri bilir. Bu sebeple Allah’tan sakının. Şunu iyi bilin ki Allah gafûrdur, halîmdir.
236. Nikâhtan sonra henüz dokunmadan veya onlar için belli bir mehir tayin etmeden kadınları boşarsanız bunda size mehir zorunluğu yoktur. Bu durumda onlara müt’a (hediye cinsinden bir şeyler) verin. Zengin olan durumuna göre, fakir de durumuna göre vermelidir. Münasip bir müt’a vermek iyiler için bir borçtur.
237. Kendilerine mehir tayin ederek evlendiğiniz kadınları, temas etmeden boşarsanız, tayin ettiğiniz mehrin yarısı onların hakkıdır. Ancak kadınların vazgeçmesi veya nikâh bağı elinde bulunanın (velinin) vazgeçmesi hali müstesna, affetmeniz (mehirden vazgeçmeniz), takvâya daha uygundur. Aranızda iyilik ve ihsanı unutmayın. Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızı hakkıyla görür.
238. Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah’a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın.
“Namaz dinin direğidir” hadisinde belirtildiği üzere en büyük ibadet Allah rızası için kılınan namazdır. Ayette geçen ”orta namaz”dan maksat, ikindi namazıdır. Resulullah s.a) Hendek savaşında şöyle buyurmuştur:”Orta namazdan yani ikindi namazından bizi alıkoydular. Allah onların evine ateş doldursun!” Orta namazın hangi vakit olduğu hususunda farklı rivayetler de vardır.
239. Eğer (herhangi bir şeyden) korkarsanız (namazlarınızı) yürüyerek yahut binmiş olarak (kılın). Güvene kavuştuğunuz zaman, siz bilmezken Allah’ın size öğrettiği şekilde O’nu anın (namaz kılın).
240. Sizden ölüp de (dul) eşler bırakan kimseler, zevcelerinin, evlerinden çıkarılmadan, bir yıla kadar bıraktıkları maldan faydalanmaları hususunda (sağlıklarında) vasiyet etsinler. Eğer o kadınlar, (kendiliklerinden) çıkıp giderlerse, kendileri hakkında yaptıkları meşru şeylerden size bir günah yoktur. Allah azîzdir, hakîmdir.
241. Boşanmış kadınların, hakkaniyet ölçülerinde (kocalarından) menfaat sağlamak haklarıdır; bu, Allah korkusu taşıyanlar üzerine bir borçtur.
242. Allah size işte böylece âyetlerini açıklar ki düşünüp hakikati anlayasınız.
243. Binlerce oldukları halde, ölüm korkusundan dolayı yurtlarından çıkıp gidenleri görmedin mi? Allah onlara “Ölün!” dedi (öldüler). Sonra onları diriltti. Şüphesiz Allah insanlara karşı lütufkârdır. Lâkin insanların çoğu şükretmez.
Rivayetlere göre Vasıt yakınlarındaki Daverdan’da bulaşıcı bir hastalık zuhur etmiş, kasaba halkı oradan kaçmışlar, Allah onları öldürmüş, sonra da ibret için diriltmişti. Bu kıssa Peygamberimize “Görmedin mi?” şeklinde ifade edilmiştir, halbuki Peygamberimiz onları görmemiş yani o devirde yaşamamıştır. Gerek diğer semavi kitaplarla, gerekse Kur’an-ı Kerim’le bu nevi haberler Hz.Peygamber’e bildirilmiş olduğundan, Kur’an-ı Kerim bu bilgiye, Arapların ifade üslubuna uygun olarak “Görmedin mi?” şeklinde dikkat çekmiştir.
244. Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah, her şeyi işitir ve bilir.
245. Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah’a güzel bir borç (isteyene faizsiz ödünç) verecek yok mu? Darlık veren de bolluk veren de Allah’tır. Sadece O’na döndürüleceksiniz.
246. Musa’dan sonra, Benî İsrail’den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere: “Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım” demişlerdi. “Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?” dedi. “Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?” dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.
Mısır’la Filistin arasında yaşayan Amalika, o devirdeki kralları Calut’un kumandasında İsrailoğullarına saldırdı ve onları perişan edip yurtlarından çıkardı. Bunun üzerine İsrailoğulları, o anda aralarında bulunan peygamberlerinden kendilerine bir kumandan tayin etmesini istediler. Devrin peygamberi, Talüt adında haktan birini hükümdar ve kumandan tayin etti. Aşağıdaki ayetlerde kıssa tafsilatıyla anlatılmaktadır.
247. Peygamberleri onlara: Bilin ki Allah, Tâlût’u size hükümdar olarak gönderdi dedi. Bunun üzerine: Biz, hükümdarlığa daha lâyık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkânlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur? dediler. “Allah sizin üzerinize onu seçti, ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir” dedi.
247-İsrailoğullarının ileri gelenlerine göre iktidar, servet ve sermaye sahiplerinin olmalıdır. Halbuki bu fikir, toplum menfaatine ve adalete aykırıdır. Doğru olan iktidara zenginlerin değil, ehil olan kimselerin gelmesidir. Kişinin ehliyetini, onun manevi gücü, bilgisi ve görgüsü ile beden kuvveti ve cesareti temsil eder.
248. Peygamberleri onlara: Onun hükümdarlığının alâmeti, Tabut’un size gelmesidir. Meleklerin taşıdığı o Tabut’un içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sükûnet, Musa ve Harun hanedanlarının bıraktıklarından bir kalıntı vardır. Eğer inanmış kimseler iseniz sizin için bunda şüphesiz bir alâmet vardır, dedi.
Rivayete göre “Tabut” sandıktır. Hz. Musa onu savaşlarda ordunun önünde bulundurur, bu sayede askerleri güç ve moral kazanırlardı. Zamanla yahudiler zayıflayınca Tabut’u Calut ellerinden almıştı. Talut’un hükümdarlığına itiraz ettiler ve “eğer sahiden hükümdarsa delil getirsin dediler. Onlara “onun hükümdar olduğuna hüccet Tabut’un geri gelmesidir” denildi ve Tabut geri geldi.
249. Tâlût askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca: Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir, dedi. İçlerinden pek azı müstesna hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve iman edenler beraberce ırmağı geçince: Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur, dediler. Allah’ın huzuruna varacaklarına inananlar: Nice az sayıda bir birlik Allah’ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir, dediler.
250. Câlût ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında: Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Bize cesaret ver ki tutunalım. Kâfir kavme karşı bize yardım et, dediler.
251. Sonunda Allah’ın izniyle onları yendiler. Davud da Câlût’u öldürdü. Allah ona (Davud’a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah’ın insanlardan bir kısmının kötülüğünü diğerleriyle savması olmasaydı elbette yeryüzü altüst olurdu. Lâkin Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir.
Bu ayette, dünya hayatında cari olan ilahi nizamın bir ölçüde izahı vardır. Allah, insanlar arasında içtimai dengenin kurulmasını bazı sebeplere bağlamıştır. Bu itibarla insanlardan bir kısmı zengin bir kısmı fakir, bir kısmı güçlü, bir kısmı zayıf, bir kısmı sıhhatli bir kısmı hasta, bir kısmı mümin bir kısmı münkir olacak ki, bunlar arasında kurulacak alakalar, yeryüzünün imar edilmesini temin edecektir. Tıptı müsbet ve menfi kutuplar arasında ışık ve enerji meydana geldiği gibi insanlar arasında vuku bulan savaşlar da bu hikmete bağlıdır. İşte bu ayetlerde ilahi nizamın bazı prensipleri anlatılmıştır.
252. İşte bunlar Allah’ın âyetleridir. Biz onları sana doğru olarak anlatıyoruz. Şüphesiz sen, Allah tarafından gönderilmiş peygamberlerdensin.
Bu ayetlerde askeri disiplin anlatılır. Bir ordunun başarılı olması, her şeyden önce komutanın emirlerine harfiyen uymakla mümkün olur. Savaşta galip gelmek sayıya bağlı değildir. Haklı olmaya, doğruluğa, iman ve moral gücüne bağlıdır. Calut’u öldüren Davud, rivayetlere göre yedi yaşında çocuk imiş, Allah o Peygambere Calut’u Davud’un öldüreceğini bildirmiş, o da Davud’u beraber götürmüş, yolda üç taş dile gelip “Bizi al, Calut’u bizimle öldüreceksin” demişler, onları almış, sapanı ile atmış ve Calut’u öldürmüştür. Bu bir mucizedir.
253. O peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir. Meryem oğlu İsa’ya açık mucizeler verdik ve onu Rûhu’l-Kudüs ile güçlendirdik. Allah dileseydi o peygamberlerden sonra gelen milletler, kendilerine açık deliller geldikten sonra birbirleriyle savaşmazlardı. Fakat onlar ihtilafa düştüler de içlerinden kimi iman etti, kimi de inkâr etti. Allah dileseydi onlar savaşmazlardı; lâkin Allah dilediğini yapar.
Ruhu’l-Kudüs’ten maksat Cebrail’dir.
254. Ey iman edenler! Kendisinde artık alış-veriş, dostluk ve kayırma bulunmayan gün (kıyamet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın. Gerçekleri inkâr edenler elbette zalimlerdir.
255. Allah, O’ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O’nundur. İzni olmadan O’nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O’na hiçbir şey gizli kalmaz.) O’nun bildirdiklerinin dışında insanlar O’nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.
İçinde “kursi” kelimesi geçtiği için bu ayete “Ayetü’l-kürsi” denilmiştir. Burada kürsi bildiğimiz taht manasında olmayıp Allah’ın şanına layık, mahiyetini ancak kendisinin bildiği bir varlıktır. O’nun yüce sıfatlarını ve eşsiz kudretini anlatan bu ayetin azameti, onu okumanın büyük sevabı ve tesirleri hakkında hadisler vardır. Efendimiz bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Kur’an’da en büyük ayet, Ayetü’l-kürsi’dir. Onu okuyana Allah bir melek gönderir, onun hasenatını yazar. İçinde okunduğu evi, şeytan otuz gün terkeder. O eve kırk gün sihir ve sihirbaz giremez. Ya Ali! Bunu evladına, ailene ve komşularına öğret.” Başka bir hadiste de: “Günlerin önemlisi cuma, sözlerin üstünü Kur’an, Kur’an’ın en önemli suresi el-Bakara, Bakara’nın en büyük ayeti de Ayetü’l-kürsi’dir” denilmiştir. Hayy, lügatte diri, canlı manasına gelir. Allah’ın sıfatlarından olup, devamlı var olan, kesintiye uğramayan, varlığı ezeli ve ebedi olan demektir. Kayyum ise, bütün mahlukatın idaresini bizzat yürüten, hepsini hesaba çeken demektir.
256. Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.
Tağut, şeytan ve Allah’tan başka tapılan her şey demektir. İnsanın nefsi yani kötü arzuları şeytanın saptırmasına kanar. Onun için nefsine uymayan kimse kolay kolay günah işlemez. Aslında dinin koyduğu kaidelere uymamıza mani olan, içimizdeki kötü arzulardır. Bu arzuları eğitmek suretiyle insan kendini kötülüklerden koruyabilir. İslam insanları, din duygularını uyandırmak ve akıllarını doğru yönde işletmek suretiyle kendisini davet etmektedir. Kur’an’ın açıklamalarıyla doğru eğriden ayırt edilir hale gelmiştir. Bu irşadın ışığında İslam’a ilk adımı atmak, hür iradeleriyle insanlara aittir.
257. Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürür. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar.
Bu ayette mümin ile kafir mukayese edilmiş, Allah’a onun gönderdiği peygamberlere inananları Allah’ın aydınlığa götürdüğü, şeytana uyup kafir olanları da şeytanın karanlığa ittiği, bu sebeple cehennemlik oldukları anlatılmıştır.
258. Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni (Nemrut’u) görmedin mi! İşte o zaman İbrahim: Rabbim hayat veren ve öldürendir, demişti. O da: Hayat veren ve öldüren benim, demişti. İbrahim: Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir, dedi. Bunun üzerine kâfir apışıp kaldı. Allah zalim kimseleri hidayete erdirmez.
259. Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarları çatıları üzerine çökmüş (alt üst olmuş) bir kasabaya uğradı; “Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba!” dedi. Bunun üzerine Allah onu öldürüp yüz sene bıraktı; sonra tekrar diriltti. Ne kadar kaldın? dedi. “Bir gün yahut daha az” dedi. Allah ona: Hayır, yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır. Eşeğine de bak. Seni insanlara bir ibret kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk, sonra tekrar dirilttik). Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz, dedi. Durum kendisince anlaşılınca: Şimdi iyice biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir, dedi.
258. Ayette Hz.İbrahim ile tartışan kimse ile 259, ayette yıkık kasabaya uğrayan kimselerin her ikisinin de kafir olduğunu söyleyen müfessirler vardır. Ancak daha yaygın olan rivayete göre, yıkık kasabaya uğrayan Uzeyr (a.s) dır. Uzeyr azığını almış, eşeğine binmiş giderken evleri yıkılmış harabe haline gelmiş, orada oturanlardan kimse kalmamış bir kasaba veya köy yıkıntılarının yanına gelir, orada konaklar. Etrafına bakar, bu şekilde ölenlerin nasıl dirileceğini düşünür. O anda uykusu gelir yatar. Allah onu öldürür, yüz sene sonra diriltir. Yiyecekleri hiç bozulmamış, ancak eşeği çürümüş sadece kemikleri kalmıştır, yıkık kasaba da imar edilmiştir. Uyandığı ilk anda, bir gün kadar veya daha az bir zaman uyuduğunu zanneder. Yiyeceklere bakınca gerçekten böyle olduğunu sanır. Eşeğine bakınca durumu anlar. Allah, Uzeyr’in gözü önünde eşeğini diriltir. Böylece Allah’ın kudret ve azametini çıplak gözle müşahede eder.
Hz. İbrahim ile münakaşa edenin ise Nemrut olduğu söylenir. Bazı müfessirler bu kıssasın Hz.İbrahim Mısır’a gittiği zaman vuku bulduğunu, “hayat veren ve öldüren benim” diyenin Firavun olduğunu söylemişlerdir. Burada mühim olan Hz.İbrahim’e verilen mucizedir ki Kur’-an’da ona sözle hasmı mağlup etmek manasına gelen “hüccet” denmiştir. Hz.İbrahim bu hüccet ile hasımlarını yenmeyi başarmıştır.
260. İbrahim Rabbine: Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster, demişti. Rabbi ona: Yoksa inanmadın mı? dedi. İbrahim: Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim), dedi. Bunun üzerine Allah: Öyleyse dört tane kuş yakala, onları yanına al, sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki Allah azîzdir, hakîmdir, buyurdu.
Hz.İbrahim ölen bir canlının yeniden nasıl dirileceğini merak etmiş ve bunun kendisine gösterilmesini Rabbinden istemiştir. Allah Teala ona, ayette geçtiği gibi maddi bir örnekle cevap vermiş, dirilişin mahiyetini izah etmiştir. Çünkü insanın bilgi kapasitesi, dirilme,canlanma olayını kavramaya elverişli değildir. Bundan önceki ayetlerde de geçtiği gibi peygamberlere verilen bu örnekler birer mucizedir. Mühim olan, Allah’ın bütün canlıları, özellikle insanı mutlaka diriltip hesaba çekeceğine kesinlikle iman etmektir.
261. Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki, her başakta yüz dane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah’ın lütfu geniştir, O herşeyi bilir.
262. Mallarını Allah yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, onların Allah katında has mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur, üzüntü de çekmeyeceklerdir.
263. Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, acelesi de yoktur.
264. Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak pürüzsüz kaya haline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Allah, kâfirleri doğru yola iletmez.
Bu ayetlerde hayır yapma teşvik edilmiş, ancak hayır yaparken kalp kırılmaması, fakirin küçümsenmemesi, eziyet edilmemesi ve yapılan iyiliğin başa kakılmaması, gösterişten kaçınılması emredilmiştir. Aksi halde yapılan hayırdan fayda ve sevap yerine karşılık olarak günah ve azap gelir.
265. Allah’ın rızasını kazanmak ve ruhlarındaki cömertliği kuvvetlendirmek için mallarını hayra sarfedenlerin durumu, bir tepede kurulmuş güzel bir bahçeye benzer ki, üzerine bol yağmur yağmış da iki kat ürün vermiştir. Bol yağmur yağmasa bile bir çisinti düşer (de yine ürün verir). Allah, yaptıklarınızı görmektedir.
266. Sizden biriniz arzu eder mi ki, hurma ve üzüm ağaçlarıyla dolu, arasından sular akan ve kendisi için orada her çeşit meyveden (bir miktar) bulunan bir bahçesi olsun da, bakıma muhtaç çoluk çocuğu varken kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, bahçeye de içinde ateş bulunan bir kasırga isabet ederek yakıp kül etsin! (Elbette bunu kimse arzu etmez.) İşte düşünüp anlayasınız diye Allah size âyetleri açıklar.
Bu ayette verilen örnek son derece ilginçtir. Zira insanın dünya hayatında daima karşılaşması beklenen durumları dile getirmektedir. Kişinin dünyada elde ettiği mevki, makam, zenginlik gibi değerlerin aslında hiçbir garantisi yoktur. Nice saltanatlar, devletler yıkılmakta, zenginler fakir düşmekte, iç savaşlar ve ihtilaller sebebiyle beklenmedik olaylar meydana gelmeden önce insanlar neler temenni ediyorlar, ne düşler kuruyorlardı. İşte her şeye rağmen insanı teselli edecek tek çare Allah’a iman ve ona dayanmaktır.
267. Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan hayra harcayın. Size verilse, gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah zengindir, övgüye lâyıktır.
268. Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder. Allah ise size katından bir mağfiret ve bir lütuf vâdeder. Allah herşeyi ihata eden ve herşeyi bilendir.
269. Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.
Derin ve yararlı bilgiye hikmet denir. Allah’ın kendisine hikmet verdiği kimseler öncelikle peygamberler, ilmiyle amel eden alimlerdir. Bilgili olmanın en çok değer verilen tarafı, insanlığa yararlı olmaktır. Peygamberimiz bir hadisinde:”Yararlı bilgi isteyin, yararsız bilgiden Allah’a sığının”buyurmuştur. Doğruluk, adalet, ihlas, sevgi, saygı,ağırbaşlılık, başkalarına faydalı olmak, cömertlik, alicenaplık gibi yüksek vasıfları taşıyan kimseler de hikmet ehlinden sayılır. İslam’a tam olarak inanan, Kur’an’ın emirlerini öğrenip noksansız uygulamak için çaba sarf eden, tüm kötülüklerden uzak duran kimse hikmet sahibidir ve kendisine büyük hayır verilmiştir.
270. Yaptığınız her harcamayı ve adadığınız her adağı muhakkak Allah bilir. Zalimler için hiç yardımcı yoktur.
271. Eğer sadakaları (zekât ve benzeri hayırları) açıktan verirseniz ne âlâ! Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır. Allah da bu sebeple sizin günahlarınızı örter. Allah, yapmakta olduklarınızı bilir.
Zekata aynı zamanda sadaka denmesinin iki sebebi vardır:Birincisi, malın temizlenip artması, ikincisi de imanda sadakat ve kemale delalet etmesidir. Zekat olsun sadaka olsun, yapılan hayırların gizli yapılması, aşikar yapılmasından üstün sayılmıştır, zira gizlice yapılan hayırlar riya ve gösterişten uzak olması sebebiyle hem Allah’ın rızasına daha uygundur, hem de insan haysiyet ve şerefini muhafaza bakımından daha faydalıdır.
272. (Ya Muhammed!) Onları doğru yola iletmek sana ait değildir. Lâkin Allah dilediğini doğru yola iletir. Hayır olarak harcadıklarınız kendi iyiliğiniz içindir. Yapacağınız hayırları ancak Allah’ın rızasını kazanmak için yapmalısınız. Hayır olarak verdiğiniz ne varsa; karşılığı size tam olarak verilir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.
273. (Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.
Bu ayette anılan fakirler hayatlarını Allah yolunda savaşa adayan mücahitler ile ilim yolcularıdır. Bunlar, bu kudsi meşguliyetleri dolayısıyla kazanca yönelme imkanından mahrumdurlar. Maddi yardımların bilhassa bunlara yapılması, cihadı ve ilmi teşvik edecektir.
274. Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık hayra sarfedenler var ya, onların mükâfatları Allah katındadır. Onlara korku yoktur, üzüntü de çekmezler.
Bu ayetlerde teşvik edilen hayırlardan birinci derecede murat edilen zekattır. Zira İslam’ın emrettiği şekilde, zekat noksansız verilirse fakirlik yok denecek kadar azalır. Ancak zekatın sarf yerleri belli ve sayılı olduğundan zekat sarf edilmeyen yerlere de zekatın dışında hayır yapılır. Vakıflar bunlardan biridir.
275. Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların “Alım-satım tıpkı faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alım-satımı helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah’a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar.
276. Allah faizi tüketir (Faiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez.
Faiz yasağı İslam’ın kesin hükümleri arasındadır ve her çeşidi ile faiz haramdır. Ferdi ve içtimai zaruret halleri müstesna olmakla beraber bunlar devamlı değildir. İslam’ın iktisadi, içtimai, ahlaki… nimazı bir bütün halinde işletildiği zaman faize zaruret hasıl olmaz. İslam ekonomisi sermaye birikimini teşvik için faizi değil, ortaklık usulünü ileri sürmüştür. Bu usulde sermaye faizsiz olacağı için maliyet enflasyon problemi ortadan kalkacak, mülkiyete iştirak tabana doğru yaygınlaşacak, ekonomik ve sosyal farklılaşma asgari seviyeye inecek; sermayeye, yatırımlara ve ticarete kötü gözle bakılmayacaktır. Para bir değişim vasıtasıdır. Onu, alınıp satılan mal haline getirmek ve rizikoya girmeden gelir sağlamak tatlı fakat zehirli yiyeceklerle beslenmeye benzer, tesirini gösterince çok defa iş işten geçmiş olur.
277. İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.
278. Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı terkedin.
279. Şayet (faiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız, Allah ve Resûlü tarafından (faizcilere karşı) açılan savaştan haberiniz olsun. Eğer tevbe edip vazgeçerseniz, sermayeniz sizindir; ne haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.
280. Eğer (borçlu) darlık içinde ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer (gerçekleri) anlarsanız bunu sadakaya (veya zekâta) saymak sizin için daha hayırlıdır.
281. Allah’a döndürüleceğiniz, sonra da herkese hak ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa uğratılmayacağı bir günden sakının.
282. Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit onu yazın. Bir kâtip onu aranızda adaletle yazsın. Hiçbir kâtip Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın; (her şeyi olduğu gibi) yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu) da yazdırsın, Rabbinden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın. Şayet borçlu sefih veya aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile -biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki kadın (olsun). Çağırıldıkları vakit şahitler gelmemezlik etmesin. Büyük veya küçük, vâdesine kadar hiçbir şeyi yazmaktan sakın üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah nezdinde daha adaletli, şehadet için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha uygundur. Ancak aranızda yapıp bitirdiğiniz peşin bir ticaret olursa, bu durum farklıdır. Bu durumda onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. (Genellikle) alışveriş yaptığınızda şahit tutun. Ne yazan, ne de şahit zarara uğratılsın. Eğer bunu yaparsanız (zarar verirseniz) şüphe yok ki bu, sizin yoldan çıkmanız demektir. Allah’tan korkun. Allah size gerekli olanı öğretiyor. Allah her şeyi bilmektedir.
Kur’an-ı Kerim, bu en uzun ayeti ile noterlik müessesesinin esaslarını koymuş, müslümanlarda bu tavsiyeyi genellikle uygulamışlardır. İslam’ın titizlikle üzerinde durduğu prensiplerden biri de hakkın korunmasıdır. Alacak ve borcun korunması, ifası gereken haklardandır. Hakkın icra ve ifası, onun bilinmesine, gerektiğinde isbat edilebilmesine bağlıdır. Gerek yazma ve yazdırma ve gerekse şahit tutma, isbat için hala kullanılan en geçerli vasıtalardandır.
İslam kadını, tabiat ve fıtratına uygun bir eğitim gördüğü, hayası ve duyguları güçlü olduğu için şahitlik gibi resmi ve ammeye açık konularda, hemcinsiyle takviye edilmesi uygun görülmüştür. “İşin yoksa şahit, paran çoksa kefil ol” şeklindeki meşhur söz, İslam’ın getirdiği kardeşlik ve dayanışma ruhunun söndüğü, ahlakın zayıfladığı devirlere aittir. Kur’an, müminleri, işleri olsa da şahitlik etmeye çağırmış, böylece hakların korunması görevine katılmalarını istemiştir. “Hak” yücedir, hiçbir şey onun üzerine çıkarılamaz.
283. Yolculukta olur da, yazacak kimse bulamazsanız (borca karşılık) alınmış bir rehin de yeterlidir. Birbirinize bir emanet bırakırsanız, emanet bırakılan kimse emaneti sahibine versin ve (bu hususta) Rabbi olan Allah’tan korksun. Şahitliği bildiklerinizi gizlemeyin. Kim onu gizlerse, bilsin ki onun kalbi günahkârdır. Allah yapmakta olduklarınızı bilir.
284. Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah’ındır. İçinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz de Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir, sonra dilediğini affeder, dilediğine de azap eder. Allah her şeye kadirdir.
285. Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. “Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır” dediler.
286. Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bizi esirge! Sen Mevlâmızsın; küfre sapan, seni tanımayanlara karşı bize yardım et/zafer ihsan eyle.”
Bakara Suresi’nin son iki ayetini oluşturan ve “Amenerresulü” diye anılan bu mübarek ayetler, ilahi emirler karşısında mutlak itaate yönelen müminlerin inançlarındaki sadakatlerini ifade etmektedir. Ayrıca bir önceki ayette geçen “İçinizdekileri açıklasanız da, gizleseniz da Allah sizi hesaba çekecektir” haberiyle endişeye kapılan müminlere bu ayetlerle kolaylık bahşedilmiş, mükellefiyetler hafifletilmiştir. Böylece Allah’a tam itaat ve iltica meyvelerini verirken yersiz kuşkular da bertaraf edilmiştiMirac gecesinde Peygamberimize vasıtasız şekilde vahyolunan bu ayetler, Resulullah’ın hadislerinde övülmüş, her zaman ve özellikle yatmadan önce okunması tavsiye edilmiştir. Bir hadiste Peygamber Efendimiz (sav): şöyle buyurmuştur “Kim, geceleyin Bakara sûresinin son iki âyetini okursa, o iki âyet, o gece ona yeter.” (İbn Mesûd (r.a.) / Buhârî.)
BU SUREYLE İLGİLİ ÖNEMLİ BİLGİLER
Adı:
Neden Bakara?
Bakara suresi, surenin 67-73. ayetlerinde geçen inek kıssası nedeniyle bu adı almıştır. Fakat bu, surenin konusunu bildirmek amacıyla verilmiş bir isim değildir. Bu nedenle, nasıl ki Veli, Ali gibi isimler başka dillere tercüme edilemiyorsa, Bakara da “inek” veya “buzağı” diye tercüme edilemez. Çünkü o zaman, surenin konusunun “inek” olduğu zannedilebilir. Kur’an’da, bu şekilde adlandırılmış daha birçok sure vardır. Çünkü (ne kadar zengin olursa olsun) Arapça, surelerde ele alınan konunun genişliğini kapsayacak kadar şümullü kelimelere sahip değildir. Aslında bütün dillerde aynı eksiklik vardır.
Nüzul Zamanı:
Medenî bir sure olmasına rağmen Bakara, Mekkî bir sure olan Fatiha’nın hemen ardından gelmektedir. Fatiha “Bizi doğru yola ilet” duasıyla bitiyordu. Bakara ise, “Bu bir kitaptır ve hidayettir” diye başlıyor.
Bakara suresinin büyük bir bölümü Hz. Peygamber’in (s.a.) Medine’de geçirdiği ilk iki yılda nazil olmuştur. Daha sonraki dönemde nazil olan kısa bir bölüm de, surede ele alınan konuyla yakın bağlantısı olduğu için sonradan sureye eklenmiştir. Örneğin, faizi yasaklayan ayetler Hz. Peygamber’in (s.a.) hayatının son döneminde nazil olmuş; fakat, bu sureye eklenmiştir. Aynı nedenle, Medine’ye hicretten önce Mekke’de nazil olan son ayetler de (284-286) bu sureye dahil edilmiştir.
Tarihsel arka-plan: Bu surenin anlamını tamamen kavrayabilmek için tarihsel arka-planı bilmemiz gerekir:
1) Mekke’de Kur’an genellikle İslâm’ın cahilî, müşrik Kureyşlilere hitap ediyordu. Fakat Medine’de Allah’ın birliği, peygamberlik, vahiy, Ahiret ve melekler gibi inançlara aşina olan Yahudilerle de ilgilenmeye başladı. Yahudiler, Allah’ın, peygamberi Hz. Musa’ya (a.s.) indirdiği kanuna inandıklarını söylüyorlardı ve ilke olarak onların yolu Hz. Muhammed’in (s.a.) öğrettiği yolun (İslâm) aynısı idi. Fakat yüzyıllardan beri onlar bu yoldan uzaklaşmışlar ve Tevrat’ta hiç anılmayan ve bildirilmeyen birçok gayri İslâmi inançları, ibadet şekillerini ve geleneklerini benimsemişlerdi. Sadece bununla da kalmayıp, kendi tefsir ve tevillerini asıl metindenmiş gibi kabul ederek, Tevrat’ı da tahrif etmişlerdi. Hatta kitaplarının asıl metni olan Allah kelâmını bile bozmuşlar, dinin gerçek ruhunu söndürüp, süregelen donuk bir âdetler dizisi haline getirmişlerdi. Bunun sonucu inançları, ahlâkları ve davranışları bozulmanın en aşağı seviyelerine düşmüştü. En kötüsü, onlar durumlarından memnun olmakla kalmıyor, aynı zamanda böyle devam etmekten hoşlanıyordu. Bununla birlikte hiçbir düzeltme ve ıslah hareketini kabule yanaşmıyor, böyle bir girişime ilgi bile duymuyorlardı. Bu nedenle, kendilerine doğru yolu öğretmeye gelenlerin en azılı düşmanları oldular ve bu tür çabalara karşı ellerinden geleni yaptılar. Önceleri müslüman olmalarına rağmen gerçek İslâm’dan sapmış, O’nda değişikler yapıp, bidatlar çıkarmış, ayrılık tohumlarının ve kılı kırk yarmalarının kurbanı olmuşlardı. Allah’ı unutup terketmişler ve ihtiraslarının kölesi haline gelmişlerdi. Üstelik “Müslüman” adını bırakıp, kendilerine “Yahudi” adını takmışlar ve dini İsrailoğulları’nın tekeline almışlardı.
Hz. Peygamber (s.a.) Medine’ye gidip Yahudileri hak dine davet ettiğinde, onların dinî durumu buydu. Bu surenin üçte birinden fazlasının İsrailoğulları’na hitap etmesinin nedeni, işte budur. Surede onların tarihî, ahlâkî bozulmaları, dinden sapmaları eleştirel bir yaklaşımla ele alınır. Buna paralel olarak, bir peygamberden sonra sapan bir topluluğun ne denli bozulduğunu belirlemek, gerçek ibadet ile şekilcilik arasına ve dinin esasları ile ikinci derecedeki kuralları arasına belirleyici bir çizgi çekmek amacıyla, hak dinin ana ilkeleri ve yüce ahlâkı da gözler önüne serilmektedir.
2) Mekke’de İslâm çoğunlukla ana ilkeleri tebliğ etmek ve müminleri ahlâken eğitmekle ilgileniyordu. Fakat Hz. Peygamber’in (a.s.) , müslümanların tüm Arabistan’dan gelip yerleştiği ve Ensar’ın yardımıyla küçük bir İslâm Devleti’nin kurulduğu Medine’ye hicretinden sonra, tabiî olarak Kur’an sosyal, kültürel, ekonomik, politik ve hukukî problemlere de değinmeye başladı. Mekke’de ve Medine’de nazil olan sureler arasındaki farkın nedeni işte budur. Bu nedenle bu surenin yarıdan fazlası, toplumda kaynaşma, dayanışma ve problemlerin çözümünü sağlamaya yarayan ilke ve düzenlemelerden oluşur.
3) Medine’ye hicretten sonra Tevhid ile Şirk arasındaki çatışma da yeni bir görünüme bürünmüştü. Bundan önce İslâm’ı kendi kabile ve akrabalarına tebliğ eden müminler, İslâm düşmanlarının saldırılarına kendilerini tehlikeye atarak karşılık vermek zorundaydı. Fakat tüm Arabistan’dan müslümanların bir araya gelip bir topluluk oluşturduğu ve bağımsız bir şehir devletinin kurulduğu Medine’de şartlar değişti. Buradaki çatışma, İslâm toplumu için hayatını devam ettirme meselesi haline gelmişti; çünkü, müslüman olmayan tüm Arabistan onu ortadan kaldırmak için birleşmişti. Bu nedenle İslâm toplumunun sadece başarılı olmasını değil, aynı zamanda varlığını devam ettirmesini de sağlayan aşağıdaki talimatlar bu sureyle nazil olmuştur:
a) İslâm toplumu, ideolojisini yaymak ve kendi tarafına mümkün olduğu kadar fazla insan çekebilmek için elinden gelen tüm gücü harcamalıdır.
b) İslâm’a karşı çıkanları öylesine gözler önüne sermelidir ki, akıllı bir insanın kafasında onların yanlış yolda oldukları hakkında en ufak bir şüphe bile kalmamalıdır.
c) (Çoğunluğu fakir ve yurtsuz olan, etrafı düşmanlarla sarılmış bulunan) Üyelerini, mücadelelerinde karşılaştıkları zor durumlarda hayatî önem arzeden ve onları bu zorlukları karşılamaya hazırlayan bir cesaret ve sabırla donatmalıdır.
d) Toplum, üyelerinin inançlarını ortadan kaldırmaya yönelik muhtemel bir saldırıyı karşılamaya ve düşmanlarının sayısal ve teknik üstünlüklerine aldırmaksızın onlara saldırmaya her an hazır halde bulunmalıdır.
e) Aynı zamanda onlarda, bâtıl yolların ortadan kaldırılması ve İslâmî tarzın ortaya konulması için gerekli olan cesaret ve şevki yaratmalıdır.
Bu nedenle Allah bu surede, yukarıdaki amaçları elde etmeye yardım edecek olan birçok talimatlar indirmiştir.
4) Bu dönemde yeni bir tür “müslüman” tipi, münafikûn (iki yüzlüler) türemeye başlamıştı. Mekke’de yaşanan son dönemde iki yüzlülük alâmetleri görülmeye başlamasına rağmen bu durum, Medine’de farklı bir şekil aldı. Mekke’de, İslâm’ın hak olduğuna inandığını söyleyen, fakat bu şehadetin sonuçlarını yüklenmeye, dünyevî fayda ve ilişkilerini feda etmeye ve bu inanç kabul edildiğinde hemen ardından gelen karşı çıkışlara katlanmaya hazır olmayan bazı kimseler vardı. Fakat Medine’de, başka çeşit münafıklar türemeye başladı.
İslâm’ı içinden yıkmak için İslâm’a girenler olduğu gibi, çevreleri müslümanlar tarafından sarılan ve dünyevî çıkarlarını korumak için “müslüman” olanlar da vardı. Bu nedenle onlar düşmanlarla da ilişkilerini devam ettiriyorlardı; çünkü, düşmanlar kazandığı takdirde onların çıkarlarına bir zarar gelmeyecekti. Bazıları da İslâm’ın gerçekliğine tam kâni olmamış; fakat, kabileleriyle birlikte müslüman olmuşlardı. Son olarak da entellektüel yönden İslâm’ın hak olduğunu kabul eden, fakat, eski geleneklerinden, bâtıl inançlarından, kişisel ihtiraslarından vazgeçip İslâmî bir hayat yaşamaya ve bunun yanısıra fedekârlıklar yapmaya yetecek denli ahlâkî şecaate, yiğitliğe sahip olmayan bir grup vardı.
Bakara’nın nazil olduğu dönemde her türden münafık türemeye başlamıştı. Bu nedenle Allah, sure içerisinde münafıkların özelliklerine dikkat çekmekte, kötü özellikleri ve hileli işleri açığa çıktıkça, onlarla ilgili talimatlar indirmektedir.
ÖZET
Ana fikir: Hidayet
Bu sure Hidayet’e davettir ve kıssalar, anlatılan olaylar hep bu ana fikir etrafında döner. Bu surede özellikle Yahudilere hitap ettiği için, Hz. Peygamber’e (s.a.) indirilen Hidayet’e tâbi olmanın kendi hayırlarına olacağını göstermek üzere, tarihte yaşanmış birçok olaya değinilmiştir. Yahudiler Kur’an’ı kabul edenlerin ilki olmalıdırlar. Çünkü bu Kitap, Hz. Musa’ya (a.s.) indirilenin aynısıdır.
Konular ve Birbirleriyle İlişkisi
1-20 Bu giriş ayetleri Kur’an’ı bir Hidayet Kitabı olarak ilân eder: İman’ın temellerini, yani Allah’a, peygamberliğe, öldükten sonra dirilmeye olan inancı belirler; insanları kabul etme ve reddetme hususunda üç gruba ayırır: Müminler, kâfirler ve münafıklar.
21-29 Allah insanları Hidayet’i kabul etmeye, Alemlerin Yaratıcısı ve Rabbi olan kendisine boyun eğmeye, gönderdiği Hidayet’e, yani Kur’an’a ve öldükten sonra dirilmeye inanmaya davet eder.
30-39 Hz. Adem’in (a.s.) yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak tayin edilmesinin; onun Cennet’teki hayatının; şeytan’ın saptırmalarına kapılmasının; tövbe edip, tövbesinin kabul edilişinin hikâyesi, insanoğluna (Hz. Adem’in nesline) en doğru şeyin Hidayet’e (doğru yola) uymak olduğunu göstermek üzere anlatılmıştır. Bu hikâye aynı zamanda, İslâmî Hidayet’in Hz. Adem’e (a.s.) verilenle aynı olduğunu ve İslâm’ın insanoğlunun hakiki dini olduğunu da göstermektedir.
40-120 Bu bölümde Hidayet’e davet, özellikle İsrailoğulları’na yöneltiliyor ve onların düşüş nedenlerinin, Hidayet’ten sapmaları olduğunu göstermek üzere geçmiş ve bugünkü tutumları eleştiriliyor.
121-141 Yahudiler, ataları olarak çok değer verdikleri ve bir peygamber olarak kabul ettiklerini söyledikleri İbrahim Peygamber’e (a.s.) verilen Hidayet’in aynısını getiren O’nun torunu ve izleyicisi olan Hz. Muhammed’e (s.a.) tâbi olmaları konusunda ikaz ediliyorlar. Hz. İbrahim’in (a.s.) Kâbe’yi inşa edişinin hikâyesi, Kâbe, İslâm toplumunun kıblesi olacağı için anlatılmıştır.
142-152 Bu bölümde sanki liderliğin, daha önceden Yahudilerin yurtlarından çıkarılmalarına neden olan haddi aşmalarına karşı birçok kez uyarılan İsrailoğulları’ndan alınıp, müslümanlara verildiğini ifade edercesine, kıble’nin Mescid-i Aksa’dan (Kudüs) Kâbe’ye (Mescid-i Haram, Mekke) çevrildiği ilân ediliyor.
153-251 Bu bölümde, müslümanlara Hidayet’i tebliğ etmeleri için emanet edilen liderliğin ağır sorumluluklarını kaldırabilmeleri için pratik çözümler sunuluyor. Ümmet’i ahlâken eğitmek için namaz, oruç, zekât, hac ve cihad farz kılınıyor. Müminler ulu’l-emre itaat etme, adil olma, verdikleri sözde durma, anlaşmalara sadık kalma, mallarını Allah yolunda harcama konularında teşvik ediliyorlar. Günlük hayatlarını düzenlemeleri ve ahenkli bir şekilde devam ettirebilmeleri için yine sosyal, ekonomik, politik ve uluslararası meselelerin çözümü için gerekli kanun ve düzenlemeler bildiriliyor. Diğer taraftan Ümmet’i bozulup dağılmaktan korumak üzere içki, kumar, faizle borç vermek vs. yasaklanıyor. Bunların arasında, uygun yerlerde imanın temel esasları da yerleştiriyor; çünkü, ancak bunlar, kişinin Hidayet’e bağlanmasını sağlayıp destekleyebiliyor.
252-260 Bu ayetler, faizle borç vermenin yasaklanmasına bir giriş niteliğindedir. İnsanların hesaba çekileceği gerçeğini canlı tutabilmek için Allah’a, Vahy’e ve Ahiret’e iman tekrar vurgulanıyor. Allah’ın her şeye kâdir olduğunu ve ölüyü diriltip ondan hesap sormaya muktedir olduğunu göstermek üzere, Hz. İbrahim (a.s.) ve yüzyıl uyuyup, sonra uyananlar hakkındaki kıssalar anlatılıyor. Bu nedenle müminler bunu gözönünde bulundurmalı ve faizle borç para vermekten kaçınmalıdırlar.
261-283 153-251. ayetlerin özetini vermiştik. Orada müminler sadece Allah’ın razı olması için O’nun yolunda infak etmeye teşvik ediliyorlardı. Buna karşılık burada, faizle borç vermenin kötülüklerine karşı uyarılıyor. Günlük alış-verişlerde dürüst davranmaları konusunda da talimatlar veriliyor.
284-286 Surenin başında olduğu gibi bu son ayetlerinde de, imanın temel ilkeleri tekrarlanıyor. Daha sonra sure, müslümanların İslâm’ı tebliğde çektikleri güçlükler nedeniyle o sırada çok ihtiyaç duydukları bir dua ile bitiyor.
(Tefhimü’l-Kur’an, Mevdudi)
BU SUREYE DAİR HADİS-İ ŞERİFLERPeygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Bakara suresi Kur’anı Kerim’in sinamı (tepesi) ve zirvesidir. Ve Bakara suresinin her ayetiyle seksen melek inmiştir. Ayetül Kürsi (Allahü La ilahe illa Hüvel Hayyül Kayyum..) Arşı Ala katından çıkarılarak vasl edilmiştir.
Ravi: Hz. Ma’kil İbni Yesar (r.a.)“Bir kimse her farz namazdan sonra “Ayetül Kürsiyi” okursa onu Cennete girmekten hiçbir şey alıkoyamaz, ölümden gayri.(o anda ölse cennete girer)
Ravi: Hz. Ebû Ümâme (r.a.)
“Kuran surelerinin efdali Bakara suresi, onun ayetlerinin en büyüğü de Ayetil Kürsi’dir. Şeytan, Bakara suresinin (ihlasla) okunduğunu duyduğu evden kaçar gider.”
Ravi: Hz. Hasan (r.a.)“Bakara suresinin sonunda iki ayet vardır ki (Amenerrasulü), kim onu geceleyin (yatmadan evvel) okursa, bu o kimseye (sevap olarak) yeter.”
Ravi: Hz. Ebû Mesud (r.a.)
“Evlerinizi kabir etmeyin (namaz kılın, Kur’an okuyun, ibadet edin). Hiç şüphe yok ki şeytan, sure-i Bakara okunan evde tutunamaz, çıkar gider.”
Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)