23.10.2014

FURKÂN SÛRE-İ ŞERİF'İ

(25. Sûre) (Mekke döneminde inmiştir. 77 âyettir.)

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. Âlemlerin uyarıcısı olsun diye kuluna hakkı bâtıldan ayırdeden Kur’an’ı indiren Allah’ın şânı ne yücedir.

2. O Allah ki göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Hiçbir çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, mukadderatını tayin etmiştir.

3. Onlar Allah’ı bırakıp bir takım ilâhlar edindiler. Ki onlar hiçbir şeyi yaratamazlar, zaten kendileri yaratılmışlardır. Kendilerine bile ne zarar ne de fayda veremezler. Ne kimseyi öldürebilirler, ne kimseye hayat verebilirler, ne de yeniden diriltebilirler.

4. İnkâr edenler: “Bu Kur’an olsa olsa onun uydurduğu bir yalandır. Başka bir topluluk da bu hususta kendisine yardım etmiştir.” dediler. Böylece onlar kesin bir haksızlığa ve iftiraya başvurmuşlardır.

5. Yine onlar dediler ki: “Kur’an eskilerin masallarıdır, başkalarına yazdırmış, sabah akşam kendisine okunmaktadır.”

6. Resulüm! De ki: “Onu göklerdeki ve yerdeki sırları bilen Allah indirmiştir. O çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.”

7. Ve dediler ki: “Bu ne biçim peygamber! Yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor. Kendisine bir melek indirilip, onunla birlikte o da uyarıcı olmalıydı!”

8. “Yahut kendisine bir hazine atılmalı veya meyvelerinden yiyeceği bir bahçesi olmalı değil miydi?” O zâlimler: “Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz.” dediler.

9. Bir bak, senin hakkında ne biçim temsiller getirdiler ve saptılar. Artık bir daha da yol bulamazlar.

10. Şânı ne yücedir o Allah’ın ki, eğer dilerse sana onların söylediklerinden daha hayırlısını, altından ırmaklar akan cennetler verir ve senin için köşkler ihsan eder.

11. Üstelik onlar kıyameti de yalanladılar. Biz o saati yalanlayanlara alevli bir ateş hazırladık.

12. Cehennem onları uzak bir yerden gördüğü zaman, onlar bunun müthiş gazaplanışını ve uğultusunu işitirler.

13. Elleri boyunlarına bağlanarak o ateşin dar bir yerine atıldıkları zaman, orada ölümü çağırırlar.

14. “Bugün bir ölümü çağırmayın, birçok ölüm çağırın!”

15. De ki: “Bu mu daha hayırlıdır, yoksa muttakilere vaad olunan Huld cenneti mi?” Orası onlar için bir mükâfattır ve bir varış yeridir.

16. Ebedî kalacakları cennetlerde, diledikleri her şeyi bulurlar. Çünkü bu, Rabbinin yerine getirilmesi istenen bir vaadidir.

17. O gün Rabbin onları ve Allah’ı bırakıp da taptıkları şeyleri toplar ve: “Şu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan çıktılar?” diye sorar.

18. Derler ki: “Seni tenzih ederiz, seni bırakıp da başka dostlar edinmek bize yaraşmaz. Sen onlara ve atalarına bol nimetler verdin, sonunda da seni anmayı unuttular ve helâkı hak olan bir topluluk olup çıktılar.”

19. Söylediklerinizde sizi yalancı çıkardılar. Artık ne kendinizden azabı çevirmeye gücünüz yeter, ne de bir yardım görebilirsiniz. Sizden kim zulmederse büyük bir azap tattıracağız.

20. Resulüm! Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de hiç şüphesiz yemek yerler ve çarşılarda dolaşırlardı. Sabredecek misiniz diye bazınızı bazınıza fitne kıldık. Rabbin her şeyi hakkıyla görmektedir.

21. Bize kavuşmayı ummayanlar: “Bize melekler indirilmeliydi, ya da Rabbimizi görmeliydik.” dediler. Andolsun ki onlar kendi kendilerine büyüklenmişler ve azgınlıkta haddi aşmışlardır.

22. Melekleri görecekleri gün, işte o gün suçlulara hiçbir sevinç haberi yoktur ve: “(Size sevinmek) yasaktır yasak!” derler.

23. Yaptıkları her işi ele alır, onu toz-duman ederiz.

24. O gün cennetliklerin kalacakları yer çok iyi, dinlenip barınacakları yer çok güzeldir.

25. O gün gök beyaz bulutlar halinde parçalanacak ve melekler bölük bölük indirileceklerdir.

26. O gün gerçek hükümranlık Rahman olan Allah’ındır. Kâfirler için ise çok çetin bir gündür.

27. O gün zâlimlerden her biri ellerini ısırarak: “Ne olurdu, ben de Peygamber’in maiyyetinde bir yol edineydim!” der.

28. “Vah başıma gelene! Keşke falancayı dost edinmeseydim!”

29. “Andolsun ki beni zikirden, bana Kur’an gelmişken o saptırdı. Şeytan insanı yapayalnız ve yardımcısız bırakıyor.”

30. Peygamber dedi ki: “Ey Rabbim! Doğrusu kavmim bu Kur’an’ı büsbütün terkettiler.”

31. Biz böylece her peygambere suçlulardan bir düşman verdik. Hidayet verici ve yardımcı olarak Rabbin yeter!

32. Küfredenler: “Kur’an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi?” dediler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık ve onu ağır ağır okuduk.

33. Onların sana getirdiği her misale karşı, mutlaka biz sana daha doğrusunu ve daha açığını getirdik.

34. Yüzükoyun cehennemde toplanacak olanlar var ya, işte onlar, yerleri en kötü, yolları en sapık olanlardır.

35. Andolsun ki Musa’ya kitap verdik, kardeşi Harun’u da ona yardımcı yaptık.

36. “Âyetlerimizi yalanlayan o kavme gidin!” dedik. Sonunda onları tam bir helâk ile helâk ettik.

37. Nuh kavmini de, peygamberleri yalanladıkları zaman suda boğduk ve kendilerini insanlar için bir âyet (ibret) kıldık. Biz zâlimler için acıklı bir azap hazırladık.

38. Âd’ı, Semud’u, Ress halkını ve bunlar arasında birçok nesilleri de helâk ettik.

39. Onların her birine misaller getirdik. (Amma öğüt almadıkları için) hepsini kırdık geçirdik.

40. Resulüm! Andolsun ki onlar, belâ yağmuruna tutulan o memlekete uğramışlardır. Onlar onu görmüyorlar mıydı? Hayır! Onlar tekrar dirileceklerini ummuyorlardı.

41. Seni gördüklerinde: “Bu mu Allah’ın elçi olarak gönderdiği?” diye mutlaka alaya alırlar.

42. “Eğer ilâhlarımıza inanmakta sebat göstermeseydik, gerçekten bizi neredeyse ilâhlarımızdan saptıracaktı!” (diyorlar). Azabı gördükleri zaman kimin yolunun sapık olduğunu bilecekler.

43. Resulüm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)

44. Onların çoğunu hakikaten söz dinlerler, yahut akıllanırlar mı sanıyorsun? Gerçekte onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar daha şaşkın haldedirler.

45. Rabbini görmedin mi, gölgeyi nasıl uzattı? Eğer dileseydi, onu elbette hareketsiz kılardı. Sonra biz güneşi o gölgeye delil kıldık.

46. Sonra o uzayan gölgeyi azar azar alıp kendimize çektik.

47. Sizin için geceyi örtü, uykuyu dinlenme, gündüzü de dağılıp çalışma zamanı yapan O’dur.

48. Rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderen O’dur. Biz gökten tertemiz bir su indirdik.

49. Ki o su ile ölü toprağa can verelim, yarattığımız hayvanları ve birçok insanları onunla sulayalım.

50. Andolsun ki biz bunu, insanların ibret almaları için aralarında çeşit çeşit şekillerde anlatmışızdır. Fakat insanların çoğu nankörlük edip diretmektedir.

51. Eğer biz dileseydik, her memlekete bir uyarıcı gönderirdik.

52. Kâfirlere boyun eğme ve bununla onlara karşı büyük cihad yap.

53. Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip, aralarına da karışmalarına engel olan bir perde koyan Allah’tır.

54. İnsanı sudan yaratarak, onların aralarına soy ve hısımlık meydana getiren O’dur. Rabbin her şeye kâdirdir.

55. Böyle iken Allah’ı bırakıyorlar da kendilerine fayda ve zarar veremeyen şeylere tapıyorlar. Kâfir, Rabbine karşı gelenin (şeytanın) yardımcısıdır.

56. Resulüm! Biz seni ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.

57. Resulüm! Onlara de ki: “Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Sadece Rabbine doğru bir yol tutmak dileyen kimseler olmanızı istiyorum.”

58. Ezelî ve ebedî hayat ile bâki olan ölümsüz Allah’a tevekkül et ve O’nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak O yeter.

59. O ki gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yarattı. Sonra Arş’ı istivâ etti. (Oturdu, oradan mülkünü yönetmektedir). Rahman’dır. (O’nun rahmeti bütün varlıkları kaplamıştır. Varlık ve hayat O’nun rahmetinin eseridir. Bütün kâinata Allah’ın Arş’ından hayat ve vücut dağıtmaktadır). Bunu bir bilene sor! (Sana gerçekten böyle olduğunu anlatacaktır).

60. Onlara: “Rahman olan Allah’a secdeye varın!” dendiği zaman: “Rahman da neymiş? Bize emrettiğin şeye mi secde edecekmişiz?” derler ve bu emir onların nefretini artırır.

61. Gökte burçlar yaratan, orada ışık saçan güneşi ve nurlu ay’ı vâreden Allah, yüceler yücesidir.

62. İbret almak ve şükretmek isteyenler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren O’dur.

63. Rahman’ın kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzu ve vakar ile yürürler. Câhiller kendilerine lâf attıklarında: “Selâm!” derler.

64. Onlar ki, gecelerini Rabbleri için secdeye vararak ve kıyama durarak geçirirler.

65. Onlar ki şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Cehennem azabını bizden uzaklaştır. Doğrusu onun azabı devamlıdır.”

66. “Orası ne kötü bir yer, ne kötü bir konaktır!”

67. Onlar ki, harcadıkları zaman ne israf ederler ne de cimrilik ederler. Harcamaları bu ikisi arasında dengeli olur.

68. Onlar ki, Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmazlar. Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler. Bunları yapan cezaya uğrar.

69. Kıyamet günü azabı kat kat olur ve orada alçaltılmış olarak temelli kalır.

70. Ancak tevbe edip iman eden ve sâlih amel işleyenler başka. Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok çok bağışlayıcı, engin merhamet sahibidir.

71. Kim tevbe edip sâlih amel işlerse, şüphesiz ki o tevbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner.

72. Onlar ki yalan yere şâhitlik etmezler. Boş sözlerle karşılaştıkları (faydasız bir şeye rastladıkları) zaman izzet ve şereflerini koruyarak oradan geçip giderler.

73. Ve kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar.

74. Onlar ki şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve zürriyetimizden gözümüzün aydınlığı olacak insanlar lütfeyle ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!”

75. İşte onlar sabretmelerine karşılık olarak, cennetin en yüksek odaları (makamları) ile mükâfatlandırılacaklardır. Orada hürmet ve selâm ile karşılanacaklardır.

76. Orada ebedî kalacaklardır. Orası ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir makamdır.

77. De ki: “Duâ ve ilticanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Yalanladığınızdan ötürü azap yakında yakanıza yapışacaktır.”

NÛR SÛRE-İ ŞERİF'İ

(24. Sûre) (Medine döneminde inmiştir. 64 âyettir.)

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. Bu, indirdiğimiz ve içindeki hükümleri farz kıldığımız bir sûredir. Belki düşünüp öğüt alırsınız diye onda apaçık âyetler indirdik.

2. (Bekâr olup da) zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüzer değnek vurun. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dinini tatbik hususunda o ikisine merhametiniz tutmasın. Müminlerden bir topluluk da onlara yapılan cezaya şâhit olsun.

3. Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenemez. Zina eden kadın da zina eden veya müşrik olan erkekten başkası ile evlenemez. Bu, müminlere haram kılınmıştır.

4. Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup sonra dört şâhit getiremeyenlere seksen değnek vurun ve artık onların şâhitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar fâsıkların tâ kendileridir.

5. Ancak bundan sonra tevbe edip durumlarını düzeltenler müstesnâdır. Çünkü Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

6. Karılarına zina isnad eden ve kendilerinden başka şâhitleri bulunmayanların şâhitliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğunu Allah’ı dört defa şâhit tutmasıyla olur.

7. Beşincisinde, eğer yalan söyleyenlerden ise Allah’ın lânetinin kendi üzerine olmasını diler.

8. Kadının da dört defa Allah’ı şâhit tutması, kocasının yalan söyleyenlerden olduğuna şâhitlik etmesi, cezayı kendisinden kaldırır.

9. Beşincisinde, eğer kocası doğrulardan ise Allah’ın gadabının kendi üzerine olmasını diler.

10. Allah’ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı ve Allah tevbeleri kabul eden, hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı! (Suçlunun hemen cezâsını verirdi).

11. O uydurma haberi getirip ortaya atanlar, içinizden belirli bir zümredir. Siz onu, kendiniz için bir şer sanmayın. Bilakis o, sizin için hayırdır. Onlardan her kişiye, kazandığı günah(ın cezası) vardır. Onlardan o yalanın en büyüğüne elebaşılık yapana da büyük bir azap vardır.

12. Onu işittiğiniz vakit erkek ve kadın müminlerin kendiliklerinden hüsn-ü zanda bulunup: “Bu apaçık bir iftiradır.” demeleri lâzım değil miydi?

13. Buna karşılık dört şâhit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki onlar bu şâhitleri getiremediler, öyle ise onlar Allah katında yalancıların tâ kendileridir.

14. Eğer dünya ve ahirette Allah’ın lütuf ve merhameti olmasaydı, içine daldığınız bu yaygaradan dolayı büyük bir azaba uğrardınız.

15. O zaman siz o iftirayı dillerinize dolamıştınız, bilmediğiniz şeyleri ağızlarınıza alıyordunuz. Mühim bir şey değil sanıyordunuz, amma Allah katında önemi çok büyüktü.

16. Onu duyduğunuz zaman: “Bunu söylemek bize yakışmaz. Hâşâ! Bu büyük bir iftiradır.” demeniz gerekmez miydi?

17. Eğer siz mümin kimseler iseniz, böyle bir şeye bir daha dönmemeniz için Allah size öğüt veriyor.

18. Ve Allah işte size âyetlerini açık açık bildiriyor. Allah her şeyi hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

19. Müminler arasında hayâsızlığın, kötü sözlerin yayılmasını arzu edenlere dünyada da ahirette de can yakıcı bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

20. Allah’ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, Allah şefkatli ve merhametli olmasaydı (hemen cezânızı verirdi).

21. Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilsin ki o, hayâsızlığı ve kötülüğü emreder. Allah’ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, içinizden hiçbirinizi temizlemezdi. Fakat Allah dilediğini temizler. Allah işitendir, bilendir.

22. İçinizden fazilet ve servet sahibi olanlar akrabalarına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere bir şey vermemeye yemin etmesinler. Kusurlarını affetsinler, aldırmasınlar. Allah’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.

23. Zinadan haberi bulunmayan iffetli mümin kadınlara zina iftira edenler, dünyada da ahirette de lânetlenmişlerdir. Onlar için büyük bir azap vardır.

24. O gün ki kendi dilleri, kendi elleri ve kendi ayakları, aleyhlerinde olarak bütün yaptıklarına şâhitlik edecektir.

25. Allah hak ettikleri cezayı o gün onlara tam olarak verir ve onlar Allah’ın apaçık bir hak olduğunu bilirler.

26. Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler ise kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır. Bunlar, onların söylediklerinden uzaktırlar. Kendileri için mağfiret ve bol rızık vardır.

27. Ey iman edenler! Kendi ev ve odalarınızdan başka evlere, sahipleri ile alışkanlık temin edip, izin almadan ve selâm vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır. Olur ki iyice düşünür hikmetini anlarsınız.

28. Eğer evlerde bir kimse bulamazsanız, size izin verilinceye kadar içeri girmeyin. Şayet size: “Geri dönün!” denilirse dönüp gidin. Bu sizin için daha temiz bir harekettir. Allah bütün yaptıklarınızı bilendir.

29. Oturulmayan ve içinde eşyanız bulunan evlere izinsiz girmenizden dolayı size bir vebâl yoktur. Allah açığa vurduğunuzu da bilir, gizlediğinizi de.

30. Resulüm! Mümin erkeklere söyle: Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu şekilde davranmaları kendileri için daha temiz bir harekettir. Şüphesiz ki Allah onların bütün yaptıklarından haberdardır.

31. Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar, ırzlarını namuslarını korusunlar. Ziynet (yerlerini) açıp göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan kısımlar (yüz ve eller) müstesnâdır. Başörtülerini (göğüs ve boyunları görünmeyecek şekilde) yakalarının üstüne koyup örtsünler. Ziynetlerini kocaları veya babaları veya kayınpederleri veya oğulları veya kocalarının oğulları veya kardeşleri, veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kızkardeşlerinin oğulları veya müslüman kadınları veya cariyeleri veya kadına ihtiyacı bulunmayan (iktidarsız) hizmetçiler veya kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.

32. Aranızdaki bekârları ve kölelerinizden, câriyelerinizden sâlih olanları evlendirin. Eğer fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah lütfu bol olandır, her şeyi bilendir.

33. Evlenemeyenler de, Allah lütfu ile kendilerini zenginleştirinceye kadar iffetlerini korusunlar. Ellerinizin altında bulunanlardan (köle ve câriyelerden) hür olmak için mükâtebe yapmak (bedel vermek) isteyenlerle, eğer kendilerinde bir iyilik görüyorsanız, mükâtebe yapın. (Bedel vermelerini kabul edin). Onlara Allah’ın size verdiği maldan verin. Eğer câriyeleriniz namuslu kalmak istiyorlarsa, dünyâ hayatının geçici menfaatlerini elde etmek için fuhşa zorlamayın. Kim onları zorlarsa bilinmelidir ki, zorlanmalarından sonra Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.

34. Andolsun ki biz size açıklayıcı âyetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan misaller ve takvâya erenler için bir öğüt indirdik.

35. Allah göklerin ve yerin nûrudur. O’nun nûrunun misali, içinde lâmba bulunan bir kandil gibidir. O kandil billur bir cam içindedir. O billur cam ise sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır. Ki, ne batıda ne de doğuda bitmeyen mübarek bir zeytin ağacından (onun yağından) yakılır. Ateş dokunmasa bile onun yağı ışık verir. Nûr üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna kavuşturur. Allah insanlara böyle misaller verir. Ve Allah her şeyi hakkıyla bilir.

36. Bu kandil bir takım evlerdedir ki, Allah o evlerin yüce tutulmasına ve içlerinde isminin zikredilmesine izin vermiştir. Sabah akşam orada O’nu tesbih ederler.

37. Öyle erler vardır ki, onları ne bir ticaret ne de bir alış-veriş zikrullahtan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymaz. Onlar gönüllerin ve gözlerin hâlden hâle döneceği günden korkarlar.

38. Tâ ki, Allah onları işledikleri amellerin en güzeli ile mükâfatlandırsın ve lütfundan onlara fazlasıyla versin. Ve Allah dilediğini hesapsız olarak rızıklandırır.

39. İnkâr edenlerin amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir. Susayan kimse onu su zanneder, fakat oraya geldiğinde hiçbir şey bulamaz. Orada Allah’ı bulur, Allah da onun hesabını görür. Allah hesabı çabuk görendir.

40. Veya engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir. Onu üstüste dalgalar ve dalgaların üstünde de bulutlar örter. Karanlıklar üstünde karanlıklar... İnsan elini çıkarıp uzatsa, neredeyse onu dahi göremez. Allah kime nur vermemişse onun nuru yoktur.

41. Göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi kanat çırpıp uçan kuşların Allah’ı tesbih ettiklerini görmez misin? Her biri kendi duâsını ve tesbihini bilir. Allah onların yapmakta olduklarını hakkıyla bilendir.

42. Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah’ındır. Dönüş de ancak Allah’adır.

43. Görmez misin ki, Allah bulutları sürüyor. Sonra onları bir araya getirip üst üste yığıyor. İşte görüyorsun ki, yağmur bunların arasından çıkıyor. Gökten dağlar (gibi bulutlar) dan dolu indirir. Onu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden de uzak tutar. Şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alır.

44. Allah gece ile gündüzü çevirir. Şüphesiz ki bunda basiret sahipleri için ibret vardır.

45. Allah bütün canlıları sudan yaratmıştır. Onlardan kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayak üstünde yürür, kimi dört ayak üstünde yürür. Allah dilediğini yaratır. Çünkü Allah her şeye kâdirdir.

46. Andolsun ki biz açıklayıcı âyetler indirdik. Allah dilediği kimseyi dosdoğru yola iletir.

47. “Allah’a ve Peygamber’e inandık ve itaat ettik.” derler. Sonra da içlerinden bir kısmı yüz çevirirler. İşte bunlar inanmış değillerdir.

48. Onlar aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Peygamber’e çağırıldıkları zaman, bakarsın ki içlerinden bir kısmı hemen yüz çevirirler.

49. Eğer hak kendilerinin lehinde ise, ona gönülden bağlı olarak koşa koşa gelirler.

50. Kalplerinde bir hastalık mı var bunların? Yoksa şüphe mi ediyorlar? Veya Allah’ın ve Resul’ünün kendilerine haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır! Onlar zâlimlerin tâ kendileridir.

51. Aralarında hüküm verilmek üzere Allah’a ve Peygamber’e çağırıldıkları zaman, müminlerin sözü sadece: “İşittik ve itaat ettik!” demekten ibarettir. İşte saâdete erenler onlardır.

52. Kim Allah’a ve Peygamber’ine itaat ederse, Allah’tan korkar ve O’ndan sakınırsa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.

53. (Münâfıklar) Allah adına en ağır yeminleri ile yemin ederek; eğer kendilerine emredersen mutlaka savaşa çıkacaklarını söylediler. De ki: “Yemin etmeyin! İtaatınız mâlumdur. Hiç şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”

54. De ki: “Allah’a itaat edin ve Peygamber’e itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki o peygamber kendisine yükletilenden, siz de kendinize yükletilenden sorumlusunuz. Ona itaat ederseniz, hidayete erer doğru yolu bulursunuz. Peygamber’e düşen sadece apaçık tebliğdir.”

55. Allah içinizden iman edip de sâlih amel işleyenlere vâdetti ki, kendilerinden evvel gelenleri nasıl yeryüzüne sahip ve hâkim kıldıysa, onları da yeryüzüne sahip ve hâkim kılacak ve onlar için seçip beğendiği dinlerini kuvvetlendirecek, korkularını üzerlerinden kaldırdıktan sonra muhakkak emniyete kavuşturacak. Öyle ki, bana ibâdet etsinler, bana hiçbir şeyi ortak koşmasınlar. Kim de bundan sonra inkâr eder, nankörlük ederse; işte onlar yoldan çıkmış olanlardır.

56. Namazı kılın, zekâtı verin, Peygamber’e itaat edin ki rahmete erdirilesiniz.

57. İnkâr edenlerin bizi yeryüzünde âciz bırakacaklarını sanma. Varacakları yer ateştir. Ne kötü bir gidiş yeridir o!

58. Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunan (Köleler, hizmetçi)ler ve sizden olup da henüz bülûğa ermemiş çocuklar, şu üç vakitte (odalarınıza girebilmek için) izin istesinler. Sabah namazından evvel, öğle sıcağında elbisenizi çıkardığınız sırada ve bir de yatsı namazından sonra. Bunlar sizin üstünüzün açılabileceği vakitlerdir. Bu vakitlerin dışında birbirinizin yanına girip çıkmakta size de onlara da bir günah yoktur. İşte Allah âyetleri size böyle açıklar. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

59. Çocuklarınız ergenlik çağına erdikleri zaman, kendilerinden önce bülûğâ eren büyüklerin izin istedikleri gibi kendileri de odanıza girmek için izin istesinler. İşte Allah size âyetlerini böylece açıklıyor. Allah her şeyi bilir, hükmünde hikmet sahibidir.

60. Evlenme ümidi kalmayan yaşlı kadınların, zinetlerini açığa vurmamak şartıyla dış örtülerini çıkarmalarında kendilerine bir günah yoktur. Yine de iffetli olmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir.

61. Âmâya güçlük yoktur. Topala güçlük yoktur. Hastaya güçlük yoktur. Sizin için de, gerek kendi evlerinizden, gerek babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kız kardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden veya anahtarları elinizde bulunan evlerden veya dostlarınızın evlerinden yemenizde bir mahzur yoktur. Toplu halde veya ayrı ayrı yemenizde de bir vebal yoktur. Evlere girdiğiniz zaman, Allah tarafından mübarek ve pek güzel bir yaşama dileği olarak kendinize selâm verin. İşte Allah, düşünüp anlayasınız diye size âyetleri böyle açıklar.

62. Müminler ancak o kimselerdir ki, Allah’a ve Resul’üne iman etmişlerdir. Onlar o Peygamber’le birlikte bir işe karar vermek için toplandıklarında, ondan izin istemedikçe bırakıp gitmezler. Resulüm! Şu senden izin isteyenler, gerçekten Allah’a ve Resul’üne iman eden kimselerdir. Bu bakımdan bazı işleri için senden izin istediklerinde, onlardan dilediğine izin ver. Onlar için Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, merhamet edicidir.

63. Peygamber’i kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın. İçinizden, birbirinin arkasına gizlenerek sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah biliyor. Allah’ın emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belânın gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.

64. İyi bilin ki göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. O, sizin ne yolda olduğunuzu muhakkak ki bilir. Huzuruna döndürülecekleri günde, yaptıklarını onlara haber verir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

MÜ’MİNÛN SÛRE-İ ŞERİF'İ

(23. Sûre) (Mekke döneminde inmiştir. 118 âyettir.)

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. Müminler saâdete ermişlerdir.

2. Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler.

3. Onlar ki, boş şeylerden yüz çevirirler.

4. Onlar ki, zekâtlarını verirler.

5. Onlar ki, mahrem yerlerini herkesten korurlar.

6. Ancak eşleri ve câriyeleri hariç. Doğrusu bunlar kınanamazlar.

7. Bu sınırı aşmak isteyenler, işte bunlar aşırı gidenlerdir.

8. O müminler ki, emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler.

9. Namazlarına riâyet ederler.

10. İşte asıl vâris olacak olanlar bunlardır.

11. Onlar Firdevs cennetine vâris olacaklar, orada ebedî kalacaklardır.

12. Andolsun ki biz insanı süzme çamurdan yarattık.

13. Sonra onu sağlam bir karargâh olan rahimde nutfe hâline getirdik.

14. Sonra o nutfeyi alekaya (kan pıhtısına) çevirdik. Derken alekayı da mudğa (bir çiğnemlik et) yaptık. O mudğayı da kemikler hâline çevirdik. O kemiklere et giydirdik. Daha sonra onu bambaşka bir yaratılışla inşâ etttik. Şekil verenlerin en güzeli olan Allah’ın şânı ne yücedir!

15. Sonra siz bunun arkasından hiç şüphesiz ki öleceksiniz.

16. Sonra da siz kıyamet günü muhakkak diriltileceksiniz.

17. Andolsun ki biz sizin üstünüzde yedi yol yarattık. Biz yarattıklarımızdan habersiz değiliz.

18. Biz gökten, belli ölçü ve miktarda su indirdik ve onu yerin içine yerleştirdik. Şüphe yok ki bizim onu gidermeye de gücümüz yeter.

19. Onunla size içlerinde sizin için birçok meyveler bulunan hurma ve üzüm bahçeleri yetiştirdik. Siz onlardan yersiniz.

20. Size bir de Tur-i sînâ’dan çıkan bir ağacı var ettik. Bu ağaç hem yağ, hem de yiyenlere katık (zeytin) verir.

21. Sizin için hayvanlarda da büyük bir ibret vardır. Onların karınlarındaki sütten size içiririz. Onlarda sizin için daha pek çok faydalar vardır. Ayrıca etlerinden de yersiniz.

22. Hem onların üstünde hem de gemilerin üstünde taşınırsınız.

23. Andolsun ki biz, Nuh’u kavmine gönderdik. Onlara: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka bir ilâhınız yoktur. Hâlâ O’ndan korkmayacak mısınız?” dedi.

24. Bunun üzerine, kavminin içinden ileri gelen kâfirleri dediler ki: “Bu da sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir. Size üstün gelmek istiyor. Eğer Allah dilemiş olsaydı, melekler indirirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.”

25. “Bu, kendisinde delilik bulunan bir adamdır. Bir süreye kadar onu gözetleyin.”

26. Nuh: “Ey Rabbim! Beni yalanlamalarına karşılık bana yardım et!” dedi.

27. Biz de ona şöyle vahyettik: “Bizim nezaretimiz altında ve vahyimiz uyarınca gemi yap! Bizim emrimiz gelip de fırın kaynamaya başlayınca, her cinsten birer çifti ve aleyhinde hüküm verilmiş olanların dışında kalan âileni alıp gemiye bindir. O zulmedenler hakkında bana hiç yalvarma. Zira onlar mutlaka boğulacaklardır.”

28. “Sen ve beraberindekiler, birlikte gemiye yerleştiğiniz zaman de ki: ‘Bizi o zâlim kavimden kurtaran Allah’a hamdolsun.”

29. “Ve de ki: Ey Rabbim! Beni bereketli bir yere indir. Sen indirenlerin en hayırlısısın.”

30. Şüphesiz ki bunda âyetler (ibretler) vardır. Çünkü biz, insanları imtihan etmekteyiz.

31. Sonra onların ardından başka bir nesil getirdik.

32. Onlara da kendi aralarından: “Allah’a kulluk edin, çünkü sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur, hâlâ Allah’tan korkmaz mısınız?” diyen bir peygamber gönderdik.

33. Onun kavminden, kendilerine dünya hayatında bol nimet verdiğimiz halde küfrederek ahirete kavuşmayı yalanlayan ileri gelenler dediler ki: “Bu da ancak sizin gibi bir insandır, sizin yediğinizden yiyor, içtiğinizden içiyor.”

34. “Eğer kendiniz gibi bir insana boyun eğecek olursanız, ziyana uğrayacağınızda hiç şüphe yoktur.”

35. “O size öldüğünüz, toprak ve kemik hâline geldiğiniz zaman tekrar hayata çıkarılacağınızı mı vâdediyor?”

36. “Heyhat! Vâdolunduğunuz şey ne kadar uzak, hem de ne kadar uzak!”

37. “Hayat ancak bu dünyadakidir. Ölürüz, yaşarız. Amma öldükten sonra tekrar diriltilecek değiliz.”

38. “Bu adam sadece Allah hakkında yalan uyduran bir kimsedir. Biz ona inanmayız.”

39. Dedi ki: “Rabbim! Beni yalanlamalarına karşılık bana yardım et.”

40. Allah: “Az bir süre sonra şüphen olmasın ki pişman olacaklar.” buyurdu.

41. Nitekim onları vukuu kaçınılmaz olan korkunç bir ses yakalayıverdi. Biz onları bir süprüntü yığını hâline getirdik. Uzak olsun zâlim kavim!

42. Sonra onların ardından nice nesiller ortaya çıkardık.

43. Hiçbir millet ne süresinden ileri geçebilir, ne de geri kalabilir.

44. Sonra biz birbiri ardı sıra peygamberlerimizi gönderdik. Her ümmete peygamberi geldikçe onu yalanladılar. Biz de onları birbiri ardından yok ettik ve hepsini efsane yaptık. Uzak olsun iman etmeyen kavim!

45. Sonra Musa’yı ve kardeşi Harun’u âyetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik.

46. Firavun’a ve ileri gelenlerine. Bunun üzerine büyüklük tasladılar ve kibirli bir kavim oldular.

47. Dediler ki: “Biz, bizler gibi olan iki insana mı iman edeceğiz? Halbuki kavimleri (İsrâiloğulları) bize kölelik edip durmaktadır.

48. Böylece onları yalanladılar ve helâk edilenlerden oldular.

49. Andolsun ki biz Musa’ya, belki hidayet bulurlar diye kitap verdik.

50. Meryem oğlunu ve annesini bir âyet (mucize) kıldık. Her ikisini de yerleşmeye elverişli, suyu bulunan, yüksek bir yere yerleştirdik.

51. Ey peygamberler! Helâl ve temiz rızıklardan yiyiniz ve sâlih ameller işleyiniz. Doğrusu ben, ne yaparsanız hepsini bilirim.

52. Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O hâlde benden korkun.

53. Amma ne var ki, insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.

54. Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak.

55. Kendilerine servet ve oğullar vermekle zannediyorlar mı ki,

56. Onların iyiliklerine koşuyoruz? Hayır onlar işin farkında değiller.

57. Onlar ki Rablerine olan saygıdan dolayı korkudan titrerler.

58. Rablerinin âyetlerine inanırlar.

59. Rablerine ortak koşmazlar.

60. Verdiklerini, Rablerinin huzuruna dönecekleri düşüncesi ile kalpleri ürpererek verirler.

61. İşte onlar hayır işlerine koşuşurlar ve onlar hayır için önde giderler.

62. Biz hiç kimseye gücünün üstünde teklifte bulunmayız. Katımızda gerçeği söyleyen bir kitap (Levh-i mahfuz) vardır ve onlara aslâ haksızlık edilmez.

63. Hayır! Onların kâlpleri bundan habersizdir. Onların bunun dışında da bir takım işleri vardır, bu işleri yapar dururlar.

64. Nihayet onların refah ve bolluk içinde olanlarını azap ile yakaladığımız zaman, hemen feryadı basarlar.

65. “Bugün artık boşuna feryat etmeyin! Çünkü size katımızdan bir yardım dokunmaz.”

66. “Âyetlerim size okunuyordu da, siz topuklarınız üzerinde gerisin geri gidiyordunuz.”

67. “Ona karşı büyüklük taslıyor, geceleri toplanarak hezeyanlar savuruyordunuz.”

68. Onlar bu sözü iyice düşünmediler mi? Yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?

69. Yoksa peygamberlerini henüz tanıyamadılar da, onun için mi onu inkâr ediyorlar?

70. Yahut onda bir delilik olduğunu mu söylüyorlar? Hayır! O, kendilerine hakkı getirmiştir. Fakat onların çoğu haktan hoşlanmamaktadırlar.

71. Eğer hak onların heveslerine uysaydı, gökler ve yer ile bunlarda bulunanlar bozulur giderdi. Hayır! Biz onlara zikirlerini (şan ve şereflerini) getirdik. Fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çeviriyorlar.

72. Resulüm! Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun? Rabbinin vereceği ücret daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.

73. Sen onları doğru bir yola çağırıyorsun.

74. Ahirete inanmayanlar ise, ısrarla yoldan sapıyorlar.

75. Eğer biz onlara merhamet edip de başlarındaki sıkıntıyı giderseydik, şaşkınlık içinde azgınlıklarına devam eder dururlardı.

76. Andolsun ki biz onları azapla yakaladık. Yine de Rablerine boyun eğmediler, yalvarıp yakarmadılar.

77. Nihayet üzerlerine şiddetli bir azap kapısı açtığımızda, birden ümitsizliğe kapıldılar.

78. Sizin için kulaklar, gözler ve gönüller yaratıp veren O’dur. Ne de az şükrediyorsunuz?

79. Sizi yeryüzünde yaratıp türeten de O’dur. Ve O’nun huzurunda toplanacaksınız.

80. Dirilten de O’dur, öldüren de O’dur. Gecenin ve gündüzün değişmesi O’nun eseridir. Hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız?

81. Hayır! Onlar öncekilerin dedikleri gibi dediler.

82. Dediler ki: “Ölüp de toprak ve kemik yığını hâline geldiğimiz zaman mı, biz mi diriltileceğiz?”

83. “Andolsun ki bu vaad bize de bizden önce geçen atalarımıza da yapılmıştı. Bu, eskilerin efsanelerinden başka bir şey değildir.”

84. De ki: “Eğer biliyorsanız söyleyin bakalım. Bu dünya ve onda bulunanlar kime âittir?”

85. “Allah’a âittir.” diyecekler. De ki: “Öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız?”

86. De ki: “Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir?”

87. “Allah’tır!” diyecekler. De ki: “Öyle ise siz Allah’tan korkmaz mısınız?”

88. De ki: “Her şeyin melekûtu (mülkiyeti ve idaresi) elinde olan, himaye eden, fakat himaye edilmeye muhtaç olmayan kimdir? Biliyorsanız söyleyin!”

89. “Allah’tır” diyecekler. De ki: “Öyleyse nasıl aldanıyorsunuz?”

90. Hayır! Biz onlara gerçeği getirdik. Amma onlar yalancıdırlar.

91. Allah evlât edinmemiştir. O’nunla beraber hiçbir ilâh yoktur. Eğer olsaydı, her ilâh kendi yarattığını alır gider ve biri ötekine üstün gelmeye çalışırdı. Allah onların vasıflandırdıkları şeylerden münezzehtir.

92. Allah görünmeyeni de görüneni de bilendir. O, müşriklerin ortak koştukları şeylerden çok yüce ve münezzehtir.

93. De ki: “Ey Rabbim! Eğer onlara vaad edilen azabı bana mutlaka göstereceksen.”

94. “O zaman ey Rabbim! Beni zâlimler topluluğu arasında bulundurma!”

95. Onlara vâdettiğimizi sana göstermeye biz elbette kâdiriz.

96. Sen kötülüğü en güzel bir usûlde defet! Çünkü biz onların vasıflandırmakta oldukları şeyi çok iyi biliriz.

97. De ki: “Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım.”

98. “Ey Rabbim! Yanımda bulunmalarından da sana sığınırım.”

99. Nihayet onların her birine ölüm geldiği vakit der ki: “Rabbim! Beni dünyaya geri döndür.”

l00. “Belki yapmadan bıraktığımı tamamlar ve sâlih amel işlerim.” Hayır, bu söylediği sadece kendi lâfıdır. Tekrar diriltilip kaldırılacakları güne kadar, önlerinde geriye dönmekten onları alıkoyan bir berzah vardır.

101. Sur’a üfürüldüğü o günün dehşetinden aralarında ne nesep (akrabalık) bağı kalır ne de birbirlerine bir şey sorabilirler.

102. Kimin tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir.

103. Tartıları hafif gelenler, işte onlar kendilerine yazık edenlerdir, cehennemde ebedî kalacaklardır.

104. Ateş onların yüzlerini yalar, dişleri sırıtıp kalır.

105. “Âyetlerim size okunurken, onları yalanlayan siz değil miydiniz?”

106. Derler ki: “Ey Rabbimiz! Bedbahtlığımız bizi yenmişti, sapık bir topluluk olmuştuk.”

107. “Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar! Eğer bir daha günaha dönersek, doğrusu zulmetmiş oluruz.

108. Allah: “Yıkılıp gidin içerisine! Benimle konuşmayın!” buyurur.

109. Kullarımdan bir zümre: “Ey Rabbimiz! İnandık, bizi bağışla, bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.” diyorlardı.

110. “Siz ise onları alaya alıyordunuz. Bu yaptıklarınız size benim zikrimi, beni anmayı unutturuyordu. Ve hep gülüyordunuz onlara!”

111. “Sabretmelerine karşılık bugün ben onları mükâfatlandırdım. İşte kurtulup murada erenler onlardır.”

112. Allah onlara: “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?” diye sorar.

113. Derler ki: “Ya bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. Sayabilenlere sor!”

114. Allah: “Gerçekten pek az bir süre kaldınız. Keşke bunu vaktiyle bilmiş olsaydınız!” buyurur.

115. “Bizim sizi boş yere yarattığımızı ve huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?”

116. Gerçek hükümdar olan Allah çok yücedir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, çok şerefli olan Arş’ın Rabbidir.

117. Kim Allah ile beraber, varlığını ispat edecek hiçbir delil bulunmayan bir ilâha taparsa, o kimsenin hesabı Rabbinin katındadır. Gerçek şu ki kâfirler iflâh olmazlar.

118. De ki: “Ey Rabbim! Bağışla, merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.”

HAC SÛRE-İ ŞERİF'İ

(22. Sûre) (Medine döneminde inmiştir. 78 âyettir.)

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyamet saatinin zelzelesi, şüphesiz ki çok büyük bir şeydir.

2. Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir halde görürsün! Halbuki onlar sarhoş değillerdir. Fakat Allah’ın azabı pek şiddetlidir.

3. İnsanlardan kimi de var ki Allah hakkında, bir bilgisi olmadığı halde tartışır da her azgın şeytanın ardına düşer.

4. Onun hakkında şöyle yazılmıştır: Kim onu dost edinirse, bilsin ki o kendisini saptırır ve alevli ateşin azabına sürükler.

5. Ey insanlar! Eğer öldükten sonra tekrar dirilmekten şüphede iseniz, gerçek şu ki; biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra pıhtılaşmış kandan, sonra yapısı belli belirsiz bir çiğnem etten yarattık. Ki, size kudret ve hikmetimizi açıkça gösterelim. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde durdururuz. Sonra sizi bir bebek olarak çıkarırız. Daha sonra da güçlü kuvvetli bir çağa eriştiririz. Sizden kimine ölüm gelip çatar. Kiminiz ömrünün en kötü çağına, yaşlılık devresine ulaştırılır, bilirken bir şey bilmez olur. Yeryüzünü kurumuş ölmüş görürsünüz. Fakat biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her çeşit güzel bitkilerden çift çift yetişir.

6. Bu böyledir. Muhakkak ki Allah tek gerçektir. (Her şey O’nunla var olmuştur). Ölüleri O diriltiyor ve O her şeye kâdirdir.

7. Kıyamet saati mutlaka gelecektir, onda hiç şüphe yoktur. Allah kabirlerdeki kimseleri diriltip kaldıracaktır.

8. İnsanlar içinde öylesi var ki; ne bir bilgisi, ne doğruya götüren bir rehberi, ne de aydınlatıcı bir kitabı olmaksızın Allah hakkında tartışır durur.

9. Allah’ın yolundan saptırmak için yanını eğip büker. (Büyüklenerek yüzünü çevirir). Onun için dünyada bir rezillik vardır, kıyamet gününde ise ona yangın azabını tattırırız.

10. “İşte bu, senin iki elinle öne sürdüğün şeyler yüzündendir. Yoksa Allah kullarına aslâ zulmedici değildir.”

11. İnsanlardan kimi de, Allah’a bir yar kenarındaymış gibi kulluk eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa buna pek memnun olur. Başına bir belâ gelirse yüzüstü döner. Dünyayı da ahireti de kaybeder. İşte apaçık kayıp budur.

12. O, Allah’ı bırakıp da kendisine fayda ve zarar vermeyecek şeylere tapar. İşte en uzak sapıklık budur.

13. O, kendisine faydasından çok zararı olana tapınır. O ne kötü bir yardımcı, ne kötü bir arkadaştır!

14. Muhakkak ki Allah iman edip sâlih ameller işleyen kimseleri, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Şüphesiz ki Allah dilediğini yapar.

15. Her kim Allah’ın ona (Peygamber’e) dünyada ve ahirette yardım etmeyeceğini sanıyorsa, o kimse tavana bağladığı bir ipe kendini assın. Sonra kessin de bir baksın, acaba bu hilesi içindeki öfkeyi giderecek mi?

16. İşte biz böylece onu açık açık âyetler hâlinde indirdik. Şüphesiz ki Allah dilediğine hidayet eder.

17. Şüphesiz ki iman edenler, yahudiler, sâbiîler, hıristiyanlar, mecusiler ve müşrik olanlar arasında Allah kıyamet gününde kesin hükmünü verecektir. Allah her şeye şâhittir.

18. Göklerde ve yerde olanların, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların bir çoğunun Allah’a secde ettiklerini görmüyor musun? Bir çoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Allah kimi hor ve hakir kılarsa, artık ona ikramda bulunacak bir kimse yoktur. Şüphesiz ki Allah dilediğini yapar.

19. İşte birbirine hasım iki zümre. Bunlar Rableri hakkında çekiştiler. Kâfirler için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden de kaynar su dökülür.

20. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir.

21. Bir de onlar için demirden kamçılar vardır.

22. Her ne zaman ateşten, onun ıstırabından çıkmak isteseler, her defasında geri çevrilirler ve onlara: “Yangın azabını tadın!” denilir.

23. Şüphesiz ki Allah iman edip sâlih amellerde bulunanları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. Orada altın bilezikler takınırlar ve incilerle süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir.

24. Onlar sözün en güzeline hidayet edilmişler, kendisine çok hamdedilen Allah’ın doğru yoluna eriştirilmişlerdir.

25. İnkâr edenler, Allah’ın yolundan alıkoyanlarla, ister yerli ister yabancı olsun bütün insanları eşit kıldığımız Mescid-i haram’dan çevirenler var ya! Kim orada zulüm ile haktan sapmak isterse, ona yakıcı bir azap tattırırız.

26. Bir zamanlar İbrahim’e Beytullah’ın yerini hazırlamış ve (Ona şöyle demiştik): “Bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, orada kıyama duranlar, rükû edenler ve secdeye varanlar için beytimi temiz tut!”

27. “İnsanları Hacc’a çağır, yürüyerek ve uzak yollardan gelen bineklere binerek sana gelsinler.”

28. “Tâ ki kendilerine âit bir takım faydaları yakînen görsünler. Allah’ın onlara rızık olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken, O’nun adını ansınlar. Siz de bunlardan yiyin, hem de yoksula fakire yedirin.”

29. “Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i Atik’i tavaf etsinler.”

30. İşte böyle. Her kim Allah’ın yasaklarına tâzim ederse bu, Rabbinin katında kendisi için daha hayırlıdır. (Haram olduğu) size okunanların dışında kalan hayvanlar size helâl kılındı. O halde murdar olan putlardan kaçının ve yalan sözden çekinin.

31. O’na ortak koşmadan, Allah’ın hanifleri (birleyenleri olun). Allah’a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgarın bir uçuruma attığı şeye benzer.

32. İşte böyle. Kim Allah’ın nişânelerine (hükümlerine) tâzim ederse, bu kalplerin takvâsındandır.

33. Onlarda belli bir süreye kadar sizin için faydalar vardır. Sonra varacakları yer Beyt-i Atik’tir.

34. Biz her ümmet için kurban kesmeyi meşru kıldık. Tâ ki Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanların üzerine Allah’ın adını ansınlar. Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Yalnız O’na teslim olun. Gönülden boyun bükenleri müjdele!

35. Onlar o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer. Başlarına gelene sabrederler, namazı kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.

36. Biz kurbanlık develeri sizin için Allah’ın nişanelerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Ön ayakları bağlı olduğu halde keserken Allah’ın adını anın. Yanları üstüne düştüklerinde ise onlardan yiyin. Kanaat edip istemeyene de, isteyene de yedirin. Şükredersiniz diye onları böylece sizin emrinize musahhar kıldık.

37. Boğazlanan kurbanlık hayvanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşmaz. Allah’a ulaşacak olan sizin takvânızdır. Sizi hidayete erdirdiği için Allah’ı tekbir edesiniz diye, O bunları size musahhar kıldı. İhsan edenleri müjdele!

38. Şüphesiz ki Allah iman edenleri müdafaa eder. Allah, hâin ve nankör hiç kimseyi sevmez.

39. Zulüm ve haksızlığa uğratılarak kendisine savaş açılan kimselerin, karşı koyup savaşmasına izin verildi. Allah onlara yardım etmeye elbette kâdirdir.

40. Onlar ki, başka değil, sırf: “Rabbimiz Allah’tır.” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmışlardır. Şüphesiz ki Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile bertaraf edip savmasaydı; manastırlar, kiliseler, havralar ve içlerinde Allah’ın ismi çok çok anılan mescidler yıkılır giderdi. Allah kendisine yardım edenlere elbette yardım eder, şüphesiz ki Allah pek kuvvetlidir, aziz olandır.

41. Onlar ki, eğer biz kendilerine yeryüzünde iktidar mevkii verirsek namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emreder, kötülükten nehyederler. Bütün işlerin sonucu Allah’a âittir.

42. Resulüm! Eğer onlar seni yalanlıyorlarsa, bil ki onlardan önce Nuh, Âd ve Semud kavimleri de yalanlamışlardı.

43. İbrahim kavmi de Lut kavmi de yalanlamıştı.

44. Medyen halkı da (yalanlamıştı), Musa da yalanlanmıştı. Ben de kâfirlere önce mühlet verdim, sonra onları yakalayıverdim. Beni tanımamak nasılmış görsünler!

45. Nice şehirlerin halkını, zulmederken helâk edip yok ettik. Artık çatıları çökmüş, kuyuları körelmiş, sarayları yıkılmıştır.

46. Hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Ki, düşünecek kalplere ve duyacak kulaklara sahip olsunlar. Gerçek şu ki yalnız gözler kör olmaz, sinelerde olan kalpler de körleşir.

47. Onlar senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar. Allah sözünden aslâ caymaz. Doğrusu Rabbinin katında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.

48. Nice memleket var ki, zulümlerine devam ederlerken mühlet verdim, sonunda onları yakaladım. Dönüş yalnız banadır.

49. De ki: “Ey insanlar! Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıcıyım.”

50. İman edip sâlih amel işleyenler için bağışlama ve bol rızık vardır.

51. Âyetlerimiz hakkında (onları boşa çıkarmak için) birbirlerini geri bırakırcasına yarışanlar var ya, işte onlar cehennemliklerdir.

52. Resulüm! Biz senden önce ne zaman bir resul ve nebi göndermişsek, bir şeyi arzuladığında şeytan mutlaka onun arzusuna vesvese karıştırmak istemiştir. Ne var ki Allah, şeytanın attığını iptal eder. Sonra kendi âyetlerini muhkem kılar, sağlamlaştırır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

53. Böylece Allah şeytanın attığı vesveseleri, kalplerinde hastalık bulunan ve kalpleri kaskatı olan kimseler için bir imtihan vesilesi yapar. Zâlimler, gerçekten derin bir ayrılık içindedirler.

54. Bir de bu, kendilerine ilim verilenlerin onun Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilip ona inanmaları ve bu sayede kalplerinin huzur ve itminana kavuşması içindir. Şüphesiz ki Allah iman edenleri mutlaka dosdoğru bir yola iletir.

55. İnkâr edenler, kendilerine o saat ansızın gelinceye, yahut da o kısır günün azabı kendilerine gelinceye kadar onun hakkında hep şüphe içindedirler.

56. O gün mülk Allah’ındır, onların arasında hükmeder. İman edip sâlih amel işleyenler Naîm cennetlerindedirler.

57. Kâfir olup âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar için alçaltıcı bir azap vardır.

58. Allah yolunda hicret edip de sonra öldürülen veya ölenlere Allah elbette güzel bir rızık verecektir. Hiç şüphesiz ki Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.

59. Andolsun ki onları hoşnud olacakları bir yere yerleştirecektir. Şüphesiz ki Allah çok iyi bilendir, hilim sahibidir.

60. Bu böyledir. Her kim kendisine uygulanan cezanın dengi ile karşılık verir de, bundan sonra kendisine yine saldırılırsa, Allah ona mutlaka yardım edecektir. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcı, mağfiret edicidir.

61. İşte bu böyledir. Zira Allah geceyi gündüzün içine sokuyor, gündüzü de gecenin içine sokuyor. Allah işitendir, görendir.

62. Bu böyledir. Çünkü Allah hakkın tâ kendisidir. Onu bırakıp da taptıkları şeyler ise bâtıldan başka bir şey değildir. Şüphesiz ki Allah yücedir, büyüktür.

63. Görmez misin ki, Allah gökten bir su indirir de bu sayede yeryüzü onunla yemyeşil kesiliverir. Şüphesiz ki Allah Lâtif’tir, her şeyden haberdardır.

64. Göklerde ve yerde olanlar O’nundur. Muhakkak ki Allah zengindir, hamdedilmeye lâyıktır.

65. Görmedin mi? Allah yerde olanları ve emriyle denizde akıp giden gemileri buyruğunuz altına vermiştir. Göğü de, kendi izni olmadıkça yerin üzerine düşmemesi için O tutar. Doğrusu Allah insanlara çok şefkatli çok merhametlidir.

66. O Allah ki, sizi diriltti. Sonra sizi öldürür ve sonra yine diriltir. Gerçekten insan çok nankördür.

67. Biz her ümmete bir ibadet yolu tayin ettik, onlar ona göre ibadet etmektedirler. Öyleyse bu hususta seninle çekişmesinler. Sen Rabbine dâvet et, şüphesiz ki sen dosdoğru bir hidayet üzerindesin.

68. Eğer seninle mücadeleye girişirlerse de ki: “Allah yaptıklarınızı çok iyi bilmektedir.”

69. Allah, ayrılığa düştüğünüz hususlarda kıyamet günü aranızda hüküm verecektir.

70. Bilmez misin ki, Allah yerde ve gökte ne varsa hepsini bilir. Bu, bir kitapta (Levh-i mahfuz’da) mevcuttur. Şüphesiz ki bu, Allah için çok kolaydır.

71. Onlar Allah’ı bırakıp da, Allah’ın onlar hakkında hiçbir delil indirmediği ve kendilerinin dahi hakkında bilgi sahibi olmadıkları şeylere tapıyorlar. Zâlimlerin hiçbir yardımcısı yoktur.

72. Âyetlerimiz açık açık kendilerine okunduğu zaman, kâfirlerin suratlarında hoşnutsuzluk sezersin. Onlar âyetlerimizi okuyanlara neredeyse saldıracak gibi oluyorlar. Onlara de ki: “Size bundan (bu kin ve öfkenizden) daha kötü bir şey haber vereyim mi? Ateş! Allah onu kâfirlere vâdetmiştir. O ne kötü bir dönüş yeridir!”

73. Ey insanlar! Size bir misal verilmektedir, şimdi onu dinleyin! Şüphesiz ki sizin Allah’ı bırakıp da taptıklarınız bu iş için bir araya gelseler dahi bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapsa, onu da geri alamazlar. İsteyen de âciz, istenen de.

74. Onlar Allah’ı lâyıkıyla takdir edip bilemediler. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, Azîz’dir.

75. Allah hem meleklerden elçiler seçer, hem de insanlardan. Şüphesiz ki Allah işitendir, görendir.

76. O, onların önlerinde olanı da arkalarında olanı da bilir. Bütün işler Allah’a döndürülür.

77. Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin, Rabbinize ibadet edin ve iyilik yapın ki kurtuluşa eresiniz.

78. Allah yolunda nasıl cihad etmek gerekiyorsa öylece hakkıyla cihad edin. O sizi seçmiş, babanız İbrahim’in yolu olan dinde sizin için hiçbir zorluk yüklememiştir. Bundan önceki kitaplarda ve bu Kur’an’da size müslüman adını veren O’dur. Tâ ki Peygamber size şâhit olsun, siz de insanların şâhitleri olasınız. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a sarılın. O sizin Mevlâ’nızdır. O ne güzel Mevlâ, ne güzel yardımcıdır!

ENBİYÂ SÛRE-İ ŞERİF'İ

(21. Sûre) (Mekke döneminde inmiştir. 112 âyettir.)

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. İnsanların hesap görme zamanı yaklaştı, fakat onlar hâlâ gaflet içindedirler.

2. Rablerinden kendilerine gelen her yeni zikri (öğüt ve uyarıyı) mutlaka alaya alarak dinlerler.

3. Kalpleri gaflet içerisindedir. O zulmedenler kendi aralarında şöyle fısıldaştılar: “Bu, sizin gibi bir beşer değil midir? Siz göz göre göre sihrin peşinden mi gidiyorsunuz?”

4. Dedi ki: “Benim Rabbim gökte ve yerde söyleneni bilir. O, işitendir, bilendir.”

5. Dediler ki: “Hayır! Bunlar karmakarışık rüyâlardır. Hayır! Onu kendisi uydurmuştur. Hayır! O şâirdir. Eğer öyle değilse bize hemen önceki peygamberler gibi bir âyet (mucize) getirsin.”

6. Bunlardan önce yoketmiş olduğumuz hiçbir memleket halkı iman etmemişti, şimdi bunlar mı iman edecekler?

7. Biz senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız dini müşküllerinizi ehl-i zikirden sual ediniz.

8. Biz onları yemek yemeyen birer ceset kılmadık. Onlar ebedî de değillerdi.

9. Sonra onlara verdiğimiz sözü dosdoğru yerine getirdik. Hem kendilerini hem de dilediğimiz kimseleri kurtardık. Haddi aşanları da yok ettik.

10. Andolsun ki, içinde zikriniz (şerefiniz) bulunan bir kitap indirdik. Hâlâ akıl erdirmiyor musunuz?

11. Zâlim olan nice memleketleri kırıp geçirdik ve onlardan sonra da başka bir topluluk var ettik.

12. Onlar bizim azabımızı hissettiklerinde oradan hızla uzaklaşıp kaçıyorlardı.

13. Kaçmayın! İçinde şımarıp azdığınız nimetlere ve meskenlerinize dönün! Çünkü sorguya çekileceksiniz.

14. Dediler ki: “Vay başımıza gelenlere! Biz gerçekten zâlimlermişiz.”

15. Biz onları kuruyup biçilmiş ekin haline, sönmüş ateşe çevirinceye kadar bu haykırmaları sürüp gitti.

16. Biz göğü, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri oyun olsun diye yaratmadık.

17. Eğer biz oyun-eğlence edinmek isteseydik, herhalde onu kendi katımızdan edinirdik. Bunu yapsaydık böyle yapardık.

18. Hayır! Biz hakkı bâtılın tepesine şiddetle indirip atarız da, onun beynini parçalar. Bir de görürsünüz ki bâtıl yok olup gitmiştir. Allah’a yakıştırdığınız sıfatlardan dolayı yazıklar olsun size!

19. Göklerde ve yerde kim varsa hep O’nundur. O’nun huzurunda bulunanlar, O’na kulluk etmekten büyüklenmezler ve usanmazlar.

20. Hiç ara vermeksizin, bıkıp usanmaksızın gece gündüz tesbih ederler.

21. Yoksa yeryüzünde bir takım ilâhlar edindiler de ölüleri onlar mı diriltip kaldıracaklar?

22. Yerde ve gökte eğer Allah’tan başka ilâh bulunmuş olsaydı, ikisi de bozulup giderdi. Arşın Rabbi olan Allah onların vasıflandırdıkları şeylerden münezzehtir.

23. O yaptığından sorulmaz, onlar ise sorguya çekileceklerdir.

24. Yoksa O’ndan başka ilâhlar mı edindiler? De ki: “Delilinizi getirin. İşte bu, benimle birlikte olanların da zikridir, benden öncekilerin de zikridir.” Doğrusu onların çoğu hakkı bilmezler, bunun için de yüz çevirirler.

25. Resulüm! Senden evvel gönderdiğimiz her peygambere: “Benden başka ilâh yoktur, bana kulluk edin!” diye vahyetmişizdir.

26. “Rahman çocuk edindi.” dediler. Hâşâ! O bundan münezzehtir. Bilâkis (melekler) ikrama erdirilmiş kullardır.

27. O’ndan önce söz söylemezler ve yalnız O’nun emriyle hareket ederler.

28. Allah, onların öndekilerini de bilir, arkalarındakini de bilir. Onlar, Allah’ın râzı olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler ve O’nun korkusundan titrerler.

29. Onlardan her kim: “Ben de Allah’tan başka bir ilâhım.” derse, biz onu cehennemle cezalandırırız. İşte biz zâlimleri böyle cezalandırırız.

30. İnkâr edenler görmediler mi? Göklerle yer önceleri bitişik bir halde idiler de, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Onlar hâlâ inanmıyorlar mı?

31. Yer onları sarsmasın diye, onun üstünde sâbit dağlar yarattık ve doğru gidebilmeleri için orada geniş yollar açtık.

32. Biz göğü de korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise hâlâ gökyüzünün âyetlerinden (delillerinden) yüz çevirmektedirler.

33. Geceyi ve gündüzü, güneşi ve ay’ı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedir.

34. Resulüm! Biz senden önce hiçbir beşere ebedîlik vermedik. Şimdi sen ölürsen, sanki onlar ebedî mi kalacaklar?

35. Her insan ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Sonra bize döndürüleceksiniz.

36. Kâfirler seni gördükleri zaman: “Sizin ilâhlarınızı diline dolayan bu mudur?” diyerek seni hep alaya alırlar. Oysa onlar Rahman’ın zikrini inkâr edenlerin tâ kendileridir!

37. İnsan aceleci olarak yaratılmıştır. Size âyetlerimi göstereceğim, bunu benden acele istemeyin.

38. Onlar: “Eğer doğru sözlü iseniz bu vaad ne zaman gerçekleşecek?” derler.

39. Kâfirler ne yüzlerinden ne de sırtlarından ateşi savamayacakları, kendilerine yardım da edilmeyeceği zamanı bir bilselerdi!

40. Doğrusu o, onlara ansızın gelecek ve onları şaşkına çevirecek. Artık onu ne geri çevirmeye güçleri yeter, ne de kendilerine mühlet verilir.

41. Andolsun ki, senden önceki birçok peygamberle de alay edilmişti. Onları alaya alanları, o alay ettikleri şey kuşatıverdi.

42. De ki: “Sizi gece ve gündüz Rahman’dan kim koruyabilir?” Buna rağmen onlar Rablerinin zikrinden yüz çevirmektedirler.

43. Yoksa kendilerini bize karşı koruyacak ilâhları mı var? Onlar kendilerine bile yardım edemezler. Onlar bizden de dostluk görmezler.

44. Biz onları da atalarını da barındırdık, kendilerine geçimlikler verdik. Ömür kendilerine (hiç bitmeyecek kadar) uzun geldi. Oysa onlar, bizim yeryüzüne gelip, onu her yandan eksilttiğimizi görmüyorlar mı? Üstün gelen onlar mı?

45. Resulüm! De ki: “Ben sizi ancak vahiy ile korkutuyorum. Fakat sağır olanlar, uyarıldıkları zaman çağrıyı işitmezler.”

46. Andolsun ki Rabbinin azabından onlara az bir esinti dokunsa: “Vah bize! Gerçekten biz zâlim kimselermişiz!” derler.

47. Biz kıyamet günü adalet terazileri kuracağız. Hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Yapılan bir iyilik hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirir tartıya koyarız. Hesap görücü olarak biz yeteriz.

48. Andolsun ki biz Musa’ya ve Harun’a takvâ sahipleri için bir ışık ve öğüt olan Furkan’ı verdik.

49. O takvâ sahipleri ki görmedikleri halde Rablerinden korkarlar ve kıyametten de titrerler.

50. İşte bu (Kur’an) da bizim indirdiğimiz mübarek bir zikirdir. Şimdi siz onu inkâr mı ediyorsunuz?

51. Andolsun ki biz daha önce İbrahim’e de rüşd (doğru yolu bulma kabiliyeti) vermiştik. Zaten biz onu biliyorduk.

52. Babasına ve kavmine: “Sizin şu karşısında durup da tapmakta olduğunuz heykeller nedir?” dedi.

53. Onlar: “Biz atalarımızı bunlara tapar kimseler olarak bulduk.” dediler.

54. “Doğrusu siz de atalarınız da apaçık bir sapıklık içine düşmüşsünüz.” dedi.

55. Dediler ki: “Bize gerçeği mi getirdin, yoksa şaka mı yapıyorsun?”

56. Dedi ki: “Hayır! Sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir ki, bunları O yaratmıştır. Ben de buna şâhitlik edenlerdenim.”

57. “Allah’a yemin ederim ki siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir tuzak kuracağım.”

58. Sonunda İbrahim onları paramparça etti. Yalnız içlerinden büyüğünü, ona başvursunlar diye sağlam bıraktı.

59. Dediler ki: “Bunu ilâhlarımıza kim yaptı? Muhakkak ki o zâlimlerden biridir.”

60. Dediler ki: “Bunları diline dolayan bir genç işittik, kendisine İbrahim deniliyormuş.”

61. Dediler ki: “O halde onu hemen insanların gözü önüne getirin, belki şâhitlik ederler.”

62. Dediler ki: “Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın ey İbrahim?”

63. Dedi ki: “Sorun bakalım, eğer söyleyebilirlerse, belki bu işi şu büyük put yapmıştır!”

64. Kendi vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine): “Hakikaten sizler zâlimlersiniz!” dediler.

65. Sonra yine eski kafalarına döndürüldüler. “Sen de pekâlâ bunların konuşmadığını biliyorsun.” dediler.

66. İbrahim dedi ki: “O halde Allah’ı bırakıp da hiçbir fayda ve zarar vermeyen şeylere ne diye tapıyorsunuz?”

67. “Size de, Allah’ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh olsun! Siz hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?”

68. Dediler ki: “Eğer bir iş yapacaksanız, şunu yakın da ilâhlarınıza yardım edin!”

69. Biz de: “Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve selâmet ol!” dedik.

70. Böylece ona bir tuzak kurmak istediler, fakat biz onları daha çok hüsrana uğrattık.

71. Biz onu ve Lut’u kurtarıp, âlemlere bereketler verdiğimiz yere ulaştırdık.

72. Ona İshak’ı hediye ettik, fazladan bir bağış olmak üzere Yâkub’u lütfettik. Her birini sâlih insanlar yaptık.

73. Onları emrimizle doğru yolu gösteren rehberler kıldık. Onlara hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize hep kulluk eden kimselerdi.

74. Lut’a da hüküm ve ilim verdik. Onu çirkin işler yapan memleketten kurtardık. Doğrusu onlar yoldan çıkmış kötü bir kavim idi.

75. Onu rahmetimizin içine aldık. Çünkü o sâlihlerden idi.

76. Daha önce Nuh duâ etmiş, biz onun duâsını kabul etmiştik. Böylece kendisini ve âilesini büyük sıkıntıdan kurtarmıştık.

77. Âyetlerimizi yalanlayan bir kavme karşı ona yardım ettik. Gerçekten onlar fenâ bir kavimdi. Bu yüzden hepsini birden suda boğduk.

78. Davut ve Süleyman’ı da an! Bir zaman kavmin koyunlarının yayıldığı bir ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı. Biz onların hükmünü görüp bilmekte idik.

79. Biz Süleyman’a bu meselenin hükmünü belletmiştik. Biz onların her birine hüküm ve ilim verdik. Davut’a dağları ve kuşları musahhar kıldık, onunla beraber tesbihte bulunurlardı. Bunları yapan bizdik.

80. Ona, sizi savaşta korumak için zırh yapma sanatını öğrettik. Artık şükredecek misiniz?

81. Süleyman’a da şiddetli esen rüzgârı musahhar kıldık. Rüzgâr onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere doğru eserdi. Biz her şeyi bilenleriz.

82. Denize dalacak ve bundan başka işler görecek şeytanları da onun emrine verdik. Onları gözetenler de bizdik.

83. Eyyub’u da an! Hani Rabbine: “Bana bir dert gelip çattı. Sen merhametlilerin en merhametlisisin.” diye niyaz etmişti.

84. Biz de onun bu niyazını kabul etmiş, uğradığı sıkıntıyı kaldırmış, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hatıra olmak üzere ona hem âilesini hem de kaybettikleriyle beraber bir mislini daha vermiştik.

85. İsmail’i, İdris’i ve Zülkifl’i de an! Hepsi de sabreden kimselerdendi.

86. Onları rahmetimizin içine aldık. Onlar gerçekten sâlihlerdendi.

87. Zünnun’u (Yunus’u) da an! Hani o bir vakit öfkeli bir hâlde geçip gitmişti. Kendisini hiç sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Nihayet karanlıklar içinde: “Allah’ım! Senden başka ilâh yoktur, sen bütün noksan sıfatlardan münezzehsin. Gerçekten ben zâlimlerden oldum.” diye niyaz etti.

88. Biz de onun duâsını kabul ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte biz müminleri böyle kurtarırız.

89. Zekeriyâ’yı da an! Hani Rabbine niyaz etmişti: “Ey Rabbim! Beni yalnız bırakma! Sen vârislerin en hayırlısısın.”

90. Biz de onun duâsını kabul ederek, kendisine Yahyâ’yı bağışladık. Eşini de doğum yapacak hâle getirdik. Bütün bu peygamberler hayır işlerinde yarışırlar, umarak ve korkarak bize duâ ederlerdi. Onlar bize karşı çok itaatkârlardı, bizim için derin saygı gösterenlerdi.

91. Irzını iffetle korumuş olan (Meryem’i) de an! Biz ona ruhumuzdan üflemiş, kendisini de oğlunu da âlemler için bir âyet (mucize) kılmıştık.

92. Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde bana kulluk edin.

93. Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler. Halbuki hepsi bize dönecekler.

94. İnanmış olarak sâlih amel işleyenlerin ameli inkâr edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız.

95. Helâk ettiğimiz bir memleket (halkının) bize dönmemesi imkânsızdır.

96. Nihayet Ye’cüc ve Me’cüc (sedleri) açıldığı zaman her tepeden saldırırlar.

97. Gerçek olan vaad yaklaştığında, kâfirlerin gözleri yuvalarından fırlar. “Yazıklar olsun bize! Biz bundan gerçekten gâfildik, hatta biz gerçekten zâlimlermişiz.” derler.

98. Siz ve Allah’tan başka taptığınız şeyler cehennem odunusunuz. Siz oraya gireceksiniz.

99. Eğer onlar birer ilâh olsalardı, oraya girmezlerdi. Hepsi de orada ebedî kalacaklardır.

100. Onların orada bir nefes vermeleri var ki! Bir şey de işitmeyeceklerdir.

101. O kimseler ki tâ ezelden haklarında tarafımızdan en güzel bir saâdet sebketmiş, iyilik fermanı çıkmıştır. Bunlar ondan (cehennemden) uzaklaştırılmışlardır.

102. Cehennemin uğultusunu bile duymazlar. Canlarının çektiği nimetler içinde ebedî kalacaklardır.

103. O gün büyük korku onları aslâ tasalandırmaz. Melekler onları şöyle karşılar: “İşte bu, size vâdedilmiş olan gününüzdür.”

104. O gün göğü, kitap sayfalarını dürer gibi toplayıp düreriz. Sonra onu yaratmaya ilk başladığımız zamanki gibi yine iâde ederiz. Bu bizim vaadimizdir ve biz vaadimizi muhakkak yerine getiririz.

105. Andolsun ki Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebur’da da yazdık ki: Yeryüzüne ancak sâlih kullarım vâris olur.

106. Şüphesiz ki bunda kulluk eden bir topluluk için yeterli bir tebliğ vardır.

107. Resulüm! Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.

108. De ki: “Bana ilâhınızın ancak bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Hâlâ müslüman olmayacak mısınız?”

109. Eğer yüz çevirirlerse de ki: “Ben size eşit bir şekilde tebliğ ettim. Artık size vaad edilen şeyin yakın mı uzak mı olduğunu bilmem.”

110. Şüphesiz ki O, sözün açığa vurulanını da bilir, gizlediklerinizi de bilir.

111. Bilmiyorum, belki de bu (azabın ertelenmesi) sizi denemek ve bir süreye kadar sizi yaşatıp barındırmak içindir.

112. Dedi ki: “Ey Rabbim! Hak ile hüküm ver. Bizim Rabbimiz Rahman’dır, sizin bu vasıflandırdığınız şeylere karşı kendisinden yardım istenilendir.”

TÂ-HÂ SÛRE-İ ŞERİF'İ

(20. Sûre) (Mekke döneminde inmiştir. 135 âyettir.)

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. Tâ. Hâ.

2. Resulüm! Biz sana bu Kur’an’ı sıkıntıya düşesin diye indirmedik.

3. Ancak Allah’tan korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik.

4. Yeri ve yüce gökleri yaratan tarafından indirilmiştir.

5. Rahman Arş’ı istivâ etti (Arş üzerinde hükümran oldu).

6. Göklerde ve yerde, ikisinin arasında ve toprağın altında bulunanlar yalnız O’nundur.

7. Sen eğer sözü açıktan söylersen; şüphesiz ki O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir.

8. Allah O’dur ki, O’ndan başka ilâh yoktur. En güzel isimler O’nundur.

9. Musa’nın haberi sana geldi mi?

10. Hani o bir ateş görmüştü de âilesine şöyle demişti: “Siz burada durun. Ben bir ateş gördüm. Oradan size bir kor getiririm veya ateşin yanında bir yol gösteren bulurum.”

11. Oraya vardığında: “Ey Musa!” diye nidâ edildi.

12. “Ben senin Rabbinim. Ayağındakileri çıkar. Zira sen mukaddes vâdide, Tuvâ’dasın.”

13. “Ben seni seçtim. Vahyolunanı dinle.”

14. “Şüphesiz ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. Bana kulluk et, beni anmak için namaz kıl.”

15. “Kıyamet muhakkak gelecektir. Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye, zamanını gizli tutuyorum.”

16. “Ona inanmayan ve kendi nefis arzusuna uyan kimse seni ondan alıkoymasın. Yoksa helâk olursun.”

17. “O sağ elindeki nedir ey Musa?”

18. “O benim asamdır. Ona dayanırım, onunla davarıma yaprak silkerim ve daha birçok işlerde faydalanırım.” dedi.

19. “Bırak onu ey Musa!” buyurdu.

20. Onu hemen yere attı. Bir de baktı ki, hızla sürünen bir yılan oluvermiş!

21. Buyurdu ki: “Tut onu, korkma! Biz onu yine eski durumuna çevireceğiz.”

22. “Elini koynuna sok, diğer bir mucize olarak kusursuz bembeyaz çıksın.”

23. “Bununla sana en büyük âyetlerimizden (mucizelerimizden) bazılarını göstermiş olalım.”

24. “Firavun’a git, doğrusu o azmıştır.”

25. Dedi ki: “Rabbim! Göğsüme genişlik ver.”

26. “İşimi kolaylaştır.”

27. “Dilimin düğümünü çöz.”

28. “Ki, sözümü iyi anlasınlar.”

29. “Âilemden bana bir vezir ver.”

30. “Kardeşim Harun’u.”

31. “Beni onunla destekle.”

32. “Onu da işimde ortak kıl.”

33. “Böylece seni daha çok tesbih edelim.”

34. “Ve seni çokça zikredelim.”

35. “Şüphesiz ki sen bizi görüyorsun.”

36. Allah buyurdu ki: “Ey Musa! İstediğin sana verilmiştir.”

37. “Andolsun ki sana başka bir defa daha lütufta bulunmuştuk.”

38. “Hani annene vahyedilmesi gerekeni vahyetmiştik.”

39. “Onu bir sandığa koy, sonra suya bırak. Su onu kıyıya atar. Benim de düşmanım, onun da düşmanı olan birisi onu alır. Gözümün önünde yetişesin diye seni sevgili kıldım.”

40. “Hani kız kardeşin, Firavun’un sarayına gidip: ‘Ona bakacak birini size göstereyim mi?’ diyordu. İşte böylece seni annene geri vermiştik; ki gözü aydın olsun, üzülmesin. Ve sen bir cana kıymıştın da, seni üzüntüden kurtarmıştık. Hem seni birçok musibetlerle imtihana çekmiştik. Medyen halkı arasında yıllarca kalmıştın. Sonra da takdire göre geldin ey Musa!”

41. “Ve seni kendim için seçtim.”

42. “Sen ve kardeşin, âyetlerimle gidin. Beni anmakta gevşek davranmayın.”

43. “Firavun’a gidin, doğrusu o azmıştır.”

44. “Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler veya korkar.”

45. “Rabbimiz! Onun bize kötülük etmesinden, veya azgınlığının artmasından korkuyoruz.” dediler.

46. Buyurdu ki: “Korkmayın, ben sizinle beraberim, işitir ve görürüm.” 47. Hemen ona gidin ve deyin ki: “Biz, senin Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını bizimle gönder ve onlara azap etme. Hem biz Rabbinden sana bir âyet (mucize) ile geldik. Selâm hidayete tâbi olanlara olsun!”

48. “Doğrusu bize vahyolundu ki, (peygamberleri) yalanlayıp inkâr edenlere ve (imandan) yüz çevirenlere azap vardır.”

49. Firavun: “Sizin Rabbiniz kimdir ey Musa?” dedi.

50. Dedi ki: “Bizim Rabbimiz her şeye yaratılışını veren, sonra da doğru yolu gösterendir.”

51. “Peki ya, ilk nesillerin hâli ne olacak?” dedi.

52. Musa: “Onların bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Benim Rabbim hata etmez ve unutmaz.” dedi.

53. Sizin için yeryüzünü döşeyen, yollar açan, gökten su indiren O’dur. Biz o su ile türlü türlü, çift çift bitkiler yetiştirdik.

54. İster siz yiyin, ister hayvanlarınızı otlatın. Onlarda akıl sahipleri için âyetler (ibretler) vardır.

55. Sizi ondan yarattık, yine oraya döndüreceğiz ve bir kere daha ondan çıkaracağız.

56. Andolsun ki ona bütün âyetlerimizi gösterdik. Yine de yalanladı ve diretti.

57. Ve dedi ki: “Sihirbazlığınla bizi memleketimizden çıkarmaya mı geldin ey Musa?”

58. “Şimdi biz de seninkine benzeyen bir sihri sana göstereceğiz. Bizimle senin aranda bir vakit tayin et ki, sen de biz de düz bir yerde bulunalım, caymayalım.”

59. Musa: “Buluşma zamanınız, bayram günü ve insanların toplandığı kuşluk vaktidir.” dedi.

60. Bunun üzerine Firavun dönüp gitti. Bütün hilesini topladıktan sonra geri geldi.

61. Musa onlara dedi ki: “Size yazıklar olsun! Allah’a karşı yalan uydurmayın. Yoksa azapla sizi yok eder. Allah’a iftira eden muhakkak hüsrana uğrar.”

62. Sihirbazlar işi kendi aralarında tartıştılar ve gizlice müşavere ettiler.

63. Dediler ki: “Bunlar iki sihirbazdır. Sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve en üstün olan yolunuzu ortadan kaldırmak istiyorlar.”

64. “Onun için tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra da sıra hâlinde gelin. Muhakkak ki bugün üstün gelen başarıya ulaşır.”

65. Dediler ki: “Ey Musa! Ya sen at veya önce atan biz olalım.”

66. Musa: “Hayır! Siz atın!” dedi. Değnekleri ve ipleri sihirleri yüzünden sanki yürüyorlarmış gibi geldi.

67. Bunun için Musa, içinde bir korku hissetti.

68. Biz de: “Korkma! Muhakkak sen daha üstünsün.” dedik.

69. “Sağ elindekini at da, onların yaptıklarını yutsun. Yaptıkları sadece sihirbaz hilesidir. Nerede olursa olsun, sihirbaz aslâ iflâh olmaz.”

70. Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar. “Harun ve Musa’nın Rabbine iman ettik.” dediler.

71. Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi? Doğrusu o size sihiri öğreten büyüğünüzdür. Andolsun ki ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve muhakkak ki hepinizi hurma kütüklerine asacağım. O zaman hangimizin azabının daha çetin ve daha devamlı olduğunu iyice bileceksiniz.”

72. Dediler ki: “Biz seni, bize gelen apaçık delillere (mucizelere) ve bizi yaratana tercih edip üstün tutmayacağız. Yapacağını yap, ne hüküm vereceksen ver. Sen ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin.”

73. “Doğrusu biz hatalarımızı ve bize zorla yaptırdığın sihri bağışlaması için Rabbimize iman ettik. Allah daha hayırlı ve O’nun vereceği mükâfat ve ceza daha devamlıdır.”

74. Rabbine suçlu olarak gelen kimse için cehennem vardır. O orada ne ölür ne de yaşar.

75. Rabbine inanmış ve sâlih ameller yaparak gelenlere de en yüksek dereceler vardır.

76. Altlarından ırmaklar akan ve içlerinde ebedî kalacakları Adn cennetleri vardır. İşte arınanların mükâfatı budur!

77. Andolsun ki biz Musa’ya şöyle vahyettik: “Kullarımı geceleyin yürüt. Denizde onlara kuru bir yol aç. Düşmanların yetişmesinden de batmaktan da korkma, endişe etme!”

78. Firavun, ordusuyla onları takip etti. Deniz de onları içine alıverdi, hem de ne alış!

79. Firavun kavmini saptırdı ve onlara doğru yolu gösteremedi.

80. Ey İsrâiloğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık. Tûr’un sağ tarafında sizinle sözleştik ve üzerinize kudret helvasıyla bıldırcın eti indirdik.

81. Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin, bu hususta taşkınlık (ve nankörlük) etmeyin. Sonra gazabım üzerinize iner. Gazabım kimin üzerine inerse, şüphesiz ki o mahvolur.

82. Bununla beraber şüphe yok ki ben, tevbe eden, iman edip sâlih amel işleyen, sonra da hak yolunda (ölünceye kadar) sebat eden kimseyi elbette çok bağışlayıcıyım.

83. “Seni kavminden daha çabuk gelmeye sevkeden nedir ey Musa?”

84. “Onlar benim ardımdan geliyorlar. Rabbim! Hoşnut olman için sana acele geldim.” dedi.

85. Allah buyurdu: “Biz senden sonra kavmini imtihana çektik. Sâmirî onları saptırdı.”

86. Musa kavmine çok kızgın ve üzüntülü olarak döndü. “Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Uzun bir zaman mı geçti aradan? Yoksa Rabbinizin gazabına mı uğramak istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?” dedi.

87. Dediler ki: “Sana verdiğimiz sözden kendi başımıza caymadık. O kavmin ziynet eşyasından bize yükler dolusu taşıtıldı. Biz onları (ateşe) attık. Aynı şekilde Sâmirî de attı.”

88. Bu adam onlar için böğürebilen bir buzağı heykeli çıkardı. Dediler ki: “İşte bu sizin de Musa’nın da ilâhıdır. Fakat o unuttu.”

89. Görmüyorlar mıydı ki, o kendilerine ne söz söyleyebiliyor, ne bir zarar ne de bir fayda verebiliyordu?

90. Daha önce Harun onlara: “Ey kavmim! Siz bu (buzağı) ile imtihana çekildiniz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahman’dır. Bana uyun, emrime itaat edin.” demişti.

91. Onlar da: “Musa bize dönünceye kadar buna tapmaktan aslâ vazgeçmeyeceğiz.” demişlerdi.

92. (Musa döndüğünde) dedi ki: “Ey Harun! Bunların sapıttığını görünce, seni benim yolumdan gitmekten alıkoyan nedir?”

93. “Neden bana uymadın? Emrime karşı mı geldin?”

94. Dedi ki: “Anamın oğlu! Saçımdan sakalımdan tutma. Ben senin: ‘İsrailoğulları arasına ayrılık soktun, sözüme bakmadın.’ diyeceğinden korktum.”

95. “Ya senin zorun ne idi ey Sâmirî?” dedi.

96. (Sâmirî) dedi ki: “Onların görmedikleri bir şey gördüm ve onu sana gelen ilâhi elçinin bastığı yerden bir avuç avuçladım. Bunu (ziynet eşyasının eritildiği potaya) attım. Nefsim bana bunu hoş gösterdi.”

97. Musa dedi ki: “Defol, git! Doğrusu artık hayat boyunca: ‘Bana dokunmayın!’ demenden başka yapacağın bir şey yoktur. Bir de senin için hiç kaçamayacağın bir ceza günü var. Sarılıp durduğun, üstüne düşüp tapındığın ilâhına bak! Biz onu yakacağız, sonra da denize atacağız.”

98. Sizin ilâhınız, ancak ve ancak O’ndan başka hiç bir ilâh olmayan Allah’tır. İlmi her şeyi kuşatmıştır.

99. Resulüm! Böylece sana geçmişteki haberlerden bir kısmını anlatıyoruz. Biz sana tarafımızdan bir zikir verdik.

100. Kim ondan yüz çevirirse; bilsin ki o, kıyamet gününde ağır bir günah yükü yüklenecektir.

101. Bu kimseler o günah yükünün azabı içinde ebedî kalacaklardır. Bu, kıyamet gününde onlar için ne kötü bir yüktür!

102. O gün Sur’a üflenir ve biz o gün suçluları gözleri dehşetten göğermiş olarak toplarız.

103. Aralarında gizli gizli konuşurlar: “Siz dünyada on günden fazla kalmadınız!”

104. Aralarında konuştuklarını biz daha iyi biliriz. En akıllıları ise: “Siz dünyada ancak bir gün kaldınız!” der.

105. Resulüm! Sana dağlardan (kıyamet günü ne olacağından) sorarlar. De ki: “Rabbim onları kül gibi ufalayıp savuracak!”

106. “Yerlerini dümdüz, bomboş bırakacaktır.”

107. “Öyle ki orada ne bir çukur ne de bir tümsek görebileceksin!”

108. O gün insanlar hiçbir tarafa sapmaksızın, (mahşere) çağıranın (İsrafil’in) dâvetine uyarlar. Rahman’ın korkusundan bütün sesler kısılmıştır. Bu yüzden, fısıltıdan başka bir şey işitemezsin.

109. O gün Rahman’ın izin verdiği ve sözünden hoşnud olduğu kimseden başkasının şefaatı fayda vermez.

110. Allah onların geçmişlerini de geleceklerini de bilir. Kulların ilmi ise bunu kavrayamaz.

111. Bütün yüzler Hayy ve Kayyum olan Allah’a zelil olarak boyun eğmiştir. Zulüm yüklenen ise gerçekten perişan olmuştur.

112. Kim mümin olarak sâlih amellerden yaparsa, artık o ne zulümden ne de hakkının yeneceğinden korkar.

113. Böylece biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik ve onda tehditleri tekrar tekrar açıkladık. Umulur ki Allah’tan korkarlar veya o, kendileri için bir hatırlatma olur.

114. Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Resulüm! Sana onun vahyi bitmeden önce, Kur’an’ı okumakta acele etme. De ki: “Ey Rabbim! İlmimi artır.”

115. Andolsun ki biz daha önce Âdem’e de ahid vermiştik. Fakat o unuttu. Biz onda azim bulmadık.

116. Bir zamanlar biz meleklere: “Âdem’e secde edin!” demiştik. Onlar da hemen secde ettiler. Yalnız İblis hariç, o diretmişti.

117. Biz de dedik ki: “Ey Âdem! Bu senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra yorulur, sıkıntı çekersiniz!”

118. “Doğrusu cennette senin için ne acıkmak ne de çıplak kalmak vardır.”

119. “Orada ne susarsın, ne de sıcaklığın sıkıntısını duyarsın.”

120. Sonunda şeytan ona vesvese verdi. “Ey Âdem! Sana ebedilik ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?” dedi.

121. Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yediler, ayıp yerleri görünüverdi. Üstlerini cennet yapraklarıyla örtünmeye çalıştılar. Âdem Rabbine âsi olup şaşırdı.

122. Rabbi yine de onu seçip tevbesini kabul etti, ona doğru yolu gösterdi.

123. Buyurdu ki: “Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin! Size benden bir hidayet geldiği zaman, kim benim hidayetime tâbi olursa o (dünyada) sapmaz, (ahirette de) bedbaht olmaz.

124. Kim benim zikrimden yüz çevirirse, onun hakkı da dar bir geçimdir ve biz onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz.

125. Der ki: “Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben gören bir kimse idim.”

126. Allah: “İşte böyle. Sana âyetlerimiz gelmişti de, sen onları unuttun. Bugün de sen aynı şekilde unutuluyorsun!” buyurur.

127. Haddi aşan ve Rabbinin âyetlerine inanmayan kimseyi işte biz böyle cezalandırırız. Ahiret azabı ise, hem daha çetin, hem daha süreklidir.

128. Bizim onlardan önce nice nesilleri helâk etmiş olmamız, kendilerini hâlâ yola getirmedi mi? Halbuki onların yurtlarında gezip dolaşırlar. Bunda elbette ki akıl sahipleri için âyetler (ibretler) vardır.

129. Eğer Rabbinin daha önce verilmiş bir sözü ve tayin ettiği bir süre olmasaydı, hemen azaba uğrarlardı.

130. Onların söylediklerine sabret! Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de Rabbini hamd ile tesbih et. Gece saatleri ve gündüzleri de tesbih et ki Rabbinin rızâsına eresin.

131. Sakın kendilerini denemek için, onlardan bazılarına bol bol verdiğimiz dünya hayatının süsüne gözlerini dikme! Rabbinin rızkı hem daha hayırlı hem de daha süreklidir.

132. Âilene namaz kılmalarını emret, kendin de onda sebat ile devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz. Sana rızık veren biziz. Güzel âkibet takvâ sahiplerinindir.

133. Onlar: “Bize Rabbinden bir âyet (mucize) getirmeli değil miydi?” dediler. Önceki suhuflardakinin apaçık delili (Kur’an) onlara gelmedi mi?

134. Eğer biz onları, ondan önce bir azap ile helâk etseydik, muhakkak: “Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de, böyle zelil ve rezil olmadan evvel âyetlerine uysaydık!” derlerdi.

135. De ki: “Herkes beklemektedir, siz de bekleyin. Doğrusu düz yolun sahipleri kimdir, doğru yolda olan kimdir, yakında bileceksiniz!”

MERYEM SÛRE-İ ŞERİF'İ

(19. Sûre) (Mekke döneminde inmiştir. 98 Âyettir.)

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. Kâf. Hâ. Yâ. Ayn. Sâd.

2. Bu, Zekeriyâ kuluna Rabbinin rahmetini bir anıştır.

3. Zekeriyâ gizli bir seslenişle Rabbine yalvarmıştı.

4. Demişti ki: “Ey Rabbim! Gerçekten kemiklerim zayıfladı, baş ihtiyarlık aleviyle tutuştu, saçlarım ağardı. Ey Rabbim! Sana yalvarmak sayesinde şimdiye kadar bedbaht olup bir şeyden mahrum kalmadım.”

5. “Doğrusu ben, benden sonra yerime geçecek yakınlarımın iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyorum. Karım da kısırdır. (Ne olur) tarafından bana bir veli (yerime geçecek bir oğul) bağışla!”

6. “O bana ve Yakuboğullarına mirasçı olsun. Ey Rabbim! Onu beğendiğin bir insan yap, rızânı kazanmasını sağla.”

7. “Ey Zekeriyâ! Biz sana bir oğul müjdeliyoruz, adı Yahyâ’dır. Bu adı daha önce kimseye vermemiştik.”

8. Zekeriyâ: “Ey Rabbim! Benim nasıl oğlum olabilir? Karım kısırdır. Ben ise ihtiyarlığın son sınırına vardım.” dedi.

9. Allah ona: “Bu böyledir.” dedi. Rabbin buyurdu ki: “Bu bana kolaydır. Daha önce seni de yaratmıştım. Halbuki sen hiçbir şey değildin.”

10. Zekeriyâ: “Ey Rabbim! Öyleyse bana bir işaret ver!” dedi. Allah: “Senin işaretin, sapasağlam olduğun halde birbiri ardısıra üç gece insanlarla konuşmamandır.” buyurdu.

11. Bunun üzerine Zekeriyâ mâbedden kavminin karşısına çıkarak: “Sabah akşam Allah’ı tesbih edin!” diye işaret etti.

12. “Ey Yahyâ! Kitab’a kuvvetle sarıl!” dedik ve biz ona henüz çocuk iken hikmet verdik.

13. Nezdimizden bir merhamet ve sâfiyet verdik. O çok takvâ sahibi idi.

14. Anne-babasına iyilik ederdi. İsyankâr ve zorba değildi.

15. Doğduğu günde, öleceği günde ve dirileceği günde ona selâm olsun!

16. Resulüm! Kitapta Meryem’i de an. Hani o, âilesinden ayrılarak, doğu yönünde bir yere çekilmişti.

17. Sonra onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Derken biz ona ruhumuzu (Cebrail’i) göndermiştik de, kendisine düzgün bir insan şeklinde görünmüştü.

18. Meryem: “Senden, çok esirgeyici olan Allah’a sığınırım. Eğer Allah’tan korkan bir kimse isen (çekil yanımdan!)” dedi.

19. “Ben yalnızca, sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbinin bir elçisiyim.” dedi.

20. Meryem: “Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım halde benim nasıl çocuğum olabilir?” dedi.

21. Cebrail: “Bu böyledir.” dedi. Rabbin buyurdu ki: “Bu bana kolaydır. Biz onu insanlar için bir mucize ve katımızdan da bir rahmet kılacağız. Bu, önceden kararlaştırılmış bir iştir.”

22. Nihayet ona hamile kaldı ve bu sebeple uzak bir yere çekildi.

23. Doğum sancısı onu bir hurma ağacına (dayanmaya) sevketti. “Keşke bundan önce ölmüş olsaydım da unutulup gitseydim!” dedi.

24. Onun altından bir ses kendisine şöyle seslendi: “Sakın tasalanma! Rabbin senin alt yanında bir su arkı vücuda getirmiştir.”

25. “Hurma ağacını kendine doğru silkele, üstüne taze hurma dökülsün.”

26. “Ye, iç, gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görecek olursan de ki: Ben çok esirgeyici Allah’a oruç adadım, artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım.”

27. Nihayet çocuğu kucağında taşıyarak kavmine getirdi. Dediler ki: “Ey Meryem! Hakikaten sen çok tuhaf bir iş yapmışsın.”

28. “Ey Harun’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir adam değildi, annen de iffetsiz değildi.”

29. Bunun üzerine çocuğu gösterdi. “Biz beşikteki çocukla nasıl konuşuruz?” dediler.

30. Çocuk şöyle dedi: “Ben Allah’ın kuluyum. O bana Kitap verdi ve beni peygamber yaptı.”

31. “Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe bana namaz kılmamı, zekât vermemi emretti.”

32. “Beni anneme hürmetkâr kıldı, baş kaldıran bir bedbaht yapmadı.”

33. “Doğduğum günde, öleceğim günde, diri olarak kabirden kaldırılacağım günde bana selâm olsun.”

34. İşte hakkında şüpheye düştükleri Meryem oğlu İsa, gerçek söze göre budur.

35. Çocuk edinmek Allah’a aslâ yakışmaz. O, çok yüce ve münezzehtir. Bir işin olmasına hükmettiği zaman ona sadece “Ol!” der, o da hemen oluverir.

36. “Şüphesiz ki Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O’na kulluk edin. İşte doğru yol budur.”

37. Fırkalar kendi aralarında ihtilâfa düştüler. O büyük güne şâhit olunduğu zamanda vay o kâfirlerin hâline!

38. Bize gelecekleri gün neler işitecekler, neler göreceklerdir! Fakat o zâlimler şimdi apaçık bir sapıklık içindedirler.

39. Resulüm! Hâlâ gaflet içinde bulunanları ve hâlâ inanmayanları, işin bitmiş olacağı o hasret günü ile uyar.

40. Şüphesiz ki biz bütün yeryüzüne ve üzerinde bulunanlara vâris olacağız. Onlar bize döndürülecekler.

41. Resulüm! Kitap’ta İbrahim’i de an, zira o sıdkı bütün bir peygamber idi.

42. Hani babasına demişti ki: “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen, sana hiçbir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun?”

43. “Babacığım! Sana gelmeyen bir ilim gerçekten bana gelmiştir. O halde bana uy da, seni dosdoğru bir yola ileteyim.”

44. “Babacığım! Şeytana tapma. Çünkü şeytan Rahman’a isyan etmişti.”

45. “Babacığım! Doğrusu korkuyorum ki, çok esirgeyici olan Allah’tan sana bir azap gelip çatar da şeytana arkadaş olmuş olursun.”

46. Babası dedi ki: “Ey İbrahim! Sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer onlara dil uzatmaktan vazgeçmezsen, muhakkak ki seni taşlarım. Uzun süre benden ayrıl git!”

47. İbrahim: “Sana selâm olsun! Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim. Çünkü O bana karşı çok lütufkârdır.”

48. “Sizden de, Allah’tan başka taptıklarınızdan da uzaklaşıyor ve yalnız Rabbime yalvarıyorum. Umarım ki Rabbime yalvarmakla bedbaht olmam.”

49. Nihayet İbrahim onlardan ve Allah’tan başka taptıkları şeylerden ayrılınca biz ona İshak’ı ve Yakub’u bağışladık ve her birini peygamber yaptık.

50. Onlara rahmetimizden bağışta bulunduk, onların herkesçe övülüp hayırla yâdedilmelerini sağladık.

51. Resulüm! Kitap’ta Musa’ya dair anlattıklarımızı da an! O seçkin kılınmış hâlis bir insan ve tarafımızdan gönderilmiş (resul) bir peygamberdi.

52. Ona Tur’un sağ yanından seslenmiş ve hususi bir konuşmada bulunmak için onu yaklaştırmıştık.

53. Rahmetimizden, kardeşi Harun’u bir peygamber olarak ona bağışladık.

54. Resulüm! Kitap’ta İsmail’i de an! Çünkü o sâdık idi ve tarafımızdan gönderilmiş (resul) bir peygamberdi.

55. Âilesine ve yakınlarına namazı ve zekâtı emrederdi. Rabbinin nezdinde beğenilmiş, hoşnutluğa ermişti.

56. Kitap’ta İdris’i de an! Çünkü o sâdık bir peygamberdi.

57. Biz onu yüce bir yere yükseltmiştik.

58. İşte bunlar Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Âdem’in zürriyyetinden ve Nuh’la beraber gemide taşıdıklarımızın neslinden, İbrahim ve İsrâil’in (Yakub’un) soyundan, hidâyete erdirip seçkin kıldığımız kimselerdir. Rahman’ın âyetleri onlara okunduğu zaman, ağlayarak secdeye kapanırlardı.

59. Onlardan sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular. Bu yüzden azgınlıklarının cezalarını çekeceklerdir.

60. Ancak tevbe eden, iman eden ve sâlih amel işleyen kimseler bunun dışındadır. Onlar hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın cennete girerler.

61. Adn cennetlerine. Ki Rahman olan Allah onu kullarına gıyâben vâdetmiştir. Şüphe yok ki O’nun vaadi yerini bulacaktır.

62. Orada boş söz değil, sadece esenlik veren sözler işitirler. Orada sabah akşam rızıkları da hazırdır.

63. Kullarımızdan takvâ sahibi olan kimselere miras bırakacağımız cennet işte budur.

64. (Cebrail dedi ki): “Biz ancak Rabbinin emri ile ineriz. Önümüzde, arkamızda ve bunların arasında bulunan her şey O’nundur. Senin Rabbin aslâ unutkan değildir.”

65. O; göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. O’na ibadet et ve bu ibadetinde sabırlı ol. Hiç sen Allah’ın ismini taşıyan başka birini bilir misin?

66. İnsan der ki: “Öldüğüm zaman (kabirden) diri olarak çıkarılacak mıyım?”

67. İnsan daha önce hiçbir şey değilken, kendisini nasıl yarattığımızı düşünmüyor mu?

68. Rabbine andolsun ki, biz onları da şeytanları da mutlaka mahşerde toplayacağız. Sonra da onları diz üstü çökmüş bir vaziyette cehennemin çevresinde hazır bulunduracağız.

69. Sonra her gruptan Rahman’a karşı isyanda en ileri gidenleri ayıracağız.

70. Sonra, biz oraya girmeye kimlerin daha müstehak olduklarını elbette daha iyi biliriz.

71. İçinizden cehenneme uğramayacak hiç kimse yoktur. Bu Rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür.

72. Sonra takvâya erenleri kurtarırız, zâlimleri de orada diz çökmüş olarak bırakırız.

73. Âyetlerimiz kendilerine açık açık okunduğu zaman kâfirler iman edenlere: “Bu iki topluluktan hangisinin mevki ve makamı daha hayırlı, meclis ve topluluğu daha güzeldir?” dediler.

74. Halbuki biz bunlardan önce, malca ve gösteriş bakımından güzel olan nice nesiller helâk ettik.

75. De ki: “Kim sapıklık içinde ise, Rahman onun günlerini uzattıkça uzatsın! Nihayet kendilerine vaad edilen azabı, ya da kıyamet gününü gördükleri zaman, kimin yerinin daha kötü ve taraftarlarının daha zayıf olduğunu bileceklerdir!”

76. Allah hidayette bulunanların hidayetini artırır. Bâki kalacak sâlih ameller, Rabbinin katında hem sevap olarak daha iyidir, hem de netice olarak daha hayırlıdır.

77. Resulüm! Âyetlerimizi inkâr eden ve: “Bana elbette mal ve evlat verilecektir.” diyen adamı gördün mü?

78. O gaybı mı biliyor, yoksa Rahman’ın katından bir söz mü almıştır?

79. Kesinlikle hayır! Biz onun söylediğini yazacağız ve azabını uzattıkça uzatacağız.

80. Onun dediğine biz vâris oluruz ve o bize tek başına yapayalnız gelir.

81. Onlar kendilerine kuvvet ve itibar kazandırsın diye Allah’ı bırakarak ilâhlar edindiler.

82. Hayır, hayır! Taptıkları ilâhlar onların tapınmalarını tanımayacaklar ve onlara hasım olacaklardır.

83. Görmedin mi? Biz şeytanları kâfirlerin üzerine salarız da, onları kışkırttıkça kışkırtırlar.

84. Şu halde onlar hakkında acele etme! Biz onların (günlerini) saydıkça sayıyoruz.

85. Muttakileri o gün Rahman’ın huzurunda O’na gelmiş konuklar olarak toplarız.

86. Suçluları da susamış olarak cehenneme süreriz.

87. Rahman’ın huzurunda söz ve izin alandan başkasının şefaata gücü yetmez (izin verilmez).

88. “Rahman çocuk edindi.” dediler.

89. Andolsun ki siz, pek çirkin bir şey ortaya attınız.

90. Bu sözden dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar dağılıp çökecekti.

91. Rahman olan Allah’a çocuk isnadında bulunmaları yüzünden.

92. Halbuki Rahman olan Allah’a çocuk isnat etmek aslâ yakışmaz.

93. Göklerde ve yerde olan herkes Rahman’a birer kul olarak gelirler.

94. Allah onların hepsini kuşatmış ve sayılarını tesbit etmiştir.

95. Onlardan her biri kıyamet gününde teker teker O’nun huzuruna gelirler.

96. İman edip sâlih ameller işleyenler için Rahman bir sevgi peyda edecektir.

97. Resulüm! Biz Kur’an’ı senin dilinle indirerek kolaylaştırdık ki, onunla takvâ sahiplerini müjdeleyesin ve onunla inatçı bir kavmi uyarasın.

98. Onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. Şimdi onlardan hiçbirini hissediyor veya bir ses işitiyor musun?

KEHF SÛRE-İ ŞERİF'İ

(18. Sûre) (Mekke döneminde inmiştir. 110 âyettir.)

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. Hamd O Allah’a mahsustur ki, kuluna Kitab’ı indirdi ve onda herhangi bir eğrilik koymadı.

2. O dosdoğru bir kitaptır. Kendi katından şiddetli bir baskını haber vermek ve sâlih ameller yapan müminlere, onlar için güzel bir mükâfat olduğunu (cennete gireceklerini) müjdelemek için.

3. Orada ebedî kalacaklardır.

4. Ve “Allah çocuk edindi.” diyenleri uyarmak için.

5. Bu hususta ne onların ne de atalarının bir bilgisi vardır. Ağızlarından ne büyük söz çıkıyor! Onlar yalnız ve yalnız yalan söylerler.

6. Demek bu söze inanmazlarsa arkalarından üzülerek neredeyse kendini tüketeceksin Resulüm!

7. İnsanlardan hangisinin daha güzel amel işlediğini imtihan etmek için yeryüzünde olan şeylere bir ziynet verdik.

8. Biz onun üzerindeki her şeyi elbette kupkuru bir toprak haline getireceğiz.

9. Resulüm! Yoksa sen Ashab-ı Kehf’i ve Rakîm’i, bizim şaşılacak âyet (mucize) lerimizden mi sandın?

10. Hani o gençler mağaraya sığınmışlar ve: “Ey Rabbimiz! Bize kendi katından rahmet ver ve işimizde doğruyu göster, bizi başarılı kıl.” demişlerdi.

11. Bunun üzerine biz de mağarada nice yıllar onların kulaklarına perde koyduk.

12. Sonra onları uyandırdık ki, iki taraftan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap edeceğini belirtelim.

13. Biz sana onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. Onlar Rablerine inanmış gençlerdi, biz de onların hidayetlerini artırdık.

14. Kalplerini kuvvetlendirdik. Ayağa kalkarak dediler ki: “Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. Biz O’ndan başkasını ilâh olarak çağırmayız. Yoksa andolsun ki gerçek dışı söz söylemiş oluruz.”

15. “Şu bizim kavmimiz O’nu bırakıp başka ilâhlar edindiler. Onların ilâh olduğuna dâir apaçık bir delil getirmeleri gerekmez mi? Allah hakkında yalan uydurandan daha zâlim kim olabilir?”

16. Onlara: “Madem ki siz onlardan ve Allah’tan başka taptıkları şeylerden ayrıldınız, o halde mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetinden genişlik versin ve işinizde size bir kolaylık hazırlasın.” denildi.

17. Güneşi görürsün ki, doğduğu zaman mağaralarının sağına meyleder, batınca da onların sol tarafını kesip geçer. Onlar mağaranın genişçe bir yerinde idiler. Bu, Allah’ın âyetlerindendir. Allah kime hidayet ederse, o kimse hak yoldadır. Kimi de sapıklığında bırakırsa, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost bir mürşid bulamazsın.

18. Sen onları uyanık sanırsın, halbuki onlar uykudadırlar. Biz onları sağa ve sola çevirirdik. Köpekleri de mağaranın giriş yerinde iki kolunu uzatıp yatmaktaydı. Onları bir görseydin, mutlaka dönüp giderdin ve için korkuyla dolardı.

19. İşte böyle! Kendi aralarında birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırıp kaldırdık. İçlerinden biri: “Ne kadar kaldınız?” diye sordu. “Bir gün, yahut günün bir parçası kadar!” dediler. “Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi şu gümüş para ile şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size yiyecek getirsin. Fakat çok dikkatli davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin.” dediler.

20. “Çünkü onlar, eğer farkına varırlarsa sizi taşla öldürürler veya kendi dinlerine döndürürler. Böyle bir durumda aslâ kurtuluşa eremezsiniz.”

21. Böylece onlardan haberdar ettik ki, Allah’ın vaadinin gerçek olduğunu, kıyametin geleceğinde hiç şüphe bulunmadığını bilsinler. Nitekim halk o sırada onların (Ashab-ı Kehf’in) durumları ile ilgili olarak kendi aralarında tartışıyorlardı. “Onların üzerine bir bina yapın!” dediler. Rableri onları daha iyi bilir. Onların işine vâkıf olanlar ise: “Biz bunların üzerine mutlaka bir mescid yapacağız!” dediler.

22. “Onlar üçtür, dördüncüleri köpekleridir.” diyecekler. “Beştir, altıncıları köpekleridir.” diyecekler. Bunlar gaybı taşlamaktır. “Yedidir, sekizincisi köpekleridir.” diyecekler. De ki: “Rabbim onların sayısını daha iyi bilir. Onlar hakkında bilgisi olan çok azdır.” Onun için, onlar hakkında ortaya konulandan fazlası ile bir münâkaşa yapma ve onlar hakkında kimseye bir şey sorma.

23. Hiçbir şey için: “Ben bunu yarın yapacağım.” deme.

24. Allah’ın dilemesine bağlamadıkça (inşaallah demedikçe). Bunu unuttuğun zaman Rabbini an ve: “Umarım ki Rabbim beni doğruya, bundan daha yakına eriştirir.” de.

25. Onlar, mağaralarında üçyüz yıl kaldılar. Dokuz yıl da ilâve ettiler.

26. De ki: “Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O’nundur. O ne güzel görür ve ne güzel işitir! Onların O’ndan başka dostu yoktur. O, kendi hükmüne hiç kimseyi ortak yapmaz.”

27. Rabbinin Kitab’ından sana vahyedileni oku! O’nun sözlerini değiştirebilecek kimse yoktur. O’ndan başka bir sığınılacak da bulamazsın.

28. Sırf O’nun cemâlini dileyerek sabah akşam Rablerine yalvaranlarla birlikte bulun ve sabret. Dünya hayatının güzelliklerini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma. Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz, hevâ ve hevesine uymuş, haddi aşmış kimselere boyun eğme.

29. De ki: “Gerçek Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin. Biz zâlimler için öyle bir ateş hazırlamışızdır ki, onun kalın duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Susuzluktan yardım istediklerinde, erimiş mâden gibi yüzleri kavuran bir su ile yardım edilir. O ne kötü bir içecek ve cehennem ne kötü bir duraktır!”

30. İman edip de sâlih amel işleyenlere gelince, biz elbette güzel amel işleyenlerin mükâfatını boşa çıkarmayız.

31. Onlar o kimselerdir ki, onlara altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri verilmiştir. Orada altın bilezikler takınırlar. İnce dibâdan, kalın dibâdan yeşil elbiseler giyerek koltuklar üzerine yaslanırlar. O ne güzel sevap ve ne güzel duraktır!

32. Onlara şu iki adamı misal olarak anlat. Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekinler bitirmiştik.

33. İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbir şeyi eksik bırakmamıştı. İkisinin arasından bir de ırmak akıtmıştık.

34. Bu adamın başka geliri de vardı. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken: “Ben malca senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da senden daha güçlü ve itibarlıyım.” dedi.

35. Kendisine böylece yazık ederek bahçesine girdi. Şöyle dedi: “Bunun hiçbir zaman yok olacağını sanmam!”

36. “Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Şayet Rabbime döndürülürsem, hiç şüphem yok ki, orada bundan daha hayırlı bir âkibet bulurum.”

37. Kendisiyle konuşan arkadaşı ona dedi ki: “Seni topraktan, sonra nutfeden yaratıp, sonunda da seni bir insan şekline getiren Rabbini inkâr mı ediyorsun?”

38. “İşte O Allah, benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam.”

39. “Bağına girdiğin zaman: ‘Mâşâallah! (Allah dilemiş de olmuş!) Kuvvet yalnız Allah’ındır.’ demen gerekmez miydi? Gerçi sen beni malca ve evlâtça kendinden güçsüz görüyorsun.”

40. “Rabbim bana senin bağından daha iyisini verebilir ve seninkinin üzerine ise gökten yıldırımlar gönderir de bağın kupkuru bir toprak haline gelir.”

41. “Yahut suyu çekilir de artık onu arayıp bulamazsın.”

42. Derken o kâfirin bütün serveti kuşatılıp yok edildi. Bunun üzerine, bağı uğruna yaptığı masraf karşısında ellerini oğuşturmaya başladı. Bağın çardakları yere çökmüştü. “Ah! Keşke ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmamış olsaydım!” diyordu.

43. Allah’tan başka, kendisine yardım edecek bir topluluğu da yoktu. Kendi kendine yardım edecek güçte de değildi.

44. İşte bu durumda yardım ve dostluk, hak olan Allah’a mahsustur. O’nun vereceği sevap da daha hayırlıdır, âkibet de daha hayırlıdır.

45. Onlara dünya hayatının tıpkı şöyle olduğunu anlat: O, gökten indirdiğimiz suya benzer ki, o su sayesinde yeryüzünün bitkileri birbirine karışır, arkasından da rüzgarın savurduğu çöp kırıntısı haline döner. Allah her şeyin üstünde bir kudrete sahip olandır.

46. Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Bâki kalacak olan sâlih ameller ise, Rabbinin katında hem sevapça daha hayırlıdır, hem de ümit etmeye daha lâyıktır.

47. O gün dağları yürütürüz, yeryüzünün ise çırılçıplak olduğunu görürsün. Hiçbirini bırakmaksızın onları mahşerde bir araya toplarız.

48. Hepsi saf saf Rabbinin huzuruna arzedilirler. “Andolsun ki sizi ilk defasında yarattığımız şekilde bize geldiniz. Halbuki siz, vâdedilenlerin gerçekleşeceği bir zaman tayin etmediğimizi sanmıştınız.”

49. Amel defterleri ortaya konulduğunda, suçluların onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. “Vah bize, eyvah bize! Bu deftere ne olmuş, ne küçük bırakmış ne büyük, hiçbir şey bırakmamış, hepsini zaptetmiş.” derler. Bütün yaptıklarını hazır bulurlar. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.

50. Hani biz meleklere: “Âdem’e secde edin!” demiştik. İblis hariç olmak üzere hepsi secde ettiler. İblis cinlerdendi, Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz beni bırakıp da onu ve onun soyunu dost mu ediniyorsunuz? Halbuki onlar sizin düşmanınızdır. Zâlimler için bu ne kötü bir değişmedir!

51. “Ben onları ne göklerin ve yerin yaratılışına, ne de kendilerinin yaratılışına şâhit tuttum. Ben yoldan çıkaranları yardımcı edinmiş değilim.”

52. O gün Allah: “Benim ortaklarım olduklarını iddiâ ettiklerinizi çağırın!” buyurur. Onlar da çağıracaklar amma, kendilerine hiç cevap veremeyecekler. Biz onların aralarına bir uçurum koyacağız.

53. Günahkârlar ateşi görürler, içine düşeceklerini iyice anlarlar, fakat ondan savuşacak bir yer bulamazlar.

54. Andolsun ki biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali tekrar tekrar açıkladık. Fakat insanlar ne de çok cidalcı (tartışmacı) oluyor!

55. Kendilerine hidayet geldiğinde, insanları iman etmekten ve Rablerinden mağfiret dilemekten alıkoyan şey; daha öncekilerin sünnetini (onların başına gelenlerin kendi başlarına da gelmesini), yahut azabın göz göre göre kendilerine gelmesini beklemeleridir.

56. Biz peygamberleri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kâfir olanlar ise; hakkı, bâtıla dayanarak ortadan kaldırmak için mücadele verirler. Onlar âyetlerimi ve uyarıldıkları şeyleri alaya alırlar.

57. Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılarak öğüt verilip de ondan yüz çevirenden ve kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zâlim kim olabilir? Biz onu (Kur’an’ı) anlamasınlar diye, onların kalplerinin üzerine perdeler, kulaklarına da ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan da onlar aslâ hidayete gelmezler.

58. Senin Rabbin çok bağışlayıcıdır, merhamet sahibidir. Eğer onları, yaptıkları yüzünden hemen yakalayıp cezalandırsaydı, onlara çabucak azap ederdi. Fakat kendilerine verilmiş belli bir süre vardır. Artık ondan kaçıp aslâ bir sığınak bulamazlar.

59. Zulmettiklerinden ötürü işte yok ettiğimiz şehirler! Onları helâk etmek için belli bir süre tayin etmiştik.

60. Hani bir zaman Musa, genç arkadaşına: “Ben iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durup dinlenmeden gideceğim, yahut (maksadıma erişmek için) uzun yıllar geçireceğim.” demişti.

61. Her ikisi böylece iki denizin birleştiği yere varınca, balıklarını unuttular. Balık ise denizde bir deliğe doğru yol tutup gitmişti.

62. Orayı geçtiklerinde Musa genç arkadaşına: “Azığımızı getir, bu yolculuğumuzda gerçekten yorgun ve bitkin düştük.” dedi.

63. Genç arkadaşı: “Gördün mü? Kayaya sığındığımız sırada balığı unutmuşum. Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı. Balık ise denizde şaşılacak şekilde yolunu tutup gitmiş!” dedi.

64. Musa: “İşte aradığımız o idi.” dedi. İzlerinin üzerine hemen geri döndüler.

65. Derken kendisine nezdimizden bir rahmet verdiğimiz, tarafımızdan has bir ilim öğrettiğimiz bir kulumuzu (Hızır’ı) buldular.

66. Musa ona: “Sana doğru yol olarak öğretilen ilimden bana da tâlim etmen için sana tâbi olayım mı?” dedi.

67. O da dedi ki: “Doğrusu sen benimle beraber bulunmaya sabredemezsin!”

68. “Hakikatini kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredebilirsin?”

69. Musa: “İnşaallah beni sabırlı bulursun. Emrine karşı gelmem.” dedi.

70. O kul dedi ki: “O halde eğer bana tâbi olacaksan, ben sana anlatmadıkça, herhangi bir şey hakkında bana soru sorma!”

71. Bunun üzerine kalkıp yola koyuldular. Nihayet bir gemiye bindiler. (Hızır) gemiyi deliverdi. Musa dedi ki: “İçindekileri boğmak için mi gemiyi deldin? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın!”

72. (Hızır): “Ben sana ‘Benimle beraber olmaya sabredemezsin!’ demedim mi?” dedi.

73. Musa: “Unuttuğum şeyden dolayı beni kınama, bu işimde bana güçlük çıkarma!” dedi.

74. Yine yürüyüp gittiler. Nihayet bir erkek çocuğuna rastladılar. (Hızır) hemen onu öldürdü. Musa: “Mâsum bir canı, bir cana karşılık olmaksızın mı öldürdün? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın!” dedi.

75. (Hızır): “Ben sana ‘Benimle beraber olmaya sabredemezsin!’ demedim mi?” dedi.

76. Musa da ona: “Eğer bundan sonra bir daha sana bir şey sorarsam, benimle arkadaşlık etme! O zaman benim tarafımdan mazur sayılırsın.” dedi.

77. Yine yürüyüp gittiler ve nihayet bir memleket halkına varıp, onlardan yiyecek istediler. Halk kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken, orada yıkılmak üzere olan bir duvarla karşılaştılar. (Hızır) onu doğrultuverdi. Bunun üzerine Musa: “İsteseydin, elbette buna karşılık bir ücret alırdın.” dedi.

78. (Hızır) dedi ki: “İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana dayanamadığın işlerin içyüzünü haber vereyim.”

79. “Gemi, denizde çalışan bir kaç yoksula âit idi. Ben onu (tamire muhtaç) ayıplı göstermek istedim. Çünkü gideceği yerde her güzel gemiyi zorla alan bir kral vardı.”

80. “Çocuğa gelince, onun ana ve babası mümin insanlardı. Çocuğun onları azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korkmuştuk.”

81. “İstedik ki Rableri onlara o çocuktan daha temiz ve daha çok merhametli bir evlât versin.”

82. “Duvar ise, şehirde iki yetim oğlana âitti. Duvarın altında bu oğlanlar için saklı bir hazine vardı. Babaları da sâlih bir kimse idi. Rabbin diledi ki onlar erginlik çağına ulaşsınlar ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ben bunları kendiliğimden yapmadım. İşte dayanamadığın işlerin içyüzü budur.”

83. Resulüm! Sana Zülkarneyn’den soruyorlar. De ki: “Size ondan bir hatıra anlatacağım.”

84. Gerçekten biz onu yeryüzünde iktidar ve kudret sahibi kıldık ve her şeyden ona bir sebep verdik, ona her şeyin yolunu öğrettik.

85. O da bir yol tutup gitti.

86. Nihayet güneşin battığı yere ulaşınca, onu kara balçıklı bir gözeye batar (görünümünde) buldu. Orada bir kavme rastladı. Bunun üzerine ona: “Ey Zülkarneyn! Onlara azap da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin!” dedik.

87. O da dedi ki: “Her kim ki zulmederse onu cezalandıracağız, sonra o Rabbine döndürülür. O da ona görülmedik bir azap ile azap eder.”

88. “Fakat her kim de iman edip sâlih amellerde bulunursa, ona da mükâfat olarak en güzel bir karşılık vardır. Ona emrimizden kolayını da söyleyeceğiz.”

89. Sonra yine bir yol tutup gitti.

90. Nihayet güneşin doğduğu yere ulaşınca onu öyle bir kavim üzerine doğuyor buldu ki, onlara güneşin önünde bir siper yapmamıştık.

91. İşte böylece onunla ilgili baştan başa her şeyden haberdar idik.

92. Sonra yine bir yol tutup gitti.

93. En sonunda iki dağın arasına ulaştığında, onların önünde öyle bir kavme rastladı ki, hemen hemen hiçbir sözü anlamıyorlardı.

94. Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Doğrusu Ye’cüc ve Me’cüc bu memlekette bozgunculuk yapıp duruyorlar. Bizimle onların arasında bir sed yapman için sana biz bir vergi verelim mi?”

95. Dedi ki: “Rabbimin beni içinde bulundurduğu kuvvet ve makam (sizin vereceğinizden) daha hayırlıdır. Siz bana kuvvetle yardım edin de sizinle onlar arasına aşılmaz sağlam bir sed yapayım.”

96. “Bana demir kütleleri getirin!” Nihayet bunlar iki dağın arasını doldurup aynı seviyeye gelince: “Körükleyin!” dedi. Sonunda o demirleri kor haline getirdiğinde: “Getirin şimdi bana, üzerine erimiş bakır dökeyim!” dedi.

97. Artık onu ne aşabildiler, ne de delip geçebildiler.

98. Zülkarneyn: “Bu Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin belirlediği vakit gelince, onu yerle bir eder, Rabbimin verdiği söz şüphesiz ki gerçektir.” dedi.

99. Biz o gün onları bırakırız da dalgalar halinde birbirine girerler. Sur’a da üfürülmüş, böylece biz onların hepsini bütünüyle bir araya getirmişizdir.

100. Cehennemi o gün kâfirlere öyle bir gösteririz ki!

101. Onlar ki gözleri bizim öğüdümüze karşı kapalı idi ve öfkelerinden onu dinlemeye tahammül edemezlerdi.

102. Kâfirler beni bırakıp da kullarımı dost edineceklerini mi sandılar? Şüphesiz ki biz cehennemi kâfirlere bir konak olarak hazırladık.

103. Resulüm! De ki: “Size amelce en çok ziyana uğrayanı bildireyim mi?”

104. “Onlar ki dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiştir. Oysa onlar iyi yaptıklarını sanıyorlardı.”

105. İşte onlar Rabbinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenlerdir. Bu yüzden amelleri boşa gitmiştir. Kıyamet günü biz onlar için terazi kurmayız. (Onlara hiç değer vermeyiz).

106. İşte onların cezası cehennemdir. Çünkü kâfir olmuşlar, âyetlerimi ve peygamberlerimi alaya almışlardır.

107. İman edip sâlih ameller işleyenlere gelince, onlar için konak olarak Firdevs cennetleri vardır.

108. Orada ebedî kalacaklardır, oradan ayrılıp başka bir yere gitmek istemezler.

109. De ki: “Rabbimin sözleri için denizler mürekkep olsa ve bir o kadar da ilâve getirsek dahi Rabbimin sözleri bitmeden önce denizler tükenir.”

110. Resulüm! De ki: “Ben de sizin gibi bir beşerim. Ancak bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa sâlih bir amel işlesin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın.”

İçindekiler

RADYO KAİNAT DİNLESİN