Hadis-i Şerif
''Peygamberler müstesna, insanların en faziletlisi Ebû Bekir'dir.''
Peygamberlerden sonra beşeriyet tarihinin en faziletlileri olan Ashâb-ı kirâm derece itibariyle birbirinin aynı değildir. Değişik kriterler göz önünde bulundurularak yapılan değerlendirmelerde değişik tabakalara ayrılmışlardır. Her ne kadar diğer tabakalarda bazı takdim ve tehirler olsa da birinci tabakayı Aşerei Mübeşşere (sağlıklarında cennetle müjdelenmiş on sahabi) ve hassaten Raşit Halifeler teşkil eder. Bunun da ötesinde Efendimiz’in de (sallallahu aleyhi ve sellem) bir vesileyle buyurdukları gibi; bütün insanların kendisinden yüz çevirip inkar ettikleri, alay edip değişik ithamlarda bulundukları bir hengamda iman edip gönül kapılarını kendisine açan Sıdk Kahramanı Hz. Ebu Bekir o birinci tabakanın da en başında gelir.
Miraç mucizesi münasebetiyle kendisine “Sıddık” dendiği meşhur olsa da O, ta en başından, Allah’a imana davet edildiği ilk günden itibaren Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) ne duymuşsa aynen kabul edip tasdik etmiş ve hiçbirisine en küçük bir itirazda bile bulunmamıştır.
Hz. Ebu Bekir İslam’la müşerref olmadan önce de nezih bir hayata sahipti. Dürüst, güvenilir ve hiçbir zaman putlara tapmayan Hanif bir insandı. Nasıl Efendimiz (Aleyhi Ekmelü’t-Tehâyâ) her türlü alçaklığın, rezilliğin ve hıyanetin normal karşılandığı Cahiliye devrinde bile emn u emanetin temsilcisi olmuş ve “Emin” ismiyle yadedilmiştir, Hz. Ebu Bekir de doğruluktan hiç ayrılmamış hep hak ve hakikatın peşinde olmuştur.
Hz. Aişe Validemizin anlattığı şu hadise Hz. Ebu Bekir’in hem cahiliye devrinde nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu hem de müslüman olduktan sonra nasıl bir teslim ve tevekkül kahramanı haline geldiğini açıkça gösterir: Müşriklerin eziyet ve işkenceleri dayanılmaz boyutlara ulaştığı bir dönemde Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Ebu Bekir’e de Habeşistan’a hicret etmesi için izin verir. Mekke’den ayrılıp Berkü'l-Gimâd denilen yere vardığında Mekke'nin ileri gelenlerinden İbnu'd-Dağine ile karşılaşır. Nereye gittiğini sorduğunda Hz. Ebu Bekir şu cevabı verir; “Beni kavmimin ezası Mekke’den çıkardı. Onların kötülüklerinden korunmak ve bir yere çekilip orada Rabbime ibadet etmek için hicret ediyorum.” Bunun üzerinre Hz. Ebu Bekir’i iyi tanıyan İbnu'd-Dağine; “ Senin gibi bir insan ne yerini yurdunu terkeder ne de buna zorlanır. Çünkü sen herkese yardım eder, hakkı hukuku korur ve doğruluktan ayrılmazsın. Güçsüze, yolda kalmışa yardım, misafire ikram eder ve akrabalarını gözetirsin. Haydi Mekke’ye geri dön ve Rabbine orada ibadet et ben sana kefilim.” der ve beraberce Mekke’ye gelirler. Daha sonra Mekke’nin ileri gelenleriyle görüşen İbnu'd-Dağine Hz. Ebu Bekir’e söylediklerinin aynısını onlara da söyler ve O’nun kendi himayesi altında olduğunu ifade eder. Mekkeliler bazı şartlarla bu kefaleti kabul ederler.
Hz. Ebu Bekir avlusuna yaptığı küçük bir mescitte ibadetine devam etmektedir ve zamanla O’nun Hak karşısında mahviyeti, Rabbine olan yakarışları ve ağlaya ağlaya Kur’an okuması birçok insanın dikkatini çeker. Evinin önüne gelip O’nu dinlemeye başlarlar. Bundan son derece rahatsız olan müşrikler İbnu'd-Dağine’den Hz. Ebu Bekir’i uyarmasını, inancını yaymaktan ve ibadetlerini insanların görüp etkilenebilecekleri bir şekilde yapmaktan vazgeçirmesini isterler. Müşriklerin bu isteklerini kendisine ileten ve eğer bunları kabul etmezse himayesini kaldıracağını söyleyen İbnu'd-Dağine’ye Hz. Ebu Bekir’in cevabı şu olur: “Senin himayeni sana iade ediyorum. Bana Allah’ın himayesi yeter”
Efendimize Sevgisi ve Bağlılığı
Her ne kadar bütün Sahabe-i Kiram Peygamber Efendimiz’i (sallallahu aleyhi ve sellem) her şeyden çok sevseler de bu hususta zirveyi Hz. Ebu Bekir tutar. Ölesiye O’nu müdafaa eder ve her türlü kötülükten korumaya çalışırdı. Bir keresinde müşrikler kendilerini zulmetten nura çağıran Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) üzerine yürümüş ve O’na el uzatmışlardı. Bunu duyan Hz. Ebu Bekir Hızır gibi oraya yetişmiş ve Firavun’un huzurunda hakikatı haykıran Mü’min-i âli firavn gibi müşriklerin yüzlerine haksızlıklarını çarpmıştı: “Rabbim Allah dedi diye bu masum insanın canına mı kıyacaksınız?”
Tehlikeler, musibetler ve belalar karşısında göğsünü germiş ve hep Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) siper olmuştu. Çok defa ölesiye dayak yemiş saaatlerce baygın yattıktan sonra ayıldığında ilk sözü şu olmuştu:“Muhammed’e (Aleyhi Ekmelü’t-Tehâyâ) ne oldu, O nasıl şu anda?!.”
Hz. Ebu Bekir, Efendimiz’le (sallallahu aleyhi ve sellem) konuşacağı, bir şey söyleyeceği veyahutta Rasülü Ekrem Efendimiz kendisine seslendiği zaman her defasında söze “bi ebî ente ve ummî yâ Rasulallah!” yani “Anam Babam Sana feda olsun yâ Rasulallah!” der ve söze öyle başlardı. Nitekim Mekke'nin fethinden sonra iman eden babasını biat etmesi için Allah Resûlü'nün huzuruna getirir. Babası Ebû Kuhâfe Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) elini tutup biat ettiği esnada O gözyaşlarına hakim olamaz ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar. Allah Rasülü (Aleyhi Ekmelü’t-Tehâyâ) sebebini sorduklarında da şöyle cevap verir: “Ya Resûlallah, babamın yerinde şu anda, îmanını çok arzu ettiğiniz Ebu Talib'in bulunmasını arzu ederdim. Şu uzanan elin babamınki yerine Ebu Talib'in eli olmasını ne kadar isterdim. Çünkü O'nun îman etmesini çok istemiştin. Babamın îman etmesi benim bir arzumdur. Fakat, amcanın iman etmesi senin çok şiddetli arzundu, nasib olmadı. İşte ben ona ağlıyorum.”
Oğlu Abdurrahman, müslüman olduktan sonra birgün kendisine: "Bedir savaşında, birdenbire gözüme iliştin. Önüne gelen herkese kılıç sallıyordun. Seni başkalarına bırakıp; ‘O'nu başkası öldürsün’ dedim ve bir başka tarafa gittim." dediğinde ona şöyle diyordu: "Oğlum sen o gün benim karşıma çıksaydın,Vallahi ben senin gibi yapmazdım. Allah ve Resûlü için oracıkta seni öldürürdüm."
O da bir insandı, bir babaydı, bir oğuldu, zengin bir tüccardı, toplum içinde itibarı olan ve kabilesinin önde gelenlerinden biriydi. Fakat söz konusu Allah’a iman, Rasulüllah’a muhabbet ve teslimiyet olduğunda hepsini bir çırpıda siliyor ,“bi ebî ente ve ummî yâ Rasulallah!” diyordu. Allah ve Rasulü’nü sahip olduğu bütün her şeyden çok seviyor ve o ölçüde de Onlar tarafından seviliyordu. Nitekim Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Ebu Bekir’e olan sevgisini şöyle ifade eder: “Benim tek dostum, halilim Allah’tır. Allah Teala İbrahim’i (aleyhisselâm) dost edindiği gibi beni de dost edinmiştir. Eğer ben ümmetimden birini dost edinecek olsaydım o Ebu Bekir olurdu. Fakat o benim din kardeşim ve arkadaşımdır.”
Kaynak: Muammer Durak, herkul.org
''Peygamberler müstesna, insanların en faziletlisi Ebû Bekir'dir.''
Peygamberlerden sonra beşeriyet tarihinin en faziletlileri olan Ashâb-ı kirâm derece itibariyle birbirinin aynı değildir. Değişik kriterler göz önünde bulundurularak yapılan değerlendirmelerde değişik tabakalara ayrılmışlardır. Her ne kadar diğer tabakalarda bazı takdim ve tehirler olsa da birinci tabakayı Aşerei Mübeşşere (sağlıklarında cennetle müjdelenmiş on sahabi) ve hassaten Raşit Halifeler teşkil eder. Bunun da ötesinde Efendimiz’in de (sallallahu aleyhi ve sellem) bir vesileyle buyurdukları gibi; bütün insanların kendisinden yüz çevirip inkar ettikleri, alay edip değişik ithamlarda bulundukları bir hengamda iman edip gönül kapılarını kendisine açan Sıdk Kahramanı Hz. Ebu Bekir o birinci tabakanın da en başında gelir.
Miraç mucizesi münasebetiyle kendisine “Sıddık” dendiği meşhur olsa da O, ta en başından, Allah’a imana davet edildiği ilk günden itibaren Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) ne duymuşsa aynen kabul edip tasdik etmiş ve hiçbirisine en küçük bir itirazda bile bulunmamıştır.
Hz. Ebu Bekir İslam’la müşerref olmadan önce de nezih bir hayata sahipti. Dürüst, güvenilir ve hiçbir zaman putlara tapmayan Hanif bir insandı. Nasıl Efendimiz (Aleyhi Ekmelü’t-Tehâyâ) her türlü alçaklığın, rezilliğin ve hıyanetin normal karşılandığı Cahiliye devrinde bile emn u emanetin temsilcisi olmuş ve “Emin” ismiyle yadedilmiştir, Hz. Ebu Bekir de doğruluktan hiç ayrılmamış hep hak ve hakikatın peşinde olmuştur.
Hz. Aişe Validemizin anlattığı şu hadise Hz. Ebu Bekir’in hem cahiliye devrinde nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu hem de müslüman olduktan sonra nasıl bir teslim ve tevekkül kahramanı haline geldiğini açıkça gösterir: Müşriklerin eziyet ve işkenceleri dayanılmaz boyutlara ulaştığı bir dönemde Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Ebu Bekir’e de Habeşistan’a hicret etmesi için izin verir. Mekke’den ayrılıp Berkü'l-Gimâd denilen yere vardığında Mekke'nin ileri gelenlerinden İbnu'd-Dağine ile karşılaşır. Nereye gittiğini sorduğunda Hz. Ebu Bekir şu cevabı verir; “Beni kavmimin ezası Mekke’den çıkardı. Onların kötülüklerinden korunmak ve bir yere çekilip orada Rabbime ibadet etmek için hicret ediyorum.” Bunun üzerinre Hz. Ebu Bekir’i iyi tanıyan İbnu'd-Dağine; “ Senin gibi bir insan ne yerini yurdunu terkeder ne de buna zorlanır. Çünkü sen herkese yardım eder, hakkı hukuku korur ve doğruluktan ayrılmazsın. Güçsüze, yolda kalmışa yardım, misafire ikram eder ve akrabalarını gözetirsin. Haydi Mekke’ye geri dön ve Rabbine orada ibadet et ben sana kefilim.” der ve beraberce Mekke’ye gelirler. Daha sonra Mekke’nin ileri gelenleriyle görüşen İbnu'd-Dağine Hz. Ebu Bekir’e söylediklerinin aynısını onlara da söyler ve O’nun kendi himayesi altında olduğunu ifade eder. Mekkeliler bazı şartlarla bu kefaleti kabul ederler.
Hz. Ebu Bekir avlusuna yaptığı küçük bir mescitte ibadetine devam etmektedir ve zamanla O’nun Hak karşısında mahviyeti, Rabbine olan yakarışları ve ağlaya ağlaya Kur’an okuması birçok insanın dikkatini çeker. Evinin önüne gelip O’nu dinlemeye başlarlar. Bundan son derece rahatsız olan müşrikler İbnu'd-Dağine’den Hz. Ebu Bekir’i uyarmasını, inancını yaymaktan ve ibadetlerini insanların görüp etkilenebilecekleri bir şekilde yapmaktan vazgeçirmesini isterler. Müşriklerin bu isteklerini kendisine ileten ve eğer bunları kabul etmezse himayesini kaldıracağını söyleyen İbnu'd-Dağine’ye Hz. Ebu Bekir’in cevabı şu olur: “Senin himayeni sana iade ediyorum. Bana Allah’ın himayesi yeter”
Efendimize Sevgisi ve Bağlılığı
Her ne kadar bütün Sahabe-i Kiram Peygamber Efendimiz’i (sallallahu aleyhi ve sellem) her şeyden çok sevseler de bu hususta zirveyi Hz. Ebu Bekir tutar. Ölesiye O’nu müdafaa eder ve her türlü kötülükten korumaya çalışırdı. Bir keresinde müşrikler kendilerini zulmetten nura çağıran Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) üzerine yürümüş ve O’na el uzatmışlardı. Bunu duyan Hz. Ebu Bekir Hızır gibi oraya yetişmiş ve Firavun’un huzurunda hakikatı haykıran Mü’min-i âli firavn gibi müşriklerin yüzlerine haksızlıklarını çarpmıştı: “Rabbim Allah dedi diye bu masum insanın canına mı kıyacaksınız?”
Tehlikeler, musibetler ve belalar karşısında göğsünü germiş ve hep Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) siper olmuştu. Çok defa ölesiye dayak yemiş saaatlerce baygın yattıktan sonra ayıldığında ilk sözü şu olmuştu:“Muhammed’e (Aleyhi Ekmelü’t-Tehâyâ) ne oldu, O nasıl şu anda?!.”
Hz. Ebu Bekir, Efendimiz’le (sallallahu aleyhi ve sellem) konuşacağı, bir şey söyleyeceği veyahutta Rasülü Ekrem Efendimiz kendisine seslendiği zaman her defasında söze “bi ebî ente ve ummî yâ Rasulallah!” yani “Anam Babam Sana feda olsun yâ Rasulallah!” der ve söze öyle başlardı. Nitekim Mekke'nin fethinden sonra iman eden babasını biat etmesi için Allah Resûlü'nün huzuruna getirir. Babası Ebû Kuhâfe Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) elini tutup biat ettiği esnada O gözyaşlarına hakim olamaz ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar. Allah Rasülü (Aleyhi Ekmelü’t-Tehâyâ) sebebini sorduklarında da şöyle cevap verir: “Ya Resûlallah, babamın yerinde şu anda, îmanını çok arzu ettiğiniz Ebu Talib'in bulunmasını arzu ederdim. Şu uzanan elin babamınki yerine Ebu Talib'in eli olmasını ne kadar isterdim. Çünkü O'nun îman etmesini çok istemiştin. Babamın îman etmesi benim bir arzumdur. Fakat, amcanın iman etmesi senin çok şiddetli arzundu, nasib olmadı. İşte ben ona ağlıyorum.”
Oğlu Abdurrahman, müslüman olduktan sonra birgün kendisine: "Bedir savaşında, birdenbire gözüme iliştin. Önüne gelen herkese kılıç sallıyordun. Seni başkalarına bırakıp; ‘O'nu başkası öldürsün’ dedim ve bir başka tarafa gittim." dediğinde ona şöyle diyordu: "Oğlum sen o gün benim karşıma çıksaydın,Vallahi ben senin gibi yapmazdım. Allah ve Resûlü için oracıkta seni öldürürdüm."
O da bir insandı, bir babaydı, bir oğuldu, zengin bir tüccardı, toplum içinde itibarı olan ve kabilesinin önde gelenlerinden biriydi. Fakat söz konusu Allah’a iman, Rasulüllah’a muhabbet ve teslimiyet olduğunda hepsini bir çırpıda siliyor ,“bi ebî ente ve ummî yâ Rasulallah!” diyordu. Allah ve Rasulü’nü sahip olduğu bütün her şeyden çok seviyor ve o ölçüde de Onlar tarafından seviliyordu. Nitekim Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Ebu Bekir’e olan sevgisini şöyle ifade eder: “Benim tek dostum, halilim Allah’tır. Allah Teala İbrahim’i (aleyhisselâm) dost edindiği gibi beni de dost edinmiştir. Eğer ben ümmetimden birini dost edinecek olsaydım o Ebu Bekir olurdu. Fakat o benim din kardeşim ve arkadaşımdır.”
Kaynak: Muammer Durak, herkul.org
0 yorum:
Yorum Gönder